Toplumsalın eriyip kitleye dönüşmesi hipergerçekleşen siyaset

 

Modern çağın dönüştürücü dinamiklerinin ve aklın mitleştirilmesi etkisinden dolayı küresel düzeyde anlamın, hakikatin kaybolmasına karşılık ülkemizde ise benzer durumlar yaşanmasına rağmen farklı bir süreç söz konusudur. Ülkemizde anlamın ve hakikatin kaybolmasının yanında bu ikili hamasi duygularla rasyonaliteye kurban edilmektedir. Toplumsal olmaktan çok kitle görünümünde olan kalabalıklar ve bu kalabalıkları yönlendiren tellâl görünümündeki 4. kuvvet/ çoğu zaman 1. kuvvet medya siyasetle kolluk ve yargı güçlerinin arasındaki çatlağı ve yarılmayı daha da büyütmek için çığlıklarını artırmakta ve bu büyümeden ve yarılmadan müthiş haz almaktadır. Aydın yada düşünürler cemaatinin genelinde -birkaç düşünür tipinin dışında- meseleye düşünce / rasyonalite bağlamında yaklaş-a-mama acziyeti görülmektedir. Ülke düşünürleri sadece rasyonalite bağlamından uzak değiller aynı zamanda bir düşünürde bulunması gereken Sokrates-vari cesur vakarlı bir duruşu da sergileyemedi.

 

Medyanın etkisiyle kitlede ve siyasette oluşan ısınmanın semiyolojisi bile yapılmadı. Semiyoloji; simge, sembol ve işaretlerin yorumlanmasını sağlayan bir bilim dalıdır. Toplumsal kendinde bilinci, diğerkamlığı, düşünceyi ve buna bağlı olarak irade ve eylemi gerçekleştiren anlamlı bir bütünlükken kitle ise bilinçsizliği, bencilliği, duyguyu ve buna bağlı olarak yıkıcı bir eylemi gerçekleştiren anlamsız/ muğlak bir parçalanmışlıktır. Toplumsal anlam üretirken kitle ise anlamı yutar ve yok eder. Baudrillard kitlenin toplumsal ve politikaya ait olan bütün elektrik akımını emerek nötralize ettiğini söyler ve toplumsalın kitlenin içinde kaybolduğunu vurgular. Ona göre kitlenin sosyolojik bir gerçekliği yoktur.1 Toplumsalın kitlenin içinde yok olması demek anlamın anlamsızlığa, niteliğin niceliğe, gerçeğin kopyaya kurban edilmesi demektir. Belirli medya organlarının tellallığı ve kışkırtmasıyla büyüyen kalabalıkların sosyal bilimciler tarafından yorumlanamamasının en büyük nedeni herhalde Baudrillard"ın bildirdiği “Kitlenin sosyolojik gerçekliği yoktur” argümanında yatmaktadır. Nitekim ünlü sosyal bilimci Prof. Dr. Mümtazer Türköne miting kalabalıklarının kendi içinde bir çok paradoks taşıdığını söylemiştir. Bu kalabalıkları bir gruba, düşünceye, anlama veya bir olguya yorumlayabilmek oldukça zordur. Bu mitinglerdeki kalabalıklar yaklaşık dört yıl önce “ordu göreve” pankartı açan ve orduyu göreve çağırmanın demokratiklik olduğunu söyleyen Türk Soluna mı mal edilmeli midir? Yoksa mitingin yürütücüleri olan ve ilk yürüyüşlerine 30-40 kişi ile başlayan Ulusalcılara mı, yoksa ADD ve ÇYDD gibi Kemalist dernek ve vakıflara mı atfetmeli? Yoksa bu kalabalıkları Edip Akbayram, Tolga Çandar, Zülfü Livaneli gibi sanatçıların konserlerine katılan müziksever kalabalıklar olarak mı görmek lazım.Yoksa bu durum mevcut Hükümete karşı Cumhuriyeti korumak(!) refleksi, Cumhuriyeti tehlikede görüp onu koruma ve ona sahip çıkma güdüsünü gösteren bir gösterge midir? Yoksa bu kalabalıkları solda birleşmeyi gerçekleştirmek için CHP il teşkilatlarının topladığı “bindirilmiş kıtalar” topluluğu olarak mı görelim? Yoksa büyük retorikçi Tuncay Özkan"ı dinlemek için nasiplenmek isteyen kalabalıklar olarak mı görmeliyiz? Tüm bu isimlendirme çabalarında en ağır basan isimlendirme “solda birleşme mitingleri” olarak adlandırıldı. Miting kalabalıklarının açılımı üzerinde fazla durmayacağım.

 

Neo-maoizm olarak görülen ulusalcılık eski bir Hint masalındaki kaplan postu giymiş eşek disimilasyonuna (değilmiş gibilik) benzemektedir. Masal kısaca şöyledir: Çok çalışan, bol yiyeceğe ihtiyacı olan aç eşek, efendisi tarafından kaplan postu giydirilmiş bir şekilde başkalarının mısır tarlasına götürülür. Tarla sahipleri onu kaplan zannettikleri için korkarlar. Tabi ki aciz eşek bu durumdan habersizdir. Sıradan biri olmayan gözcü ortaya çıkar. Kaplanın ilgisini çekecek av kılığına girer. Kaplan kılığındaki eşek eşeğe benzeyen avı görür ve dişi eşek zanneder ve anırmaya başlar. Gözcü meseleyi anlar ve eşeği öldürür. Eşek arzuladığı aşk yerine ölümü bulmuştur. Mitingleri yönlendiren ulusalcılar post-modern bir tutum içerisinde hareket ediyorlar. Yusuf Kaplan"ın ifadesiyle “Burada bir çelişki yok ironi var. Post-modern bir ironi bu: devrimler, büyük dönüşümler, silahlı askerler değil, silahsız “askerlerle” yani maskelerle, imajlarla “acısız ve uyuşturucularla” gerçekleştiriliyor artık…”2

 

Kılık değiştirmede kullanılan maskeler ve postların altında olanlar kendi amaç ve niyetlerinin net bir biçimde farkındadırlar. Ama bilinçten yoksun kalabalıklar ise kaplan görünümündeki eşeği hayranlıkla ve korkuyla seyretme şaşkınlığı içindedirler. Simülasyon/ mış gibi görünmek ve disimilasyon/ değilmiş gibi görünmek dönüşüm biçimleri birilerinin kullandığı eski bir metottur. Hala kullanılmaktadır. Ama bir gün takke düşer kel görünür. Sistematik düşünmesine hayran olduğum çok değerli bir düşünür tipinin karşılıklı konuşmamızda benim farkında olmadığım ama bana hatırlattığı müthiş bir tespiti oldu. “Bunlar 80"den önce Lenin, Mao, Che posterleri ve Çin ve SSCB bayrakları taşıyordu; şimdi ise Atatürk posterleri ve Türk bayrakları taşıyorlar. Başka bir zeminde ve zamanda ise “Yaşasın Şeriat” diye bağırdıklarını görebiliriz.” Yüzeysellik ve sathiliğin sonucu olarak görülebilen bu gösterge/semiyotik oldukça traji-komiktir. Tabi bu göstergenin bir maskeden ibaret olduğu tespiti de yapılabilir. “Bir figür olan maske gerçek yapının dehşetini saklayan korkulacak ya da gizli niyetleri örten bir göstergedir”3 Kitleler toplumsalı yansıtmaktan acizdirler. Kitleler akılcı insanı aptallaştıracak bir biçimde karşı koymaktadırlar. Kaplan görünümündeki eşeğin karnını doyurmasına seyirci kalan mahsulünün/değerlerinin zayi olmasına engel olmayan kalabalık kitle bu manzara karşısında ortamını panayıra kendisini de panayırcının kendinden geçme psikolojisine yaklaştırmıştır. Çünkü kitle anlam yerine gösteri istemektedir. “İçi boş, ruhsuz, felsefesiz, temelsiz, nevzuhur laikçilik, ulusalcılık söylemi toplumun tarihten silinmesine yol açacak kişiliksiz, yönsüz ve köle ruhlu bir söylemdir…”4 

 

Bir toplumbilimcinin 1-1,5 milyon insanı görmezden gelmesi büyük bir handikaptır. Yine bir toplumbilimcinin 1-1,5 milyonu 70 milyonluk bir toplumun bütünü olarak görmesi ve yorumlaması yada 69 milyonu görmezlikten gelmesi daha büyük bir handikaptır. Toplanan kalabalığın kritiğini yapmak ise kalabalığı görmezlikten gelmek değil aksine varlığından hareketle anlamını, içeriğini çözümlemeye çalışmaktır. Mitinglerdeki sloganlar, duygusal söylemler ne yazık ki mitingin anlamını, içeriğini boşaltmaktadır. Mitinglerde boy gösteren maskeli figürler, atılan sloganlar, açılan pankartlar temelsiz, hamasi, irrasyonel bir boyuta dönmekte göstergelerin anlamını yitiren bir büyüye dönerken politikacıların katılımıyla da politika aynı zamanda bir gösteriye/show"a dönüşmektedir. Böylelikle Baudrillard"ın deyişiyle toplumsalın enerjisi azalmakta, özgünlüğü elden gitmekte tarihsel niteliği ve idealliği buharlaşıp uçmaktadır. Toplumsal bir sistem uğruna adını yitirirken, politika da yok olmaktadır. Toplumsal artık anonimleşmiştir ve kitle olmuştur. Medyanın kışkırtıcılığı/ayartıcılığı mevcut siyasetin ve siyasetçinin beceriksizliğiyle terörize olan kitleler bu toplumu çok iyi analiz etmiş olan Alev Alatlı"nın “Kâbus” ve “Rüya” adlı kurgu-romanlarında tasvirine oldukça yaklaşmıştır. CHP"nin kriz eksenli siyaset anlayışı ve geleneksel siyasi tasavvuru insanlığın en büyük düşünce havzası olan siyaseti sığlaştırmış ve kısırlaştırmıştır. Romalılara pabucunu ters giydirten, onlara taş çıkartacak ayak oyunları, dolaplar yada ali-cengiz oyunlarıyla siyaseti yok etme durumuna getirmiştir. Baykal Cumhurbaşkanlığı seçiminden 3-4 ay önce "bu ülkede kurumlar bunlara Cumhurbaşkanı seçtirmez, seçtirmeyiz" söylemini kehanet olarak ortaya atmış, eski emekli Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu"nun Cumhurbaşkanı seçmek için 367 şarttır içtihadındaki makalesi ardından Cumhurbaşkanlığı seçimine yarım saat kala bile, tavırlarını ortaya koy-a-mayan ANAP ve DYP"nin dışarıdan gelmişe benzer bir direktifle Meclise girmemesi, sayım sonunda CHP"nin hemen Anayasa Mahkemesine başvurması, gece yarısı gelen e-muhtıra/ sanal darbe, üç gün sonra Anayasa Mahkemesinin seçimi geçersiz kılan kararı, aklı kıt bir insana bile acaba ortada bir tezgah mı var? sorusunu sordurmuştur. Bu süreçle beraber artık siyasette ali-cengiz oyunları bitmeyecektir. Çünkü politika, Baudrillard"ın deyişiyle “Uzun zamandır, yarı sportif, yarı eğlendirici bir özel eğlendirme programına dönüşmüştür. Antik, komik ve büyüleyici töre, güldürüler biçiminde yapılmaktadır. Halkın gözünde seçimler çoktandır bir tiyatro oyununa dönüşmüştür.”5

 

Cem Uzan"ın Genç Parti mitingleriyle bir gösteri şova dönen siyaset CHP yada Ulusalcı mitinglerle büyümüş, iktidar partisi AK Partinin cevap niteliğindeki şarkılı, sözlü, bayraklı, sanatçılı mitingleri ise gösteriş şov olgusunu daha da katmerleştirmiştir. Siyasetin gösteriye/ anlamsızlığa dönüşmesinde ise Ali Taran, Edibe Sözen gibi medya ve tanıtım sorumlularının ne gibi etkisinin olacağı ise ileriki günlerde daha da netleşecektir. Siyaset artık reklamcıların bir meselesi olmuştur.

 

Sonuç olarak sığlıktan kendini bir türlü kurtaramayan Türk siyaseti kitleyi üretmiş, toplumsalını yok etmiş, muhatabı olmadığı için toplumsal talepleri dile getiren bir program geliştir-e-memiştir. Ciddi meseleleri tartışmaktan korkan, toplumsalın menfaatinden çok birilerinin menfaatine çalışan bir enstrüman olmuştur. Çünkü toplumsalın kitle haline dönüştürülmesi ile siyasette kitlenin ruhuna hitap eden bir gösteriye dönüşmüştür. Başta siyasal gelenekten ve siyaset biliminden yoksun muhalefet liderlerinin tasavvurlarından dolayı siyaset sağlam bir zemin bulamamaktadır. Toplumsal düşünmenin parçalanması, toplumsalın içine kapanması ve onun gölgesinin yok oluşuna tanık olmaktayız. Hiper gerçekleştirilmiş toplumsalın göstergeleriyle her yerde karşılaşmak mümkündür. Toplumsal denen şey buharlaşmış, yerini kitleler almıştır.6 Siyasetçiler ve siyasi liderler niteliğini yitirmiş, görünüm olarak stand-upçı kılığına bürünmüş kitleleri harekete geçirici, coşturucu/ver coşkuyu söylemi kullanmaya başlamışlardır. Ya her şeyin anlamsızlaştığı ya da buharlaşıp yok olduğu ülkemizde siyasette buharlaşıp yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Düşünürlerin düşüncelerini ve söylemlerini, siyasetçilerin ise siyasi duruşlarını yeniden gözden geçirip kendilerine çeki düzen vermeleri gerekir. Aksi takdirde toplumsalın kitleye dönüşü hızlanacak, kitlenin yeniden toplumsala dönme ihtimali de ortadan kalkacaktır.

 

Notlar:

 

1 Baudrillard, Jean, Sessiz Yığınların Gölgesinde yada Toplumsalın Sonu, Çev: Oğuz Adanır, Ayrıntı yay., S.7-8, 1991

2 Kaplan, Yusuf, “Sanal” Ama Gerçek Bir “Ölüm Dansı” Yeni Şafak.

3 Canetti, Elias, Kitle ve İktidar Çev: Gülşat Aygen, Ayrıntı Yay. S. 368, 1998

4 Kaplan, Yusuf, Naziler, Paganlar, Ulusalcılar, Yeni Şafak.

5 Baudrillard, Jean, a.g.e., S. 29, 1991

6 Baudrillard a.g.e s. 58