Ortadoğu coğrafyasına yönelik geliştirilen her türlü projede Türkiye; gerek tarihi, kültürel ve dinsel, gerekse etnik, siyasi ve iktisadi yönlerden zorunlu olarak en önemli unsurlardan biri olarak dikkate alınmalıdır. Türkiye’nin bu ayrıcalıklı ve öncelikli konumu hesaba katıldığında; bölgede yaşanan ve yaşanmakta olan bütün gelişmeler mutlaka doğrudan ya da dolaylı olarak Türkiye’yi ilgilendirecektir. Bir de Türkiye’nin sahip olduğu güç, konum ve imaj bağlamında düşünülünce bu bölgede, Türkiye’ye rağmen stratejik nitelikli yeni bir açılıma zemin hazırlamak pek kolay olmasa gerektir. Zaten bu yadsınamaz ve yok sayılamaz durumun farkında olan devlet, örgüt ve kişiler; bölgeye yönelik hesap, program, plan ve değerlendirmelerinde Türkiye’yi, her türlü denklemin içerisine dâhil etmek zorunda kalmaktadırlar. Dolayısıyla Türkiye’nin, bu bölgede ortaya çıkan ya da çıkması muhtemel gelişmeler karşısında; konuların önem ve öncelik derecesine göre, çeşitli derecelerde müdahalede bulunacağı iç ve dıştaki herkes ve her kesimin malumudur.

O nedenle, “orta büyüklükteki bir Türkiye” görüntüsünün ortadan kaldırılması ya da bu gücün meşgul edilerek yıpratılması için, ülkemizin önüne farklı dönemlerde değişik sorun ve iç karışıklıklar çıkarılmıştır. Şimdilerde ise, sıkıntılı Ortadoğu bölgesindeki kimi sorunların, Türkiye’yi ilgilendiren yönleri üzerinden “kutuplaştırma siyaseti” devreye girdirilerek; Türkiye, savaşa sokulmaya çalışılıyor. 1990’lı yıllardan beri, Türkiye’nin savaşa girmesine yönelik değişik ayak oyunları ve teşvikler kullanılmış; hatta elleri öpülesi Necip Torumtay paşamızın, Türkiye’nin savaşa sokulmasının önüne geçebilmek için Genelkurmay başkanlığı görevinden emekliye ayrılma protestosu göstermesi sayesinde Türkiye, Irak ile savaştırılma oyununa düşürülmekten kurtulmuştur. Bu zorlama, yanıltma ve teşvikler geçmişte olduğu gibi günümüzde de sürmektedir. Son aylarda Kuzey Irak’a yönelik kapsamlı saldırı teşvik ve tahrikleri işe yaramayınca; şimdilerde, Irak’taki Türkmenlere katliamlar düzenleyerek Türkiye’yi, duygusallık zafiyetine kapılıp Irak’a girme noktasına getirmeye çalışıyorlar.  

Bu realiteden hareketle, Irak coğrafyasında 1991 yılından beri yaşanan ve 2003 yılından itibaren ise tamamen farklı boyutlara tırmanan acılı gelişmeler karşısında olabildiğince soğukkanlı, sağduyulu ve itidalli davranışlar sergileyen Türkiye’nin, son günlerde Irak’taki Türkmenlere yönelik gerçekleştirilen kanlı terör eylemleri üzerinden ciddi anlamda tahrik edilmeye çalışıldığı görülüyor. Bölgeye ve özelde Irak’a yönelik Türkiye’yi ilgilendiren farklı önem derecelerine göre çeşitli konular ve sorunlar vardır. Kuşkusuz bunlar arasında; Türkmenler üzerinden oynanan oyunların çok büyük önem ve ayrıcalığı olduğunu ise kimse inkâr edemez. Bu konuda Türkiye’nin sabrının tükendiği, geç kalma endişesine kapıldığı ve beklenmeyen anlık sıkıntıların vuku bularak “domino etkisi” gösterme tereddüdüne kapıldığı; bu sebeple, “bardağı taşıran son damla fonksiyonu” üstlenecek küçük bir olumsuzluğu bile bertaraf etme hususunda tereddüt geçirmeden derhal harekete geçeceği hesap edilmektedir.

Açıkçası, dışarıya yansıttığımız bu ürkütücü ve dehşet verici “zayıflık ve zaaflık” görüntümüzün istismar edilerek aleyhimize kullanılması her an mümkündür. Zaten, ısrarla Irak’a savaş açmaya vardırılacak “tamtamların” arkasında bu eksikliklerimizden istifade edilerek kamuoyumuza şırınga edilen “dezenformasyonların olduğu” hepimizin malumudur. O nedenle, sahip olduğumuz binlerce yıllık devlet geleneğinin deneyimi ve üzerimizde taşıdığımız cihanşümul devletler varisi ağırlığıyla hareket ederek, bölgemizle ilgili hesaplarını tutturabilmek için Türkiye’nin içine düşürüldüğü boşluklardan istifade etmek isteyenlerin hamlelerinin önüne geçebilmek için süratle kendimizi yenileyerek toparlanmaya çalışmalıyız. Eğer kendimize gelmez ve çıkarlarımızın ihlal edilmesine neden olan çevremizdeki olumsuz her gelişmeye karşı “askeri müdahalede bulunma tehditleri” savurmaya devam edersek; Irak coğrafyasındaki kimi unsurlarla olan duygusal ilişkilerimiz ile aynı coğrafyadan algıladığımız tehditler kullanılarak Türkiye’nin, “geri dönülemez gaile ve açmazlar” içerisine sürüklenmesi peşinde koşan “malum hâkim güçler”in eline koz vermiş oluruz. Öyle ise, Genişletilmiş Ortadoğu Coğrafyası üzerinde yeni denklemler ve hesaplar peşinde koşmakta olan devletler ve örgütlere vermiş olduğumuz imaj ve fotoğrafları derhal değiştirmeye çalışmalıyız. 

Bu bağlamda, ABD-İsrail-AB mihverinin işgal altında tutmakta olduğu Irak coğrafyasındaki Türkiye’yi ilgilendiren hayati gelişmeler karşısında, “duygusallıktan, hissiyattan ve heyecandan uzak” bir görüntüyle, ama olabildiğince “akılcı, gerçekçi, tutarlı, kararlı ve pragmatik” bir yaklaşımla hareket etme becerisi sergilemeliyiz. Eğer iddialı olduğumuz bir konu ve endişe duyduğumuz bir gelişme varsa; eğip bükmeden, kin ve nefret saçmadan “tutarlı ve sağlam dayanaklar” üzerinden her platformda rahatlıkla dillendirebilme ve de iddialarımızın peşini prensipli bir şekilde takip edebilme cesaretini göstermeliyiz. Hâlbuki biz, mesela; son aylarda ısrarlı bir biçimde Irak’ın kuzeyine ve gerekirse diğer bölgelerine kapsamlı bir harekât düzenleyeceğimizi “dünya harp tarihinin yerleşik gizlilik ilkelerini hiçe sayarak” iç ve dış kamuoyuna pompalarken, görünürdeki gerekçemiz Kuzey Irak’ta üstlenmiş olan PKK terör örgütünün Türkiye’ye sızarak terör eylemleri gerçekleştirmesiydi. Daha önceki farklı nedenlere dayanarak Irak konusundaki çıkışlarımız, Irak topraklarındaki halihazırdaki terör operasyonlarımız ve davul zurna çalarcasına tempo tutturarak harekât düzenleyeceğimizi deşifre etmemizden hareketle ABD-İsrail-AB üçlü mihveri ile bölgede güç gösterisinde bulunan örgütler, hem Irak’a operasyon düzenleme gerekçemizin “tek ve gerçek neden” olmadığı, hem de “hareket değil blöf bereketi” olduğu kanaatine vararak Türkiye’yi ciddiye bile almadılar.

Gerçekten, bölgeyi işgal eden ve buraları yeniden dizayn etme projelerine işlerlik kazandırmaya çalışan güç odaklarına göre; son aylarda Türkiye’nin, “terör ve PKK’nın palazlanması” gerekçesiyle Kuzey Irak’a ve gerekirse Irak’ın diğer bölgelerine yönelik operasyonlar düzenleyeceği yönündeki çıkışlarının perde gerisindeki gerçek sebebin “Türkmenler ve bununla bağlantılı olarak Kerkük’ün gelecekteki statüsü” konularıdır. Sağır sultana bile duyurma gayretine girilircesin şamata yapılarak “Kuzey Irak’a girileceği” yönünde çıkışlar yapıldığı dikkate alınacak olursa, söz konusu iddia belli ölçüde doğru olabilir. Eğer bu iddia doğruysa, devlet ciddiyetinden uzaklaşma ve temelsiz devletler gibi kullanılma konumuna getirilmişiz demektir. Öyle ise, Irak’taki menfaatlerimizin peşinde koşmayı geçici olarak ertelenerek, öncelikle bu hafifleştirilmiş ve yönlendirilmeye müsait hale getirilmiş görüntümüzden kurtulmanın çareleri aranmalıdır. Aksi halde, dün PKK eylemlerinin artırılması, bugün Türkmenlere intihar saldırı düzenlenmesi ve yarın da Kerkük’ün statüsünün değiştirilmesi gibi çok sayıda sorunlar önümüze sürülerek “savaşa girdirilme” yönünde tahrik ve teşvik edilmeye devam edileceğiz.

Eğer, Türkiye’yi ateşe atma riski taşıyan “yanlış ve yönlendirme” kararlar karşısında görevinden istifa ederek muhataplarını “hizaya getirecek” Torumtay Paşalar olmazsa; Türkiye, mutlaka savaşlara girdirilerek “belirleyici bölgesel aktör” olma pozisyonundan düşürülecektir denebilir. Geçmişte, merhum Paşalarımızdan İnönü’nün Ege Adaları konusunda çekingen davrandığını dillerine dolayanlar, Türkiye’nin bugün içerisine düşürülmeye çalışıldığı ateş çemberini daha da yakınlaştırmanın propagandasını yapıyorlar. O nedenle, olabildiğince dikkatli davranarak, savaşa girme tahrik ve teşviklerine kapılmadan; müttefiklik ilişkilerinin sunduğu imkân ve fırsatlardan istifade ederek, ABD ile kıyasıya pazarlık ve müzakereler içerisine girerek konumumuzu daha da güçlendirmenin peşinde koşmalıyız. Zira, ABD-İsrail-AB mihveri, bu bölgede Türkiye’ye muhtaçtırlar. Öyle ise bu ayrıcalıklı pozisyon ve fırsatları çok iyi kullanmak zorundayız.

Şayet, “hayal ve hamaset naralarına” aldanarak, Irak’ın hâlihazırdaki egemeni konumundaki Amerika ile Türkiye’nin arasının bozulmasına giden yanlış davranış ve politikalar sergilersek, iki NATO üyesi arasında dolaylı da olsa bir savaş çıkarılacaktır.

ABD’nin, gölgede kalarak, Irak’taki Peşmergeler eliyle yürüteceği bu savaş sebebiyle Türkiye ciddi anlamda zayıflatılacaktır. Kendi derdine çare arama telaşına kapılacak olan Türkiye, böylece hem bölgesel ve hem de içimizdeki olumsuz gelişmelerin hiçbiriyle uğraşacak zaman, moral ve güç bulamayacaktır. Böylece, bugün uğruna savaşa girmeyi bile göze aldığımız “muhtemel Kürdistan devleti” asıl o vakit kurulacaktır. İşte bu hesapla, Türkiye’nin hassasiyet ve duyarlılıkları göz önünde bulundurularak, Türkmenlere düzenlenen terör saldırıları üzerinden, Türkiye’nin sabrı taşırılmak isteniyor. O nedenle, çoğunlukla Şii Türkmenlerin yaşadığı 26 bin nüfuslu Tuz Hurmatu kentine bağlı Emirli kasabasındaki “pazaryerine” büyük çaplı bir intihar saldırısı düzenlenmiştir. Açıkçası, düzenlenmiş olan kanlı intihar saldırısının büyüklüğü dikkate alındığında; Türkiye’nin ırak’a girmesi için ne derece tahrik edilmeye çalışıldığı kolayca anlaşılabiliyor.

Öte yandan,  son haftalarda Ortadoğu coğrafyası ve kimi Avrupa ülkelerinde Batılı hedeflere yöneltilmiş olan terör hadiseleri ile birkaç gün önce Kuzey Irak’ın İran sınırına yakın bölgesi ve Türkmenlerin yoğun bir şekilde yaşadığı Tuz Hurmatu kentinde düzenlenen terör eylemlerinin doğrudan El Kaide terör örgütü ya da “İslami terör” ile ilişkilendirilmesi dikkate alınınca; bir şekilde Türkiye’nin, “İslami terör ve El kaide” üzerinden “küresel teröre karşı savaş” tezinin doğrudan uygulayıcısı konumuna itilmek istendiği de dikkatlerden kaçmıyor. Diğer yandan, “medeniyetler arası ittifak projesi”nin doğrudan yürütücülerinden biri konumundaki Türkiye’nin, küresel nitelik kazandığı iddia edilen ve şimdi de Türkiye’nin hayat damarlarından biri konumundaki Irak’taki Türkmenleri hedef seçen “küresel nitelikli İslami terör”e karşı doğrudan harekete geçmesi Türkiye dayatılıyor denebilir.

Ayrıca, Kuzey Irak kaynaklı PKK terörünü gerekçe göstererek ABD-İsrail-AB mihverini dünya kamuoyu nazarında itham eden Türkiye’nin önüne, Batılı hedefleri de yoklayan; daha ciddi, vahim ve küresel nitelikli başka bir terör vakası Türkmenler üzerinden sunularak, Türkiye’nin yaygara ve tehditleri ciddi anlamda boşa çıkarılmaya çalışılıyor.

Daha açıkçası; Kuzey Irak bölgesindeki Türkmenlere yöneltilmiş olan dehşetli terör saldırısı üzerinden çok sayıda amaç gerçekleştirilmeye çalışılmış olabilir. Olayların gelişim seyri ve perde arkasındaki odakların amaçları net bir şekilde bilinmediği için, bu kanlı eylemler vasıtasıyla nelere sebep olmak istendiğini belirgin bir şekilde ortaya koyma imkânımız yoktur.

Ancak, bu kanlı terör hadisesinden yola çıkarak, bölgenin gebe olduğu gelişmelere ışık tutmaya yarayacak bir biçimde, muhtemel beklenti ve hedefleri sıralayabiliriz.

Aslında, Türkiye’yi yakından ilgilendiren ve belli ölçüde de riskli duruma iten Irak’taki gelişmelerle ilgili olarak “nokta atış” tarzında bir değerlendirme yerine, “kapsamlı ihtimal hesapları”nı dikkate alan bir analizin, sürecin çok yönlü bir şekilde okunabilmesi açısından çok daha yararlı olacağı söylenebilir. Bu bakış açısından hareketle, birkaç gün önce, Irak’taki Türkmenlere yöneltilmiş olan intihar saldırısı üzerinden hangi amaçlara ulaşılmaya çalışıldığını bir dahaki yazımızda kapsamlı bir şekilde ele almaya çalışacağız.