Büyük sosyolog Şerif Mardin üstadımız Hürriyet gazetesi yazarı Ayşe Arman'a vermiş olduğu mülakatta "mahalle baskısı" söylemini dudaklarından sudur ettirdikten hemen sonra malum medya "mal bulmuş mağribi" gibi bu kavramı kullanıp tüketmeye başladılar. Yıllardan beri kendisi gibi düşünmeyen, inanmayan, giyinmeyen insanları ezercesine yaşayan, yazan ve söyleyen jakobenler şimdi kendi hayat tarzı ve dünya görüşleri üzerinde mahalle baskısı oluşturulacak tehdidi ve tedirginliği hissettiklerini söyleyerek ev sahibini bastıran hırsız numarası çekmektedirler. Halkın yaşam tarzına jakoben/dayatmacı bir anlayışlarla ve eylemlerle yaklaşanlar yeni anayasal düzenlemelerin gündemde olmasını kullanarak "biz atalarımızın anlayışından dönmeyiz" statikliğini söyleme ahlakındadırlar. Malum çığırtkanlar anayasa değişikliliğine ilginç gerekçelerle tepki göstermektedirler. Üniversitelerde başörtüsünün serbest olmasının başörtülülerin sayısının artıracağını, sayısı artan başörtülülerin açık olanların üzerinde mahalle baskısını oluşturacağı söylenmeye başladılar. Hamasi duygularla meseleleri anlamayı ahlak haline getirenler analitik ve sorgulayıcı düşünme yeteneğine hiçbir zaman ulaşamayan -Alev Alatlı'nın dediği- yarı-insan konumundan kurtulamadılar. Öncelikle 1990–1995 li yıllarda başörtüsü serbest olduğunda bu baskı olmuş mudur? Bu soruyu ne sormuşlardır ne de bu soruya cevap aramışlardır. Bu yıllara bakıldığında böyle bir baskı olmadığı ortadadır. Bu ülkede başörtüsünden rahatsız olanlar aslında toplumun Müslümanlaşmasından rahatsız olanlardır. Başörtüsünün serbest bırakılmasının Müslümanlaşmanın artmasını sağlayacağını düşünenler şunu da bilmelidirler ki kişinin başını örtmesi onu tamamıyle Müslüman yapmaz son yıllarda görünen başörtülü öznesi ve imajı bunun en büyük göstergesidir. Müslüman olmak zikir, fikir ve amel birlikteliğini taşıyan bir bütünlüktür.
Bugün Malezya oluruz diyenler eskiden İran oluruz, Cezayir oluruz diye yaygara basıp bu söylemleri ezberleyen beyinlerdir. "İran ya da Cezayir oluruz" diye kehanette bulunup bunu dinlendirenler bu kehanetleri tutmayınca Malezyalaşırız diye yeni bir uyduruk kehanette bulundular. Bu kehanetlerde bulunurlarken de bu ülkenin bütün geçmiş birikimini, köklerini ve medeniyet tecrübesini, insanlığın hamisi olma deneyimini saygısızca görmezden geldiler. Aslında Malezyalaşmaktan kasıtlarında ise bilinçaltında yatan bireylerin Müslümanlaşması paronayasıdır.
Aslında "mahalle" kavramını ilk kullanan Şerif MARDİN değildir. İslami camianın içerisinde "Mahalleden haberler var" şeklinde yayın yapan bazı dergiler mahalle kavramını sosyolojinin literatürüne kazandırmışlardır. Bu kavramı kullananlar kendilerine ait gettolar oluşturmakla kabiliyetli olanlardı. İslamcı (leblebici, simitçi gibi) kavramları kendilerine layık görenler gettolaşmak anlamındaki yaşadığı mekânı kasteden mahalle kavramını kendilerinin bulunduğu yer olarak isimlendirmeyi uygun buldular. Yaşam tarzının mahallesi olmasına karşılık dinin bir mahallesinin olması ise İslam gibi evrensel bir dini hapsetmek -cahillik içeren- niyeti gütmektedir. Tüm bunlara bağlı olarak durumdan vazife çıkarmayı ahlak haline getirenler çocukça mahalle takımları kurmaya başladılar. Cumhuriyetçilerin, laiklerin, İslamcıların, liberallerin takımları kadrolarıyla açıklayıverdi. Birde bunun yanında kendi mahallesine kızıp karşı mahallenin kalesine geçip az bir transfer ücreti karşılığında durumunu kurtaranlar var ki bu açıklanan kadrolarda yer bulamamanın üzüntüsü içindelerdir herhalde. Madem söz mahalle kavramından açılmışken küçükken mahalle maçlarımızda huysuz arkadaş tipi gıcıklığına karşı takıma gidip, takımını kalecisiz bırakma niyetini güttükten sonra karşı mahallenin kaleci yokluğunu kapatıp eski mahallesine nanik yapanlar tayfasından olanlar arafta kalmanın acısını koca bir ıstırap halinde hissetmektedirler. Din kültürü dersinin ders olarak okutulması bireylere İslam'ın dayatılması ya da bu dersi alanların Müslüman yapılması anlamına gelmediği karşı takımın kalesine geçmekte kişiyi o mahalleli yapmayacaktır vesselam…