2003 ve 2004'te aylar boyu saatlerce Leyla Zana'nın başının arkasına baktım.
Birkaç metre önümde, Ankara'daki kasvetli Devlet Güvenlik Mahkemesi salonlarından birinde hâkimle savcının karşısında oturuyordu. Üç arkadaşıyla birlikte, birkaç yıl önce terörist PKK ile bağlantıları olduğu gerekçesiyle hapse girmelerine yol açan dava yeniden görülüyordu. Bunun sebebi 2003'te kabul edilen ve Türk devletini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin adil olmadığına hükmettiği davaları yeniden görmeye mecbur bırakan yeni bir yasaydı. Zana'nın 10 yıl hapisle cezalandırıldığı ilk dava, o kusurlu davalardan biriydi. Peki suçu neydi? 1991'de TBMM'deki milletvekilliği yemini sırasında Kürtçe bir cümle kurması. Ceza almasından kısa süre sonra birçok Avrupalı için Türkiye'deki Kürtlerin dillerinin, kültürlerinin ve siyasi haklarının tanınması için verdiği mücadelenin simgesi haline geldi. 1995'te Avrupa Parlamentosu Zana'ya Saharov ödülünü verdi; insan haklarını savunduğu için eziyet gören insanlara verilen özel bir ödüldü bu.
Parlamento adına, yeniden görülen davada bulunmak, Zana ve diğer üç mahkuma moral destek vermek ve bu kez davalıların adil yargılanıp yargılanmayacağını görmek üzere defalarca Ankara'ya gittim. Adil yargılanmadılar, zira aynı sudan kanıtlar ve Türk Ceza Kanunu'nun kısıtlayıcı maddelerinin tartışmalı yorumu söz konusuydu. Neticede Zana ve üç eski Kürt parlamenter Nisan 2004'te tekrar ceza aldı. Bütün dava üç ay sonra şaşırtıcı bir noktaya geliverdi ve Yargıtay'ın kararı teknik bir hataya dayanarak bozması üzerine dördü de serbest bırakıldı.
Zana nihayet özgürdü ve ilerleyen yıllarda, ödülünü almak ve Kürt sorununu tartışmak için çeşitli defalar Avrupa Parlamentosu'nu ziyaret etti. Türkiye'de ne olması gerektiğine dair pek çok kez onunla konuşma fırsatı buldum. Canlı tartışmalardı bunlar, bazı noktalarda anlaşıyorduk, fakat hapisteki PKK lideri Abdullah Öcalan'ın Kürt sorununun çözümü konusunda oynaması gereken kilit role dair yaklaşımında aynı fikirde değildik. Bu düşüncesini Türkiye'de de açıkça ifade etti ve bundan dolayı 2008 ve 2009'da "terör propagandası yaptığı" gerekçesiyle yine yıllarca hapis cezası aldı.
Son birkaç yıldır Zana'yla konuşmadım. Hâlâ aktif olmasına rağmen, yeni bir Kürt siyasetçiler kuşağının onun yerini aldığı izlenimi içindeydim. Fakat BDP haziran seçimleri için onu tekrar aday gösterdi ve iyi bir parlamenter olabileceğini kanıtlaması için ikinci bir şans verdi. Ve birçok kritik meselede onunla hemfikir olmasam da, performansını merakla bekliyordum. Öyle bir şey olmayacak. İki gün önce Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Zana'nın ve başka bazı BDP'lilerin adaylığını eski mahkumiyetlerini gerekçe göstererek veto etti. Neticede bunun anlamı şu: Türk yargısının geçmişte Zana'yı hapse götüren bütün hataları ve keyfi kararları hâlâ onun peşini bırakmıyor. O bir zamanların değil, bütün zamanların sanığı.
Aynı YSK eski başsavcı İlhan Cihaner de dahil, bazı Ergenekon sanıklarının adaylığında ise hiçbir sorun görmedi. Bu insanların Meclis'e girmek istemesinin tek nedeninin hapisten çıkmak olduğu herkesin malumu olsa da, YSK yetkilileri Meclis yetkilerinin ve onunla birlikte gelen dokunulmazlığın bu şekilde suiistimal edilmesine dair hiçbir kuşku beyan etmiş değil. Zana'nın reddedilip Cihaner'in onaylanması iki bariz mesaj veriyor. Bu BDP'ye yönelik bir kışkırtma, ki partinin ve destekçilerinin buna kapılmayacak kadar akıllı davranmasını umut ediyorum. Bu aynı zamanda bütün mevcut ve müstakbel suç sanıklarına, bir sonraki seçimler öncesi kendilerine Türk yargı sisteminin düzgün işlemesini bozmakta yardımcı olmaya istekli bir parti aramaları yönünde çıkarılmış bir davetiye.
Kaynak: Zaman