Türkiye toplumu tüm dinamikleriyle demokrasiye geçiş mücadelesi verirken eskinin pratiklerinin eskinin aktörlerince hortlatılması anakronizmdir; 20. yüzyıldaki faşizan ve totaliter ruhun intikam alma çabasıdır.
Türkiye’de seçimlerin “yargı güvencesi”nde yapılması, kimileri bakımından bir “güven” duygusu yaratabilir. Ancak demokrasi ve özgürlük talepleri bakımından objektif anlamda bir güvensizlik kaynağı oluşturduğu çok açık. 1961 darbesiyle üretilen Anayasa Mahkemesi’nin özgürlükleri ve demokrasiyi koruma dışında her türlü “yüce” misyonu üstlendiği, bu bağlamda Türkiye’yi ideolojik gerekçelerle iptal edilen yasalar ve kapatılan partiler mezarına çevirdiği, Yargıtay ve Danıştay’ın “yargı tarafsız olmalı, amma...” üstenci söylemleriyle adaleti, birey ile devletin ideolojik muhafızlarının karşı karşıya kaldığı her durumda yok etmesi; diğer yandan referan
dumdan önceki HSYK’nın “Karargâh” ile eşgüdüm içinde yargıçları ideolojik silah olarak kullanma merkezi gibi çalışması derken, şimdilerde Yüksek Seçim Kurulu’nu yeniden tartışmaya başladık.
Nedir bu YSK? Darbe Anayasası’nın 79. Maddesi’ne göre bu YSK yedi asıl ve dört yedek üyeden oluşur. Üyelerinin altısı Yargıtay, beşi ise Danıştay’dan gelir. Mevcut üye profiline bakıldığında henüz 2010 referandum sonuçlarının yansımadığını ve eski yargı “karargâh”larından birini oluşturduğu anlaşılabilir. Türkiye’de yüksek yargıdan söz ederken bununla gerçekten de “yargı”yı kastedemeyeceğimizi; hukuk devletinden söz ederken, darbe düzenlemelerinden müteşekkil mevzuatın oluşturduğu iskelete gerçekten de “hukuk” diyemeyeceğimizi biliyoruz. Buna rağmen seçimlerin yargı denetimi ve güvencesinde yürütüleceğine ilişkin darbe anayasasının hükmünü gerçekten de “denetim, yönetim ve güvence” olarak algılamak ideolojik körlük olmasa bile cehaletle açıklanabilir.
İptal gerekçesinin ‘suçları’
Kabul edelim ki, demokrasi ve özgürlük çağrısını dile getiren, üzerindeki vesayet gömleğini parçalama azminde olan toplum bakımından cari sistemin hukuk normları ve yargı kurumları yalnızca bir handikaptır; bu kurumların yarattığı kültür üzerine demokrasiyi inşa etmemiz bir hayaldir; 20. Yüzyılın kurumlar rehberliği karanlık bir yolun cılız mumlarıdır, ancak aydınlığa götürmezler.
Ve Türkiye’nin yeni Anayasasının yapılacağı sürece doğru yol alırken, 28 Şubat’tan bugüne Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay ile işbirliğinde her bir demokrasi ihtimalini boğma mücadelesini yürüten YSK, bugün mevzuat perdesi altında bu pretorjen mücadeleyi tek başına yürütmektedir.
Medyaya yansıyan gerekçelere bakıldığında, adaylardan mahkûmiyetleri bulunanların, talep edilmiş olduğu halde memnu hakların iadesine ilişkin kesinleşmiş mahkeme kararını ibraz etmemiş olmaları, iptal nedeni olarak göze çarpıyor.
BDP destekli adaylar aleyhine verilmiş iptal kararında gerekçenin devlete karşı işlenmiş siyasal suçlardan mahkûmiyet olduğu anlaşılmaktadır. Gerçekte bu suçlar, devlete karşı değil, devletin 27 Mayıs ve 12 Eylül darbeleriyle oluşturulmuş siyasi kurumlar haritasına ve referanslarına karşı suçlar niteliğindedir. Bu suçların tamamı maddi içerik itibariyle siyasal harita değişiklikleriyle birlikte anlamsızlaşır. Ertuğrul Kürkçü 1970’li yıllarda, diğer adaylar ise 2010 referandumundan önceki dönemlerde siyasal suçlar nedeniyle mahkûmiyet almışlardır. Bu mahkûmiyetlerin tamamının zorlama ve ideolojik yorumlar üzerine kurulu olduğu, mahkûmiyetin dayandığı yasal düzenlemelerden de rahatlıkla anlaşılabilir.
‘Ama’sız ve ‘fakat’sız yargı
Bir gerçek değişmiyor: 1970’lerin Anayasal düzenine karşı suçlar, o anayasal düzeni ortadan kaldıran 12 Eylül darbesiyle zaten suç olmaktan çıkmış durumdadır. 2010 referandumuyla or
taya çıkan yeni siyasal harita bakımından, önceki ideolojik suçların maddi unsurlarından bugün itibariyle söz etmek, eğer yasa lafzının putlaştırılması biçiminde özel bir gayret gösterilmezse, mümkün olmamak gerekir.
Gerekçe darbecilerin ve bu darbe geleneğinin dışına çıkamayan iradelerin ürünü olan düzenlemelerden hareketle, yine dönemin ideolojik yargısınca verilen mahkûmiyetleri üzerine kurulu. Örneğin anadilde eğitim, özerklik veya federalizm istemeyi, terör örgütü aynısını savunuyor diye silahlı terör örgütüne yardım ve yataklık; silahlar sussun protestosu yapmayı toplantı ve gösteri yürüyüşü kanununa muhalefet veya Parlamento’da Kürtçe yemin etmeyi terör örgütü üyeliği kapsamında gören yargısal pratiklerden söz ediyoruz. Yani aslında devlete değil, yalnızca devletin darbeciler, cuntacılar ve tek parti diktatörlüğünce üretilmiş siyasi haritasına aykırılık nedeniyle demokratik aktörlerin yargı eliyle terörize edilmesinden başka bir şey değildir. Tüm bunlara “yargı kararı” deyip meşruiyet örtüsü altına almak mümkün değildir, ahlaken de sorunludur.
Faşizan ruhun intikam çabası
Zira ideolojik saiklerle cezalandırılan yurttaşların cezaları Yargıtay’da onanmakta, ardından aynı Yargıtay üyeleri YSK üyeliğine seçilerek aynı yurttaşları bu defa “ne yapalım mevzuat açık” hayıflamalarıyla siyasetten mahrum edebilmektedir. Bu sarmalın kendisini ciddi bir şekilde tartışmaya açmak zorundayız. En doğrusu, tüm yargı sisteminin “ama”sız, “fakat”sız bir demokratik yeniden yapılandırmaya tabi tutmak, yeni Anayasayı da bunun imkanı olarak değerlendirmektir.
Türkiye Toplumu tüm dinamikleriyle demokrasiye geçiş için mücadele ederken, eskinin pratiklerinin eskinin aktörlerince hortlatılarak demokrasinin karşısına çıkarılması, anakronizmdir; 20. yüzyıldaki faşizan ve totaliter ruhun intikam alma çabasıdır. Ve toplumsal tabanları şiddete yönlendirdiği için de çok tehlikeli bir operasyondur.
Yeni Anayasa'ya doğru
Demokrasi koalisyonu gerekli
SİYASAL alanın bu son YSK kararıyla birlikte ne kadar kırılgan ve değişken olduğu kanıtlanmış durumda. Özellikle vesayet kurumlarının operasyonel imkânları olduğu gibi duruyor. Ankara’daki karanlık odakların 27 Mayıs öncesinde olduğu gibi demokrasiye karşı bazı kitleleri mobilize edebilecekleri çok açık. Buna karşı duracak siyasi akıl, demokrasi koalisyonunu işaret etmekte. Bu nedenle yeni Anayasayı, vesayetin mağdurlarını vesayetin kucağına iterek yapma rüyasının kötü bir serap (fata morgana) olabileceğini hatırlatmakta yarar vardır.
Kaynak: Star