Nereye gittiğimizi bilmiyoruz belki ama şu anda nerede durduğumuzu bilmek faydalı olabilir.
(1)
Öncelikli olarak zamanın lehimize olmadığını, tersine, aleyhimize işlediğini itiraf etmek zorundayız. Zira yönetimin sivillere teslim edilmesi gerektiği müddet olan altı aylık sürenin aşılması (ki geçtiğimiz şubat ayının 13'ünde ilan edilmişti) şu an içerisinde bulunduğumuz kriz ve çıkmazlara girmemize yol açan, farklı sonuçlara kapı aralayan bir maceraydı. Bu itiraf, Anayasayı Değiştirme Komisyonu'nun belirlediği "yol haritası"na bağlı kalsaydık son günlerde başımıza gelen olayların meydana gelmeyeceğini kabul etmediğimiz taktirde eksik kalacaktır. Şayet komisyonun kararları Yüksek Askeri Meclis'in ifade ettiği altı aylık sürenin bitimiyle birlikte Haziran ayında uygulamaya geçseydi, şu anda başkanlık seçimlerini yapıyor alacaktık.
Kaderin bir çelişkisi ya da oyunu diyelim, anayasayı değiştirme komisyonun tavsiyeleri, bizatihi, azınlıkların "seçim mi yoksa anayasa mı önce yapılmalı?" şeklinde ortaya attıkları tartışmanın fitilini ateşlenmesinde önemli rol oynamıştır. Birçoklarının unuttuğu ya da bilmezden geldiği şey, o zaman ortaya atılan fikrin sadece anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesi olduğudur. Ancak komisyon, anayasanın değiştirilmesiyle ilgili olan 189. maddeyle ilgili işleminde, bu maddeye, yeni anayasayı altı ay içerisinde hazırlayacak olan kurucu komisyonun halk ve şura meclislerine seçilecek olan üyeler tarafından belirleneceğini ifade eden bir ilavede bulundu. Bu da, yeni anayasa yapımı fikrini ortaya atanın Anayasayı Değiştirme Komisyonu olduğunu gösteriyor, azınlıklar ise 1971 yılında hazırlanan anayasanın sadece bazı maddelerinin değiştirilmesini kabul etmişlerdi. Yankıları günümüze kadar devam eden tartışmanın fişeklenmesine yol açan işte tam da bu noktadır.
Heder edilen zamanın ve içine düştüğümüz krizin sorumluluğunun kimde olduğunun belirlenmesi noktasında açık olmak gerekirse, ilk sorumlunun son aylarda geminin yürütülmesi için büyük gayretler sarfeden ancak bir çok hataya da imza atan ve sürekli tereddütle hareket eden askeri meclis olduğunu söylemek gerecektir. Bu kararsızlığı o raddeye varmıştır ki sürekli sokağın baskısıyla adımlar atmış ve kendi insiyatifiyle bir şeyler yapamamıştır. Bunun nedeni, askeri meclisin üyelerinin hiç birisinin profesyonel siyasi kökenden gelmemiş olmasında yatmaktadır. Zira siyasetle ilişkilerini koparmaları, ordudaki varlıklarının ve yüksek rütbelere yükselmelerinin temel şartıydı. Bir başka ifadeyle devrimin şartları, askeri meclise taşımayacağı yükü yüklemiş, ehli olmadıkları işin sorumluluğunun altına girmelerine neden olmuştur.
İkinci sorumlu ise, mücadelesini siyasi zeminde değil de ideolojik zeminde yapmakta olan siyasi ve entelektüel elittir. Söz konusu elitin düşüncelerine ve eylemlerine hakim olan söylem, ülkenin gidişatıyla ilgili atılan adımların halkın ve ülkenin çıkarlarına hizmet edip etmediği değil; bunların İslami mi yoksa laik bir yönelim içerisinde olup olmadığı olmuştur.
(2)
Şu aşamada Askeri Meclis'e karşı duyulan bir güven kriziyle karşı karşıyayız. Bunun nedenleri şunlar olabilir: Dr. Silmi vesikasının içeriğinin, Yüksek Askeri Meclis'in toplum üzerindeki vesayetinin devam etmesi ve eski rejimle irtibatının sürdüğü izlenimini vermiş olması. Bir çokları ve hatta İsrail istihbaratının başı bile bunu, Mısır'da yönetimin aynı kaldığı sadece yöneticilerin yer değiştirdiği şeklinde algıladılar.
Bu değerlendirme özellikle eski rejimin sembollerinin sivil mahkemede yargılanması, devrimci gençlerin ise askeri mahkemelere sevk edilmesinde yatan çelişki noktasında çok daha belirgin bir şekilde ortaya çıktı. Ağırdan alma ve sürekli bir kararsızlık hali...Hatta siyasi çürümüşlük ve yolsuzluklarla ilgili kanunun çıkması bile dört ay sürdü. Şeffaflıktan uzak bir tutumun yanında hataların kabul edilmemesi ya da bunlarla ilgili özür dilenmemesi...
Yirmi kişinin hayatını kaybettiği Masbiro olayları ve geçtiğimiz günlerde Tahrir meydanında yaklaşık 43 kişinin şehit olmasıyla sonuçlanan hadiseler, kamuoyunu şoke eden olaylar olarak tarihe geçti. Halen bu olaylarla ilgili çözülemeyen belirsizlikler insanların yönetime olan güveninin sarsılmasına neden oldu. Sonuç olarak kimse bu karışıklıkların sorumlularından hesap sormadı, bu da kamuoyunun kışkırtılması ve aşağılanmasında önemli bir rol oynadı.
Buna karşın, Masbiro'da olan olayları henüz unutmuş değiliz. Öte yandan da hiçbir şekilde mazur görülemeyecek olan 19 Kasım'da Tahrir Meydanındaki genç boykotçulara yönelik vahşi saldırının şokunu henüz atlatabilmiş değiliz, ki bu son olay, Yüksek Askeri Meclis'in yaptığı hataların zirvesini temsil etmektedir. Askeri Meclisin, şehit ailelerinin yaptığı ve beş gün devam eden gösterilerin silah zoruyla dağıtılması için verdiği emir ve talimatlar halen bizleri hayrete düşürmektedir. Bu emirlerin verildiği ilk aşamada, ne İçişleri Bakanının ne de Başbakanın haberi yokmuş. Dağıtma işi felakete dönüşünce bu emri kimin verdiğini bilemedik, hiç kimse ne siyasi ne de kanuni bakımdan meydana gelen olaylarla ilgili hesaba çekilmedi.
Yüksek Askeri Meclis'in neden olduğu karmaşa ortamını siyasi alanda daha derin ve daha kötü bir zihni karışıklık takip etti. Bunun nedeni sadece elitlerin kendi arasında bölünmesi değil ama aynı zamanda meydanın sesini duyduğumuz adını bildiğimiz ancak ağırlıklarını bilemediğimiz tabela ve pankart sahipleriyle dolmasıydı. Bu karışıklık içerisinde gerçekte ne oldukları, ve neyi temsil ettikleri belli olmayan devrimciler lafı sıkça telaffuz edilir oldu. Bu kişiler sadece Tahrir meydanında mı bulunmaktaydılar yoksa dışarıda da uzantıları var mıydı? Meydanda toplanan bu insanlar, kendi grupları mı, devrim adına mı yoksa bütün Mısır toplumu adına mı konuşuyorlardı?
Fas ve Tunus'ta yapılan son seçimler bizlere, sesi en yüksek olan, en çok gürültü çıkaran ve medya önünde daha sık görünen grupların aslında sokakta en az desteğe sahip, halkın desteğinden en az nasibini almış gruplar olduğu gerçeğini ortaya koymuştur. O nedenle bu ülkelerdeki sonuçlar, bizlerin Mısır'da kamuoyunu ve devrimcileri temsil ettiklerini iddia edenlerle ilgili olarak ihtiyatlı olmamızı gerektiriyor. Zira onlar, bu iddialarıyla ülkenin kaderini ilgilendiren konularda müdahalelerde bulunuyor ve siyasi yapıyı kendi istedikleri gibi değiştirmeye çalışıyorlar. Bekleyip, seçimlerle birlikte, söz konusu iddialarla ortaya çıkanların Mısır halkının ne kadarını temsil ettiklerini ve sokakta gerçekte ne kadar bir ağırlığa sahip olduklarını bir görelim. Siyaset pazarında bu tür değerlendirmelerin yapılması ancak seçim sandığının hakem olarak görülmesiyle mümkündür.
(3)
Siyasi sahada meydana gelen kaos, medyada pazarlanmakta olan sloganlar ve düşünceleri de kapsamaktadır, özellikle de iki efsaneyi..Birincisi şehitlerin kanı ile ilgili kullanılan terimler ikincisi de Yüksek Askeri Meclis'le Müslüman Kardeşler arasında bir anlaşmanın bulunduğu yönündeki şayialar. Birincisi seçimlerin ertelenmesi için bir bahane olarak gündeme getiriliyor ve Tahrir Meydanı'nın dışında ifade edilen talepleri tanımlamak için ve özellikle de ülkeyi askeri meclise alternatif olarak yönetecek sivil bir meclisin kurulması bağlamında kullanılıyordu.
Bana göre, şehitlerin kanlarına vefa ve devrim sırasında yaralananların onuruna sahip çıkmak, kendileri hakkında işlenilen suçlarla ilgili özür dileme; sorumluların cezalandırılması ve kayıpların ailelerine tazminat ödemekle ve aynı zamanda şehitlerin kendisi için canlarını feda ettikleri hedeflerin hayata geçirilmesi ve devrimin amaçlarına sahip çıkmayla olur. Ancak başkanlık meclisinin oluşturulması ahde vefa kabul edilirken seçimlerin yapılmasını şehitlerin kanının satılması olarak değerlendirmeyi anlayamıyorum. Bu düşünceyi savunanlar, kendi düşüncelerine karşı çıkan herkesi şehitlerin kanıyla ticaret yapmakla suçluyorlar. Bu ise bir tür düşünsel ve siyasi terörizm olup devrimcilerin bundan kendilerini temize çıkarmaları gerekmektedir.
Tarık el Bişri başkanlığında oluşturulan ve yedi üyesi arasında İhvan mensubu bir hukukçu ve aynı zamanda eski bir parlamento üyesi olan Subhi Salih bulunduğu Anayasayı Değiştirme Komisyonu'nun oluşturulmasından bu yana gündeme getirilen ikinci miti de garip buluyorum. Buna göre Tarık Beşri dini konusunda oldukça gayretli olan birisidir ve suçlama da sabittir. Böylece söz konusu şüpheli ve suçlamaya maruz kalmış şahısların makamlarından uzaklaştırılması aşırı laik ve liberallerin demokrasi anlayışına göre üzerinde fazla düşünülmesi gerekmeyen ve hemen gerçekleştirilmesi gereken bir olaydır. O günden bu yana, bu kişiler, Anayasa Değiştirme Komisyonu yedi hukukçuyu barındırıyor olmasına rağmen Askeri meclisin İslamcılarla işbirliği içerisinde olduğunu iddia ederek eleştiri yağmuruna başlayanlar, bu diğer altı kişinin varlığını görmezden gelip bu ikisinin diğerlerinin arkasından iş çevirip değişiklik yaptıkları suçlamasında bulunuyorlar.
Bu kampanya Askeri meclis'in bazı üyelerini korkutmakta başarılı oldu, öyle ki bu üyeler daha sonraki tayinlerde "meşbuh" şahısların adının eklenmesinden çekindiler, öte yandan ise liberaller ve laikler oluşturulan çeşitli komisyonlara öyle ya da böyle atandılar, bu atamalar da söz konusu "aktivistler" tarafından memnuniyetle karşılandı. (Not: Son hükümette üç üye Vefd Partisi'nden, bir üye Tecemmu Partisinden bir üye de Demokratik toplum Partisi'nden seçildi).
Buna rağmen, Askeri Meclis'le işbirliği suçlaması, bu meclisin üyelerinin karşısında demoklesin kılıcı gibi durdu, sonuç olarak bu meclis üyeleri aracılığıyla yaptıkları açıklamalarda bu suçlamaları yalanladılar. Bu işbirliğinin tek delili olarak ise Askeri Meclis'in seçimlere girecek bir parti kurmalarına ve üzerirlerindeki yasakların kaldırılmasına izin vermiş olmaları sunuldu.
Bu yüzden, bunun tek yorumu, yaklaşık elli yıldır üzerlerinde süren yasaklamalardan vazgeçilmesinin protesto edilmesidir ki bu, varlıklarının meşruiyetinin tanınmasının liberallerin ve laikleri rahatsız eden önemli bir sorun olduğu anlamına gelmektedir.
(4)
Ümitsizlik ve başarısızlık duygusunu içinde barındıran yoğun sis içerisinde, sabrının sınırsız olduğun söylenen Mısırlıların hakkındaki izlenimlerin değişmesine neden olan dönüşümü görmezden gelinemeyen bir ışık görünüyor.
Bu izlenimi tamamen ise korku duvarını aşmış genç nesillerin akın akın katıldıkları geçtiğimiz hafta yapılan gösteriler, tamamıyla değiştirmiş olup artık bu genç nesiller makam ve mevkileri ne kadar yüksek olursa olsun, sultan karşısında hak sözü söylemekten çekinmemektedirler.
Belki de 25 Ocak devriminin başardığı şey yalnız ülkeyi sahibine vermekle kalmayıp aynı zamanda başkalarının bahsettiği türden farklı bir Mısır halkını ve Mısırlıların şu ana kadar görünmeyen diğer yüzünü göstermiş olmasıdır.
İsrail istihbaratı başkanı Mısır'da sadece yöneticilerin yer değiştirdiğini yönetimin ise aynı kaldığını söylemişti. Belki de bu, nisbi bir doğruluk taşıyan bir sözdü. Ancak onun söylemekten çekindiği şey ise Mısır halkının artık değiştiğiydi, bunu söylemeye çekiniyordu çünkü bu durum onu oldukça rahatsız ediyordu.
Tahrir meydanındaki gençlerin geçen hafta attığı bazı sloganların ve yaptıkları bazı işlerin beni memnun etmediğini gizleyecek değilim ancak geçtiğimiz yüzyıl içerisinde yaklaşık elli yıl boyunca bir türlü göremediğimiz ve bu nedenle de köklerinin kurduğunu zannettiğimiz öfkenin ( meğerse sadece hastaymış tamamen ölmemiş) kıymetini bilen ve son derece diri bir neslin varlığını görmem nedeniyle mutluyum. Elhamdülillah..
Kaynak: El Cezire
Dünya Bülteni için Faruk İbrahimoğlu tarafından tercüme edilmiştir.