Depremler de çoğu kez doğumlar için olduğu gibi karanlığı kolluyor ya da kış havasını. Bize öyle geliyor da olabilir, kar karanlığının katlayan etkisinden yayılan sahneler benlikte daha derin izler bırakacağı için. Sakarya depremi bir yaz gecesi gerçekleşmişti; İstanbul’da, karanlık kuyuları andıran evlerimizden sokağa dökülüp geceyi parkta geçirmiştik. Büyük Erzincan depremi 1939’da, 26 Aralık’ı 27 Aralık’a bağlayan gece yaşandı; kış ortasında… Dehşeti tarif edilemez bir beşikte sallanıyor varlığın, kimse yardımına ulaşamaz; sadece Allah ve sen varsın bir karanlık karlı gecede…
Van depremi mevsim bir aceleyle kışa dönerken saat 13.41'de gerçekleşti. Kar manzarasının güzelliği naylon çadırlarda yaşayanlar için bir yere kadar büyüleyici olabilir; sonrası üşüme, titreme ile geçen uykusuz geceler... Sanırsınız söz konusu olan Sakarya depremini yaşamış bir ülke değildir, öylesine doğaçlama ilerliyor yardım çabaları. Örgüt bu zor günlerin acılarını bile kendi kâr hanesine kaydetme telaşında. Vanlının verebildiği cevaplardan biri göç. Yapabilen kendini uzak, yeni bir yerleşme şansı vaat eden şehirlere atıyor.
Tabatabai Üniversitesi’ne bağlı Türk Dili ve Edebiyatı Fakültesi’nde Hikâye Yazarlığı ve Yaratıcı Yazarlık dersleri verdiğim öğrenciler Vanlı depremzedeler için her türlü katkının yanı sıra ayrıca neler yapabileceklerini sorduklarında, aklıma mektup yazma fikri düştü. Kimisi taşradan gelmiş, kimisi yurtta kalıyor, Türkçe bölümünün öğrencileri genellikle bir hayat mücadelesi içinde yol alan gençler. Bem depreminin kapanmayan yaralarını hatırlıyor kimisi, birkaç yıl önce Tahranlıları sokağa döken şiddetli sarsıntıyı hatırlatanlar oluyor. Canavar yerin derinliklerinde bir yerde pusuda bekliyor; gündüz saatlerinde de olsa başını gösterdiğinde ortalık kararacak.
Mektuplar yazdık ve Gazeteci Mehmet Ali Akbulut vasıtasıyla haberdar olduğum, Tahran’da, Van depreminin hemen ardından yardım amaçlı olarak Türkiyeli öğrenciler ve işadamlarının oluşturduğu platforma ulaştırdık. Bayram günlerinde bir kamyon battaniye, kış çadırı ve gıdayla gitmişti platform sözcüleri Van’a; bu gün (Salı günü) akşam bir TIR ve bir kamyon dolusu eşya götürmek üzere ikinci seferlerine çıkmaya hazırlanıyorlar.
Van İranlıların bir kısmı için Türkiye’ye giderken uğrak noktası, güzel şehir. Kar yığınları arasında incecik giysileriyle titremeyi bile unutarak teyzesinin yüksek topuklu yazlık ayakkabılarıyla bir sıcak esinti için keşfe çıkmış çocuğa acilen yardım ulaştırmak gerek.
Gelelim mektuplara… Sayıca çoklar, hepsinden alıntılar yapmam imkânsız. Halime Mümini, zamanın getireceği şifayı hatırlattı mektubunda. Şadi Alinagipor şunları yazdı: “Biz de Bem depremini yaşadık. Annelerini babalarını yitiren çocukların, çocuklarını yitiren anne babaların, yalnız kalan eşlerin acısını yürekten duyuyorum. Onlar Allah tarafından seçilmiş çiçeklerdir. Başınız sağ olsun. Siz yalnız değilsiniz. Böyle felaketler olduğunda birbirimizi daha iyi anlıyor, yakınlaşıyoruz…” Hamide Muradi şiir mısralarıyla bağladı mektubunu: “Yazacağımı birkaç satırın deprem felaketi yaşayan sizlerin dertlerini yatıştıracağını düşünmüyorum, yine de yüreğimden yükselen cümleleri size iletmek istedim. Deprem belası bize de yabancı değil, sizleri gösteren sahneleri televizyonda izlerken duyduğum üzüntüyle bu satırları yazmaya başladım. Sabır diliyor, bir şekilde yanınızda olduğumu bilesiniz istiyorum. Farsça’da çok bilinen iki mısrayı gönderiyorum mektubumla sizlere:
Allah kimi daha çok seviyorsa
Ona daha çok sıkıntı veriyor…
Onun için bilin ki Allah sizi çok seviyor, emin olun!”
“Acınızı yürekten hissediyorum” diye yazdı Fatma Şerifi. “Bir bedenin uzuvları gibiyken, başka türlüsü düşünülebilir mi? Muhammed Rıza Eşcari, bir Farsça atasözünü aktardı: “Kış nihayet biter, utanan kar olur. “ Eriyip toprağa karışacak kar, mevsim dönerken daha fazla direnemeyecek baharın önünde, atasözünün anlatmak istediği bu. Fehime Sevda ise şunları yazdı: “Eğer Türkiye’de olsaydım her gün sizlere uğrayıp yardımcı olmak isterdim. En azından her günkü yemeğimi sizinle bölüşürdüm, dertlerinize ortak olur, çocuklarınızla oynardım, belki böylelikle soğuk havanız sızılarını, sertliğini unuttururdum sizlere… Benim can kardeşlerim, hayatın ne kadar sert yüzleri olsa da sıcak kolları da var, bunu unutmayın. ” Masume Nevruzi de şöyle yazdı: “Hâlâ yaşadığına göre görevin bitmemiş demektir. Niye sağ kaldığını düşün, bunda bir hikmet var mutlaka, lütfen bunun üzerine iyi düşün ve bundan sonra neler yapacağına daha sonra karar ver. Gayreti elden bırakma, iyi haberler bekliyorum senden.”
Mina Çeragali 1990’da yaşanan Rudbar ve 2003’de yaşanan Bem depremlerinin etkilerini hatırlattı: Bu şehirler yeniden inşa edildiler, Van da kısa zaman içinde yeniden ayağa kalkabilir. Elnaz Sadıki Tebes, Rudbar ve Bem depremlerini hatırlatarak, “Allah çok büyük ve merhametli, dertleri veren o, ilaçlarını da veriyor. Şimdi sizin yaşadığınız kederli viraneler bir gün yine hayatın merkezi olacak” diye yazdı. Kışları hep sert geçen Erdebil’den bir öğrenci, Cabir Firuzi de soğuk kış günlerinde evsiz barksız kalan Vanlılara Bem depremi tecrübesi üzerinden taziye dileklerini iletti. Mahbube Teceri bir atasözünü aktardı: “Keşke böyle durumlarda taş taş üstüne düşse de taş baş üstüne düşmese”. Sümeyye Rahimi mektubunu duanın himayesi üzerine kurdu: “Dua yoluyla imdada koşmak gerek, Allah kabir ehli üzerine arz ehlinin duasından dağlar gibi rahmet yağdırır.”
Deprem” afeti nasıl bir iyimserlik üretebilir ki? Sümeyye Mirsalehi Kerman’ın bir köyünde tanık olduğu deprem geçirmiş köyün geçen zaman içinde nasıl yeniden canlandığını tasvir etti: “Ölümler çok acı, başsağlığı diliyorum. Fakat eviniz yıkıldı diye üzülmeyin, Kerman’ın deprem geçiren köyü şimdi eskisinden daha güzel.” Nazenin Nikikbâl, “Yaşadıklarınızda yalnız değilsiniz, yollar uzak olsa da gönüller yakın” diye dile getirdi duygularını. Zehra Ekberi ise şunları yazdı: ”Yaşananları unutamayacağınızı biliyorum, unutun da demiyorum. Deprem Allah’ın gazabının eseri değil, bir hatırlama sebebi olsun, dilerim. Huzur nimetini hatırla, yine bina et o huzuru, bu kez daha kalıcı olarak…”
“Hayat devam ediyor”; Abbas Kiyarüstemi’nin hayata bir övgü olarak kurguladığı deprem filminin yeşil renkli sahnelerinden seslenmeyi sürdürüyor yirmi bir yıl önce gerçekleşen Rudbar depreminin yıkıntıları arasından kurtulan simalar. Afetin ardından süre verilenler bir şey öğrenemedilerse de paylaşmayı öğrenecek, yaşanan acıların getirdiği olgunlaşmayla kardeşlik bağlarının büyük sarsıntıları aşmada sağladığı direnç üzerine kafa yoracaklar. “Ben bir İranlıyım. Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde eğitim gördüğüm için kendimi Türk de sayıyorum. Ama sonuçta hepimiz insanız ve aynı medeniyetin çocuklarıyız. Biriniz hepimiz için, hepimiz birimiz için” diye yazdı Ferşad Nesiri de...