Türkiye’nin Avrupa Birliği peşinde seyretmesi ve koşması bir biçimde Osmanlı’nın Avrupa içlerinde ve derinliklerinde ilerlemesine benzetilirdi. Karşısına manialar çıkartılması ve engellenmesi de Viyana bozgunuyla anılırdı. Esasında Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesi içten teslim olması ve bütün iddialarından vazgeçmesi anlamına geliyor. Avrupa Birliği’nin kesata uğramasına ve hem iktisaden ve hem de değerler açısından iflasını sergilemesine rağmen dur durak bilmeden arkasından seyretmemizi istiyorlar. Halbuki Avrupa Birliği’nin ekonomik olarak kendisine faydası yok. Hatta Japonya, Avrupa Birliği ve ABD’nin ekonomik durgunlukları nedeniyle dünyanın yeni bir savaşın kapısında olduğu varsayılıyor.
Küreselleşme çağında AB’nin kendisine faydası kalmadığı gibi değerler açısından da İslam dünyasına zerre kadar faydası yok. AB’nin değerleri olsa bile bu değerleri bize tatbik etmekten uzaklar. Kelin merhemi olsa kendi başına sürer. Balkan Savaşlarında olduğu gibi çifte standardı çok bariz bir şekilde yapmaktadırlar. Balkan Savaşlarında Balkan devletlerinin Osmanlı’yı bozguna uğratamayacağını hesaplayan Batılı ülkeler savaş sonucunda sınırların değişmeyeceğini garanti etmişlerdir. Statüko sürecektir. Sürpriz bir biçimde savaşı Balkan devletleri kazanınca da taahhütlerinin lafı bile olmamıştır. Bundan dolayı olayların sevkiyle önce II. Abdülhamit düşmanı olan İttihat ve Terakki Genel Sekreteri Ahmet Rıza sıkı bir Hamitçi kesilmiştir. O günlerin bir eseri olarak Batı’nın Şark Politikalarının Ahlaken İflası kitabını yazmıştır. Batı’nın o dönemdeki kalleşliğinin kanıtlarından birisi de Müşir Hüseyin Kıdwai adlı Osmanlı dostunun kaleme almış olduğu Osmanlı'nın Son Dostları kitabıdır. Bu kitapların ve muhtevasının ders olarak okullarda okutulması uygundur ve bu suretle Müslüman çocukları Batı karşısında uyanık kalacaklardır
*
Bugün Rusların veya Çinlilerin ne siyasi ahlakı ne de değeri vardır. Bundan dolayı politikaları kara düzendir. Batılıların Kopenhag gibi kriterleri vardır ama bize geçmez. . Bu kriterler İslam dünyası ve Türkiye olunca işlemez. Batılıların değerleri dünyanın geri klanı için geçersizdir. Dolayısıyla Batılıların değerleri var ama ahlakı yoktur. Tamamen Yahudiler gibidirler. Hukuk ve ahlak kendileri için ayrı goyimler için ayrıdır. Yahudiler dini olarak çifte standartçıdır. Kendi aralarında çalma çırpma, öldürme yapmaz ve faiz almazlar ama Goyimlere olunca iş değişir. Her şey mubah ve serbesttir. Avrupa Birliği ve Batı bugün aynen çifte standartta Yahudileri izlemekte ve kendileri dışındaki dünyaya ahlaksızca yaklaşmakta ve çifte standart izlemektedirler. Ne ABD ne de AB Mısır’da yaşananlara darbe diyebilmiştir. Bosna’da olduğu gibi Suriye olaylarında da gözünü kırpmadan seyre dalmış ve kulağı üzerine yatmıştır. Mason ustası John Kerry, Esat giderse azınlıkların hamisi ve garantörü olacaklarını söylüyor. Şimdi Salih Küllap’ın da yazdığı gibi azınlıklara değil çoğunluğa bir hami ve garantör lazımdır. Suriye’de çoğunluk azınlığı değil azınlık çoğunluğa hükmediyor ve katlediyor. Ve sayelerinde. Kral soytarısı olarak Velit Muallim İsviçre’de arz-ı endam ederken ve herkese posta koyarken sadece Rusya’ya mı güvenmektedir? Yoksa İsrail’den dolayı Batı’nın hareketsizliğine de mi? Ürdün’de diplomat sureti giymiş Esat’ın diplomat şebbihi veya amigosu Behçet Süleyman önüne gelen vekillere esip gürlüyor ve hakaretler yağdırıyor. Angus tipli diplomat olarak ülkede kimse kendisini zapt edemiyor. Kovmayı da mı beceremiyor ve akıllarından geçiremiyorlar? Adam hep bunu yapıyor. Zira Ürdün rejimi siyasi hesap olarak Esat ile kendisini aynı hendekte görüyor. Arap Baharı Suriye hendeğini ve eşiğini aşarsa kendisine geleceğini hesaplıyor. Bu kader ortaklığından dolayı Behçet Süleyman çok rahat ve bu yüzden ağız kokusuna tahammül ediyorlar. Batılılar da Muallim’in ağız kokusuna İslamcıları ötelemek için çekiyorlar!
*
Batı hep böyledir ve böyle olmuştur. Lakin tecrübeyle bir kez daha sabit olmuştur. Buna rağmen hala birileri bizi müflis bir proje olan AB’ye doğru itekliyorlar. Halbuki, ne kriteri kaldı ne de kendisi. Türkiye’nin Ortadoğu eğilimi Arap Baharının sonuçlarıyla kesildiğini tasavvur ediyorlar ve bizi olmayacak duaya amin demeye zorluyorlar. Ortadoğu Sisi ve Esat’tan mı ibarettir ki AB’ye zorlanalım? Lakin Ortadoğu’nun kaşarlanmış liderleri de dik durarak kendilerini halklarının önünde mahcup eden Erdoğan’dan fazla hazzetmiyorlar. Bundan dolayı ondan kurtulmak istedikleri sır değil. Amr Musa tipli liderlerin tek meziyeti ülkelerini satmaktır. Davos’ta Erdoğan’ın Şimon Peres karşısındaki takındığı tavır nedeniyle ne yapacağını bilememiş adeta taş kesilmiş ve hareketsiz kalmıştır. Amr Musa da Mısır’da darbe sürecinde askere el pençe divan durmuştur. Osmanlı’nın son dönemlerinde olduğu gibi şimdi içeriden ve dışarıdan tekrar AB üzerinden bizi terbiye etmeye ve haddimizi bildirmeye kalkışıyorlar. Arap liderleri gibi içimizdeki başarı düşmanları da aynı şekilde kazan kaldırıyor. Yeniden sinirlerimizin ucunu almak ve iğdiş etmek istiyorlar. Şahsiyetsizleştirmek derdindedirler. Arap Baharı karşısında arkaik rejimler de ateş ve barut eşliğinde halklarını yeniden zombileştirmeye çalışmışlardır.
Halka hürriyeti kanla barutla satmak istemişlerdir. Pahası çok yüksek olduğundan halk bir an canı karşılığında hürriyetten elini geri çekmiştir. Hürriyet istemenin bedelini Suriye’de görüyoruz. Batı hürriyetin yanında değil hürriyeti ezenlerin yanındadır. Türkiye gazetesinden Ceren Kenar bunu çok veciz özetlemiş: “Türkiye'nin, özellikle Orta Doğu siyasetine ilişkin Batı eleştirileri, ironik olarak Batının kendisine atfettiği değerler üzerinden gerçekleşiyor. Suriye krizinde, Türkiye en başından beri insan hakları kavramı üzerinden Batı'nın kayıtsızlığını gösteriyor. Mısır darbesinden sonra ise, demokratik teamüllere saygı kavramı üzerinden Batı'nın ikiyüzlü tavrı sergileniyor. Bu eleştirileri değerli kılan ve Türkiye'yi bölgede farklılaştıran da, bu gerekirse 'Batı'ya rağmen Batıcı' pozisyon….”
Ama Batı’ya rağmen batıcılık ve kulluk yapılmaz. Bunu kendi değerlerimiz adına yapmalıyız. Batı’yı da içinde bulunduğu ahlaki çukurdan dolayı paylamalıyız. AB rüyası solalı yıllar oldu ve hala temcit pilavı gibi önümüze sürüyorlar. Utanmadan müflis fikirleri adına ve Batıcılık adına kadavrayı diriltmeye çalışıyorlar. Bu riyakarlık ne zamana kadar sürecek ve kim bu riyakarlığa neşter vuracak? Eskiden Batı kampındakiler Erbakan’ın iğnelemelerine kızardı. Şimdi Batı kampındakilerin yaptığını Erdoğan yapıyor ama bu sefer Batı kampındakilere yaranamıyor. Onlar Erdoğan’dan öçlerini kendileri alamayınca Brüksel’in nizamat vermesi üzerinden almaya çalışıyorlar. Brüksel kulağını çekmeliymiş! Dünya ters döndü. Eksen kayması sadece İslamcılarda mahsus değil bizzat Batıcıların da ekseni fena halde kaymış vaziyette. Eksen diye bir şey kalmamış. AB bizim Tih çölümüz oldu. Beni İsrail Tih’ten 40 yılda çıktı ama bizim esir zihinlerimiz hala AB’nin ve serabın peşinde dolaşıyor. Hala Türkiye onun değersiz değerleriyle terbiye edilmeye çalışılıyor. AB’nin fiyakasını bozmanın vakti çoktan geçti. AB yolu olsa olsa bizim için bir zafer değil, bozgun yoludur. AB’nin Türkiye’yi hala niye almadığı sorulacak olursa, cevabı temsil etiği değerlerdir. Ama birde şunu sormalı değil miyiz? Hala niye ümit veriyorlar? Riyakarlığı çift yada tek taraflı olarak sürdürüyorlar? Tarihi şahsiyetimizin silkinişini engellemek ve bizi üye yapmadan AB limanına demirlemek içindir. Batıcılara gelince; zihnen ve fiziken esir olmaktan memnunlar. Zira, Batı değerleriyle teneffüs ediyorlar.