Bugünlerde en yoğun diplomasiyi İran’ın yürüttüğü söylenebilir. Her ipte oynayan cambaza benziyor. Bütün derdi Suriye rejimini halkının elinden kurtarmak.  İran’ı müttefikleriyle birlikte Suriye cephesini Haziran ayında yapılması beklenen Cenevre II görüşmelerine ve müzakerelerine hazırladığı ifade ediliyor. Bunun iki yönü var. Birincisi, diplomatik olarak, mümkün mertebe bölge ülkelerini Suriye-Irak ve İran cephesine yaklaştırmak.  Bunun için Ali Ekber Salihi, Ürdün Kralı Abdullah II ile görüştü ve onu İran eksenini yaklaştırmak istedi. İranlı yetkililer Katar’ı muhaliflere kesenin ağzını açmaktan sakındırırken Suudluların karşısına da başka bir argümanla çıkıyor: Suriye’de savaş ekseni dışında kalarak bölgenin güvenliğine ve istikrarını muhafaza etmek.

Muhammed Salih Sıdkıyan’ın  El Hayat gazetesindeki haberi ilginç detaylarla dolu. Bunlardan birisi Ürdün Kralı Abdullah II’nin Türkiye ve Katar beraberliğinden ve bu beraberliğin Suriye’deki politikasından rahatsız olduğu ve Salihi’nin Amman ziyaretinde bu rahatsızlığı Kral nezdinde işlemeye (dağdaga) çalıştığı ifade ediliyor. Burada iki ayartmadan bahsedilebilir. Bunlardan birisi İsrail-ABD ayartması ki bu cephe Ürdün-Filistin konfederasyonu üzerinde çalışıyor. Hamas’ı dışlamayı amaçlayan bu konfederasyon iki devletli çözümün yerini de almış olacak.  

Burada  Mahmut Abbas, hem Karadavi hem de Başbakan Erdoğan’ın Gazze’ye planlı gezisinden rahatsız olmuş ve bunu Filistin cephesini bölmek olarak değerlendirmiştir.

Halbuki, Filistin cephesini ikiye bölen bir kendi yanlışları ikincisi de ABD ve İsrail’in entrikaları değil midir? Karadavi ile Erdoğan’ın ziyareti mi bu ayrışımı derinleştiriyor?    Salihi’nin Ürdün’e hem teşviklerle hem de tehditlerle gittiği biliniyor. Teşvik paketinde, 2004 yılında bölgede Şii hilali ve yayılmasından bahseden Kral Abdullah II’yi tavlamak var. Bunun için mali bir çöküntü yaşayan Ürdün’e ekonomik olarak yardım etmeyi teklif ediyorlar. Bunu müttefikleri Maliki üzerinden yapacaklar. Maliki de zaten bir müddet önce bu amaçla Ürdün’ü ziyaret etmişti.  

İran’ın Suriye rejimini mutlak bir sondan kurtarmak için oyunun kuralını değiştirmeyi de düşündüğü ve Golan cephesini sıcak hale getirmeyi planladığı ileri sürülüyor. İran’ın Suriye rejiminden Golan boyu cihat kafilelerine izin vermesini istediği de ileri sürülüyor. Zaten Hasan Nasrallah’ın bu yöndeki açıklamaları açıkça bunu doğruluyor.

*

Diplomatik çabalar çerçevesinde İran’ın ikinci diplomatik atağı Mısır’a yönelik. Mısır’ın yeni yönetimini de yumuşatmış sayılabilir.  Sıdkıyan, yine İran yönetiminin Mısır’ın Katar ile Türkiye beraberliğinden rahatsız olduğunu ve İran’ın bu rahatsızlığı değerlendirmeye çalıştığını kaydediyor. Bu gözlemi başka paylaşanlar da var.

Bunlardan birisi de Cemil Zeyabi (Jameel Theyabi, el Hayat)  ve Mürsi’nin Türkiye-Katar veya Körfez ülkelerinden ziyade Rus-İran eksenine yakın durduğunu yazıyor. Bu hususta şaşırtıcı bir teklif Mısır Dışişleri Bakanı Muhammed Kamil Amro’dan geldi.  Esat’ın 2014’e kadar normal görevini sürdürmesinde kendileri açısından bir beis olmadığını söyledi.  Lakin Esat bununla da yetinmiyor ve Tanıtım Bakanı Ümran Zubi Beşşar’ın kesinlikle iktidardan vazgeçmeyeceğini söylüyor.  

Mısır gerçekten de son sıralarda tavırlarında ikircikli davranıyor.  Ebu Dabi’de -5+1 (Türkiye, Katar, Ürdün, Suudi Arabistan, BAE ve Mısır) toplantısında geleceğin Suriye’sinde Esat’a yer olmadığını kabul etmesine rağmen Muhammed Kamil Amro’nun ardından bu gibi açıklamalar yapması Mısır’ın tavrı konusunda kafa karışıklığına neden oluyor. 

*

İran Cenevre II’ye hazırlık babından diplomatik ataklarını sürdürürken rejimi de konsolide etmeye ve  güçlendirmeye çalışıyor. Bu yönde Hizbullah bütün gücüyle Suriye’deki çatışmalara katıldı.  Irak ve İran’dan gönüllü akınına hız verildiği ileri sürülüyor.  Cenevre’deki pazarlığı iç dengelerin etkileyeceği tasavvur ediliyor. Bundan dolayı da son sıralarda Kasir ve benzeri yerlerde Hizbullah ile Suriye güçleri ortak harekat yürütüyorlar. Hatta Muhammed Salih Sıdkıyan’ın haberine göre, Suriye silahlı kuvvetlerinin bazı yerlerde komuta kademelerini Hizbullah’a devretmesi konusunda Suriye rejiminin İran tarafından ikna edildiği ileri sürülüyor ( (el Hayat, 15 Mayıs 2013, Malumat İraniyye an hütte lit tesir meydaniyyen fi Suriye).

Bu hususta daha da ileri giden İhvan’ın Londra sözcülerinden Züheyr Salim, Beşşar’ın artık Hasan Nasrallah’tan talimat aldığını ileri sürüyor. Zayıflayan rejimin bütün ipleri Hizbullah ve onun İran’daki patronuna kaptırdığı ileri sürülüyor.  

İran Suriye iç cephesini rejim lehine konsolide etmeye çalışırken Ürdün gibi ülkeleri hem birlikte olmak için teşvik ediyor hem de tehdit ediyor. Ürdün’e havuç gösteren Salihi asa göstermekten de imtina etmemiş ve Suriye yönetimini yıkmak için askeri planlardan geri durmasını aksi taktirde uzağa düşeceğini ileri sürmüştür. Burada anahtar kelime tuzak. Salihi Ürdün’ün Suriye’ye müdahale planlarına alet olması halinde tuzağa düşeceğini söylüyor ve tuzak konusunda uyarıyor. Lakin Başbakan Erdoğan ise Reyhanlı saldırısından sonra Türkiye’yi tuzağa çekmek istediklerini söylemiştir. Ve bundan kaçınacaklarını ve uzun nefesli politika izleyeceklerini söylemiştir. 

Burada bir yorum farkı ortaya çıkmaktadır. Reynanlı saldırısı gerçekten de bataklığa çekmek için yapılan tuzak mıdır yoksa Türkiye’ye geri dur mesajı mıdır?  Ben bu hususta Başbakan Erdoğan’ın yorumuna katılamıyorum. Maksat Türkiye’yi Suriye’ye çekmek değil zaten girmekte nazlanan ve mütereddit olan Türkiye’yi iyice caydırmaktır. İç dengelerini hareket geçirme üzerinden mesafeli tutumunu daha da artırmaktır. Suriye rejiminin Türkiye’den iki beklentisi vardı.  Bunlardan birisi halka karşı doğrudan rejimi desteklemekti. Ya da tarafsız kalmaktı.  Hama olaylarındaki gibi Türkiye’yi tarafsız görmek istiyorlardı. Başbakan ‘başka Hama’lara izin vermeyeceğiz’ dediyse de tarafsız kalamadığı gibi Suriye halkını da yeteri kadar koruyamamıştır.