İslam veya İslamcılık dünyanın tamamına yakınını kendi yeşil rengi ile süslüyor. Açık bir şekilde Avrupa ve Rusya'da İslamlaşma süreci devam ediyor. Bu süreç Ortadoğu'da taşları yerinden eden Arap baharından çok daha büyük ve geniş bir şekilde yaşanıyor.

İslamlaşma sürecinin son iki üç yıl içerisinde devam eden Arap baharı ile ilişkisi bulunuyor. Bu süreç tarafımızdan İslam'ın yeniden doğuşu olarak tanımlanıyor ve çok büyük bir etkiye sahip.

Peki, "İslam'ın yeniden doğuşundan" neyi kastediyoruz?

İslam tek ilah inancına dayanan İbrahimi dinlerin sonuncusu. Düşüncesinin önemli bir kısmı zorunlu olarak Yahudi, Hıristiyan inancı ile; İncil ve Tevrat kitapları ile ilişkili. Bu ilişki Muhammed (s) peygamber tarafından kendisine özgü bir şekilde dile getirildi. Muhammed (s) peygamber Allah'tan vahiy aldığını söylüyor ve onun adına konuşuyordu. Müslümanların düşüncesi düşünceal yenilenmeye gerek duymuyor. Muhammed (s) peygamber İncil'deki rivayetlere de vurgu yaparak onların Allah tarafından gönderilen kutsal kitaplar olduğunu ifade etti. Ancak Yahudiler ve Hıristiyanlar tarafından tahrif edilen kutsal metin Muhammed'e (s) gelen vahiy ile kâmilleştirildi.

İslami yasalar

İslam'ı diğer düşüncelerden farklı kılan özellik Allah tarafından gönderilen ve peygamber tarafından aktarılan Kuran'a dayanması. Kuran'ın okunması sonucunda onun İncil'e dayandığı ve önemli yenilikler getirdiği gözlemleniyor. Yenilikler sadece ulemayı ilgilendiren düşünceler değil, sıradan insanları da ilgilendiren hukuki gelenekleri de kapsıyor. En önemli düşünce Allah'ın inançsız kimseleri sevmemesi... Onların Müslüman olması için davet edilmesi gerekiyor. Ancak İslam'ı kabul etmemeleri durumunda ise onlara sabır ile belli kurallar çerçevesinde yaklaşılmalı. Gerekli olduğunda onlara karşı cihad ilan edilebilir ve savaşılabilir. Örnek olarak peygamberin hayatına başvuruluyor. 6 ve 7. Yüzyıllardan sonra bedevi Araplar İslamlaşmaya, önce Ortadoğu sonradan ise İspanya'yı (Kurduba hilafeti) ele geçirmeği başladı.

Belirtilen dönem içerisinde ülkelerin ve halkların büyük çoğunluğu İslamlaştı. Yüksek kültürel değerlere sahip İran, gelişmiş Mısır, büyük Hindistan ve Afrika İslam'ı kabul etti. Bu bölgeler İslam alemi diye tanımlandı. Onların gelişmiş olmasına Müslümanların baskısına karşı gelememesi önemli bir gerçeklik. Onlar sadece zayıf düştükleri için İslamlaşmadı. Aynı zamanda İslam düşüncesi iç düşünceden güçlü olduğu için İslam tercih edildi. İslam'ın gücü nereden geliyor?

Hıristiyanlar bu dinde kendilerine yakın düşünceleri buldu. Hıristiyan Mısır'ın İslamlaşmasında bu durum önemli bir etkendi. İran ise daha fazla karşı geldi. İslam'ın bedevi Araplar ve diğer halklar içerisinde hızlı bir şekilde yayılmasının önemli bir sebebi de sosyal yardımlaşma düşüncesini öne çıkarmasıydı. Gücün temel iki kaynağı bulunuyor. Savaşçılar ve ulema. Savaşçılar devlet kuruyor onların peşinden gelen ulema ise camiler inşa ediyor ve orada güçlü ideolojik temeller atıyordu. Dinin maddi merkezi camiler oldu. İslam ümmetini camiler bir araya getiriyor. İnançlı insanların etnik kimlikler ikinci sırada geliyor ve fazla etkili olamıyordu.

Bu düşüncede derin mana bulunuyor. Bugüne kadar Müslümanlar ümmet olarak bir vücut gibi. En büyük günahın Müslümanı katletmek olması tesadüf sayılamaz. Müslüman olmak tercihe bağlı değildir ve hayatın bir başarısıdır. Bunun değerinin bilinmesi ve hukuki şartlarının yerine getirilmesi gerekiyor. Şartlar o kadar da fazla değildir. Her gün beş vakit kılınan namaz, Ramazan ayında tutulan oruç, sünnet, tesettür gibi vecibeler sayılabilir.

Camilerin önemi

Dini vecibeler içerisinde Müslüman erkeklerin Cuma namazının da belirtilmesi gerekiyor. Cuma namazından önce imamlar hutbe veriyor. Araplar tarafından ele geçirilen topraklarda camilerin ve Cuma namazlarının önemi öne çıkıyor. Arap hilafetinin büyümesi, bölge yöneticileri arasında sorunlar yaşanması sonucunda Müslüman devletler zayıfladı. Bu durumda zayıf düşmüş Müslüman ülkeler Avrupa ülkeleri tarafından ele geçirildi. İslam alemi manevi dini yolla genişleme yolunu tercih etme zorunda kaldı. Yüzyıllarca bu yola devam edilse de batının güçlenmesi onun etkinliğini kısıtladı. İslam alemi kendi yasaları ile yaşadı. Batı ise onu değişmeye ve kendi standartlarına uygunlaştırmaya çalıştı. İdeolojik baskılar yapıldı ve ticari düşüncelerin aktarılması için çaba sarf edildi. Batının güçlü olduğu ve sömürge politikasının devam ettiği dönemde ideolojik baskılar başarısızlıkla sonuçlandı. Batı ülkelerinin baskısı sonucunda cami sadece namaz kılınan ve dua edilen mekan olarak sınırlandırılmaya çalışıldı. 20. Yüzyılda batı dışındaki ülkelerin nüfusu büyük bir hızla arttığı zaman batının gücü de azalma gösterdi. Buna paralel olarak SSCB de soğuk savaşı kaybetti. SSCB yanlısı iktidarlar yok olması ile beraber durum değişti ve onların yerine yeniden canlılık kazanan İslam düşüncesi geçti. İslam'ın yeşil rengi İslamcılık yanlısı baskıcı direnişçilerin eline toplandı. Burada konu sadece cami ile sınırlı değildir. İslam aleminin petrol gelirlerinden kazandığı dolarların da büyük önemi var. SSCB yöneticileri onlara aktif destek verdi. Bununla da SSCB ile ABD arasındaki güç dengesinin korunduğu zannediliyordu. Orta Doğu etrafında yaşanan tartışmalar önem kazandı. Allahın iradesinin gerçekleşmesi için petrol ve cami faktörleri öne çıktı. İran'dan başka diğer ülkelerde askeri güç faktörü eskide kaldı.

Ancak petrolden elde edilen gelirler Selefilerin, Vahhabilerin, cihad yanlılarının hazırlanması için harcandı. Caminin işlevinin bu açıdan değerlendirilmesi gerekiyor. Bugün cami gelenek dışındaki her şeyin merkezi konumunda. Bu durum garip karşılanmamalı. Müslüman ülkelerin yöneticilerinin sadece camilerden gelen talepleri göz önünde tutması gerekmiyor aynı zamanda onları kontrol altında tutan ulemanın da düşüncesini önemsemek zorunda. Bugün onlaın gücü ve etkisi aniden arttı. Önceden İslam alemi batı ülkelerinden bağımlı durumda idi. Bugün ise bu durum söz konusu değildir. Arap baharı sonucunda ortaya çıkan gelişmelere dikkat edilmeli. İslam yanlısı güçler yönetime geldi. Suriye'nin de benzer bir kaderi paylaşması bekleniyor. 988 yılında inşa edilen Ezher üniversitesinin rolü artıyor. Eğitimli gençlerin sayısının artması ve Mısır gibi ülkelerde onların işsiz kalması önemli bir gelişme. Yöneticilerine karşı Arap baharı sürecini onlar başlattı. Otoriter yöneticiler liberal ve demokrasi düşüncelerini savunmasa da ülkeyi baskı altında tuta biliyordu. Mısır, Tunus, Yemen, Libya, Suriye gibi ülkelerde Arap baharı etkili oldu.

Bu ülkelerde yapılan seçimlerde köy halkının kahir çoğunluğu eğitimli gençleri değil İslam yanlısı güçleri destekledi. Onların Suriye'de de kısa bir süre içerisinde yönetime gelmesi bekleniyor.

Tunus ve Mısır'da gençlerin yeni gösteri dalgası başladı. Eğitimli gençlerin sayısının fazla olmadığı Libya ve Yemen'de durum belirsizliğini koruyor. Somali'de çok daha vahim gelişmeler yaşanıyor. Değişim hiçbir olumlu sonuç doğurmadı. İsyancı gençlerin talepleri yerine getirilmese de İslami güçler her tarafta güçlendi ve güçlenmeğe devam ediyor. Libya eyalet aşiretleri ise Mali'ye girdi. Fransa onları oradan çıkarmakta zorlanıyor. En önemli sonuç bu. Buna Ürdün'den Bahreyn'e kadar diğer Arap ülkelerindeki huzursuzluk da ilave edilebilir.

Gençler İslamın etkisi altında

Peygamber'in eleştirilmesi ve komik duruma düşürülmeğe çalışılması yanlış bir tutum. Batı bunu anlamalı. Batının güçsüzlüğü burada kendisini gösteriyor. Batı toplumunun önemli bir kısmı İslam konusunda bilgi sahibi değildir. Ayrıca birkaç nesil sonra inançlı insanların sayısının önemli ölçüde artmasından sonra ne ile karşı karşıya kalacağını bilmiyor. Müslüman düşünce göz önünde tutulduğu zaman sayılarının artacağı tahmin edilebilir. Çocuk sahibi olma kutsal bir değere sahip. Tüm bunlar batı ülkeleri tarafından önemli bulunmuyor. Aşırı gruplar azınlıkta olmakla beraber liderlik konumunda. Onların içerisinden alimler ve imamlar çıkıyor, camileri kontrol altında tutuyor. Beş vakit namazların kılındığı ve dindar halkın toplandığı merkezler fetva yetkisine sahip alimlerle donatılıyor. Rusya genelinde de benzer gelişmeler yaşanıyor. Camilerin sayısının artması ile beraber radikal akımlar da güçleniyor. Ülkemizde Müslümanların sayısı yeterince olsa da aşırı akımlar bulunmuyordu. SSCB'nin yıkılmasından sonra uzun yıllar baskı altında tutulan etnik gruplar güçlendi. Buna paralel olarak İslam dininin yeniden oluşum süreci başladı. 20. Yüzyıldaki manevi boşluk doğal olarak doluyordu.

Manevi boşluk ortadan kalktı. İslam'ın yeşil rengi altında aşırı gruplar oluştu. Batı ülkelerinde ve Rusya'da ikamet eden milyonlarca Müslüman yasalara uygun bir şekilde hayatlarına devam etmek istiyor. Ancak aşırı grupların tutumu buna engel oluyor. İnsanlar yaşanan gelişmelerden endişe duyuyor. En önemlisi ise camilerin ortak olması ve hutbelerin beraber dinlenmesi.

Daha vahim gelişmelerin yaşanmaması için kararlı adımlar atılmalı ve önlemler alınmalı. Önlemlerin Müslümanlara ve camilere karşı değil onların lehinde olması gerekiyor. Camilerde hutbe veren insanlar denetim altında tutulmalı. Dindarların yaşadığı ülkelerin yasalarına uyması için gerekli şartlar oluşturulmalı.