Kemal Atatürk'ün yaptığı laik devrim Türkiye'nin kendi İslami coğrafyasından uzaklaşması ve Müslüman Türk toplumunun sınırlarını aşan siyasî ve sosyal sıcaklıkla Batı dünyasına yönelmesinin temel sebebiydi. Arap ve İslam sorunlarındaki Türk rolü, asırlarca İslam dünyasına hükmetmiş bir devlete yakışmayacak derecede zayıflamıştı.
Türk laiklerin devrimi ile İranlı mollaların devrimi arasındaki ortak özellik aşırılıktı. Yöntemler farklı olmasına rağmen nihayetinde aynı sonuca götürüyor: Kültürel bilinçlenmenin sınırlandırılması ve her yeni şafakla birlikte yeniyi arayan yüz milyonlarca insanın çeşitliliği kuşatmasına imkan verilmemesi.
Arap ve İslam dünyasının birinci sorunu olan Filistin hâlâ demografik, ekonomik ve mali açıdan iki büyük ülkenin siyasî ve siyasî olmayan desteğine ihtiyaç duyuyor. Türkiye'de laikliğin Türk İslam mirasını inkar etmesi, Türkiye'nin aynı dinden kardeşlerine destek olma yönündeki resmî ve halk bazındaki gücünü zayıflattı. Türkiye'nin güneşin batışından doğuşuna kadar tek ilgi alanı Avrupa kıtasında ekonomik yer bulma çabasıydı. Görünen o ki Türkiye kendi halkı için bu Avrupa kıtası dışında bir hayat görmüyor. Türk laik aşırılığının ve Türkiye'nin uygarlık, kültürel ve sosyal geçmişini inkar etmesinin içyüzü bu.
İran'daki molla aşırılığı ise daha etkili. İran, Şah döneminde İran siyasî zihniyetine kök salan öldürücü milliyetçilikten kurtulamayacağını gösterdi. İlahi adaletin davetçileri İranlı mollalar doğru değerler, komşuluk ve iman kardeşliği aleyhine olacak şekilde milliyetçi yayılmacılık alanında en büyük ve geniş adımlar attı, topraklar işgal ettiler, reform yoluyla değil, istikrar duvarını yıkarak başkalarının içişlerine karışan bir dış politika izlediler. Bir gözlemcinin bölge halkları hayatında birçok olumsuzluğu derinleştiren etnik, kültürel ve sosyal üstünlükle ilgili konularda mollalar ile Şah arasında bir farklılık görmesi çok zor. Irak, Lübnan ve Filistin'de yaşananlara hızlıca bakıldığında bu ülkelerin sınırları ötesinden gelen tahribin boyutu anlaşılır. Bu tahrip sadece yöneticilerin koltuklarını değil, halkların geleceğini de tehdit ediyor. Bölgenin en büyük iki ülkesinden beklenen rol, gördüğümüz tür ve boyutta değil. Türk rolü son dönemde doğru yönde belirse de ve Türk Başbakanı dünya medyasının birkaç gün boyunca analiz ettiği İsrail cumhurbaşkanına isyan etse de sadece bu olumlu eğilime işaret etmektedir. Bölgedeki umut, bu iki büyük ülkenin bölgesel hareket noktalarını bölge halklarının istikrarı lehinde belirlemeleridir.
Her iki ülkeden istenen, bölgedeki olumsuz siyasî davranışlardan uzak durmaları. Örneğin Türkiye PKK ile mücadele iddiasıyla Irak sınırını ateşe vermek isteyen milliyetçi aşırıları dizginleyebilir. Ankara'nın, Türkiye'deki Türk-Kürt çekişmesinde barışçıl çözümlere yönelerek Irak'ın yükünü hafifletmesi gerekir. İran'dan istenen ise Irak ve Lübnan'a acı vermekten elini çekmesi, kraldan çok kralcı olma iddiasıyla Filistin ve Arapları pazarlık konusu yapmamasıdır.
Amerikan güçlerinin bölgeden ayrılma takviminin yaklaşması gölgesinde Irak'ın iki büyük komşusu İran ve Türkiye'nin Irak'ı uçuruma kaymaktan alıkoyma imkanı var. Bazı gözlemciler Irak konusunda Fars ve Osmanlı imparatorlukları arasındaki kadim rekabetten bahsediyorlar. Amerikan Stratfor araştırma merkezi, 16'ncı yüzyıl ortasında Fars İmparatorluğu'nun Irak'ı Osmanlı İmparatorluğu'na kaptırdığını hatırlatıyor ve beş yıl önce Irak Baas rejiminin düşmesinin İran'a, Irak'taki nüfuzunu Irak'ta nüfus çoğunluğunu ve bugün iktidar çoğunluğunu oluşturan Şii müttefikleri kanalıyla tekrar geri alma umudu verdiğini düşünüyor. Amerikan araştırma merkezi, İran'ın Irak'ı kontrol altına alma çabalarının başarısız olacağı yargısında bulunuyor. Zira bu merkeze göre Sünni Türkiye, İran planının panzehiri olabilecek güçlü merkezî bir Irak yönetimi istiyor. Soru şu: Niçin bu türden analizleri komşu İran ve Türkiye ortak inanca sahip kardeşleri ve bölge halkları için yapmıyorlar. Bu gerçekleşmesi zor bir umut değil? Katar gazetesİ El Vatan 18 Ağustos 2009
Kaynak: Zaman