Türkiye'yi anlamaya çalışan yabancıların işi zor. Zira dünyada genel geçer yaklaşımların çoğu bu ülkede anlamını yitiriyor. Ülkemizdeki sağ ve sol çizgilerin duruşları ile dünyadaki yaklaşımları arasındaki tezat, bunun herhalde en çarpıcı örneklerinden.
Solun fikir gazetesi olmakla övünen bir gazetenin hem Genel Yayın Yönetmeni'nin hem de Ankara Temsilcisi'nin bir askeri darbeyle hükümeti yıkmayı amaçlayan Ergenekon örgütünün yöneticisi olmakla suçlanması, normal şartlarda akla ziyan bir iş. Çünkü evrensel anlamda, solda konuşlanmış bir fikir gazetesinden beklenen, sandığı rafa kaldırmaya çalışan güç odaklarının değil, halkın ve demokrasinin yanında yer almasıdır. Ama Türkiye olunca hiç böyle olmuyor. Birde Bir de Türkiye'nin yakın tarihini bilmiyorsanız, işin içinden çıkmanız ve oluşturulan Ergenekon karşıtı havaya kapılmamanız kolay değil.
Türkiye gibi, askeri müdahalelerden ve devlet içindeki karanlık yapılardan çok çekmiş Yunanistan ve İspanya gibi ülkelerde demokrasi mücadelesinde öncülüğü hep sol yaptı. Toplumdan, halktan, güçsüzlerden yana olduğunu söyleyen sol çizgi için zaten başkası da düşünülemezdi. Bazı istisnalar olsa da evrensel düzeyde doğru olan bu tablo, maalesef Türkiye'ye dünden bugüne hep aksiyle yansıdı. Cumhuriyet tarihinde cuntacı darbe geleneğini başlatan 27 Mayıs'ı kutsayanlar hep sol oldu. O tarihten sonra da aynı yöntemle yönetimi ele geçirme fikri, Doğan Avcıoğlu'ndan İlhan Selçuk'a, Uğur Mumcu'dan Doğu Perinçek'e solun önde gelen isimlerinin sürekli hayalini kurduğu bir hedefti.
Dolayısıyla bugün de darbe günlükleriyle deşifre olan, Ergenekon soruşturmasıyla ortaya çıkan cunta yapılanmasının içinde de solun önemli isimlerinin yer almasında aslında şaşılacak bir durum yok. Avrupa'da sol, gladyo, kontgerilla gibi yapıların üzerine giderken, Türkiye'de solda siyaset yapan CHP liderinin Ergenekon'un avukatlığına soyunması da çok tuhaf değil.
"Neden sol bizde böyle?" sorusuna cevap ararken, Mümtaz'er Türköne Hocamızın son kitabı "Darbe Peşinde Koşan Bir Nesil: 68 Kuşağı" imdadıma yetişti. Mümtaz'er Hoca'nın kendi hayatından kesitlerle zenginleştirdiği kitap, cevabını aradığım bu konuda önemli ipuçları taşıyordu. Türköne, özetle Türkiye'de solun kendine mal ettiği 68 kuşağı anlayışının da dünyadan kopuk olduğunu söylüyordu.
Bir solukta bitirdiğim kitabın, bu kadar sürükleyici olmasında ele, alınan konuların ilgi çekiciliği kadar izlenen yöntemin de payı vardı. Başta yakın tarih, siyaset teorisi ve pratiği alanında derin vukufiyeti olan Türköne, kitapı kaleme alırken Cemil Meriç'in tavsiyesine uyarak akademik jargondan uzak durmuş. Sade ve öz bir şekilde 68 kuşağı üzerinden Türk solunu tahlil etmiş.
Kitap bir yandan Türk solunun karakteristik özelliklerini irdelerken, diğer yandan bizdeki solun neden Avrupa'nın tam tersi istikamette sürekli darbecilerle kol kola girdiğini izah ediyor: 68 kuşağının Türkiye versiyonu, planlanan sol bir askeri darbenin sivil uzantılarından başka bir şey değildir. Avrupa'da 68 kuşağı gençler özgürlük peşinde koşarken, bizdekiler darbe şartlarını oluşturmak için sokağa dökülmüşlerdi." Önde gelen 68 kuşağı temsilcilerinin kendi ifadeleri, bu konuda başka söze hacet bırakmayacak cinsten. Bazı ifadeler o kadar tanıdık ki, insan sanki 40 yıl önce yaşanmış olayları değil Ergenekon iddianamesini okuyor gibi oluyor. Mesela 68'in Deniz Gezmiş ayarındaki isimlerinden Mustafa Celil Gürkan, "Hepimiz cuntacıydık. Ordunun siyasi hayata 27 Mayıs'taki gibi müdahale etmesini çok istedik. Bunun için gece üçlerde yürüyüş yaptık." diyor. Silahlı bir eyleme katılmasına rağmen, nöbetçi savcılar ve ayarlanan mahkemeler sayesinde nasıl 2 haftada tahliye edildiğini anlatıyor.
O yıllarda Mülkiye'de öğrenci lideri olan Prof. Erdal Yavuz'un söyledikleri de hiç yabancı değil. 1969 Mayıs'ında Yavuz'u karşısına alan 3 albay, bir askeri darbe gerekçesi arandığını, bunun için bir yürüyüşe katılan profesör ve yargıçların üzerine ateş açılacağını, ölenlerin olacağını söylüyorlar. Bir ricada bulunuyorlar: Öğrenciler uzak dursun. Yavuz, bu planı arkadaşları Mahir Çayan'a, Doğu Perinçek'e ve Uğur Mumcu'ya anlatıyor. Hepsi de onaylıyor!! Çünkü o günlerdeki sohbetlerinin çerezi şudur: Bir darbe olsa, Mümtaz Soysal başbakan; Muammer Aksoy da cumhurbaşkanı olsa...
Bu tabloya bakınca, Selçuk ve Balbay isimlerinin neden darbe iddianamesinde yer aldığını anlamak zor değil. Huy çıkmadan can çıkmıyor. Bugün olanları anlamak için Ergenekon'u 40 yıl öncesiyle okumak şart.
Kaynak: Zaman