Birleşik Devletler Afganistan'daki askeri harekatın sekizince yılını doldururken ve ABD askeri gücünü artırma planları yapılmaktayken biz de Çinli bilge Sun Tzu'nun 2.500 yıl evvel yaptığı bir gözlem üzerinde düşünebiliriz: "Hantal savaşlar olduğunu işittim fakat uzun savaşlarda herhangi bir maharete asla şahit olmadım. Uzatmalı savaşlardan hiçbir ülke kârlı çıkmamıştır."
Bugün Afganistan dediğimiz misafir sevmez arazide kendilerini savaşa çekilmiş halde bulan süpergüçlerin kıssasını anlatıyor bu sözler. Kolay bir zapt ve ardından gelen boyun eğmez bir ayaklanma hikayeleri unutulmaz bir şekilde birbirine benzer; Büyük İskenderin İ.Ö.329 tarihinde yaptığı Afganistan seferi hakkında yazılmış ilk metinlere bakınca, büyük savaşçının İran'da yaptığından daha uzun, daha vahşi ve daha mâliyetli bir mücadele bulduğu görülür.
Moğollar altı asır boyunca Afganları dize getirmeye çalışmamışlardı bilhassa da Peştunları. Muhakak ki İngilizlerin ve Sovyetlerin feci seferlerini de kaydetmeli. Amerika'nın en uzun savaşı olacak bir mücadelede öteden beri çok düşük olan kazanma şansını değiştirmeye yeltenmek Obama yönetimine bağlıdır.
Afganistan'daki imparatorlukların başarısızlıkları belki sadece kaderdi. Her biri aynı hataları işlemişlerdi en çok da Afganları hafife alma hususunda. Önde gelen Afganistan tarihçisi Luis Dupree, yabancı askerlerin Afgan topraklarını işgal etmesinin emperyal çöküşe nasıl yol açtığını izah etmiştir: Halkın rağbet göstermediği emirlerin tahta geçirilmesi, Afgan nüfusunun işgalci desteğindeki kesminin Afganlı düşmanlarına karşı acımasız davranmaları, aşiret reislerine ödenen teşviklerin azalması ve [Afganların hafife alınmaları] sonucunda emperyal çöküş gerçekleşmiştir.
Birleşik Devletler, genelleştirişmiş bir direnişle yüzyüze kalan bir diğer işgalci kuvvet olma noktasına henüz varmamış olabilir ancak gittikçe de yaklaşıyor. Aslında [bizden] daha önce [Afganistana] gelmiş ve tarihi olarak işgalcilerin başarısızlığa uğradıkları doğu ve güney kesiminde Peştun ayaklanmasıyla yüzyüze gelen Moğollarınkiyle benzerlik taşıyor [bizimkisi]. ABD'nin etkinlikten uzak yardım programları, potansiyel müttefikleri teşvik etmeye yeterli gelmiyor. Hamid Karzai gibi halkın rağbet göstermediği bir lider ülkenin başında. Ve böylece Amerika, geçmişin muhteris devletlerinin başarısızlığa uğramış planını izlerken buluyor kendisini.
Afganistan, her ne kadar fethedilmediyse de potansiyel bir işgalciden nâdiren beri kaldı. Ve tüm bu imparatorluklar, Dupree'nin izah ettiği dört âfete yenik düşmüşlerdir. Büyük İskender, Afgan muharabe meydanında neredeyse krallığını kaybedenlerin ilki olabilir ama peşinden diğerleri de geldi. Obama'nın tarihten ders devşireceği en yalın vakadır bu.
Afganistan, 19.yy'ın başlarında, emperyal Rusya nüfuzunu Orta Asya'ya doğru genişletir İngiltere ise Hint alt-kıtasındaki denetimini pekiştirirken, amansız fakat nihayet başarız olmuş fetih teşebbüsleriyle geçen asırlardan sonra kendisini (tıpkı işgalcikeri gibi) yine mağdur olarak buluverdi. Rusya ve Büyük Britanya, çarpışma güzergâhına girdiler. Afganistan onların arasında casusluk, diplomasi ve uydu savaşları şeklinde süren ve yüzyılın geri kalanında sürecek "Büyük Oyunun" taşıma noktası oldu.
1839-1842'deki ilk Anglo-Afgan savaşı, İngiliz yönetimindeki Hindistan'ın batı yakasını koruma ihtiyacından dolayı yapıldı. Rusya, İngiliz imparatorluğuna sokulma niyetindeydi şüphesiz; Hindistan'daki İngiliz valisi, Aralık 1838 tarihinde Rus yanlısı Afganistan Emiri Dost Muhammed Han'ın taht'tan indirilmesini emretti ve İngiliz ordusu Afganistan üzerine yürüdü. Kolay bir girişti; İngiliz kuvvetleri Kandahar ve Gazne'den sakince geçip 1939 Ağustos'unda Kabil'e varmış ve kendi adamları Şah Şuja'yı tahta oturmuşlardı. İlk ölümcül hataydı bu.
Afganistan'daki İngiliz kuvvetleri, yerinden edilen Emir'in oğlunun liderliğinde 1841'e kadar kanlı bir ayaklanmayla karşılaştı. 1 Ocak 1842 tarihinde, işalin üçüncü senesinde, 16.500 İngiliz ve Hintli askerlerden oluşan birleşik bir ordu, güvenli geçiş antlaşması çerçevesinde Kabil'den çekilmeye başlamıştı bile.
Hiç de güvenli bir geçiş olmadı; çekilen kuvvetler, Celalâbad'a yüz mil uzaklıkta karla kaplı dağlık geçitte Peştun Gilzay savaşçılarının sürekli saldırılarına hedef oldular. İmpatorluğun tarihindeki en ezici mağlubiyetlerden biriydi bu ve İngiliz askerlerinin geri kalanı Celalâbad'a otuzbeş mil kala topyekûn kılıçtan geçmişti. Yürüyüşten sağ kurtulan tek kişi bir askeri tabipti. Dört ay sonra da Şah Şuja suikaste uğradı. Britanya, bu hataları 1878'deki kısa bir savaşta tekrarlayacak ve Afganlıların bin civarında İngiliz ve Hintliyi öldürdükleri Kandahar'a yaklaşık 50 mil uzaklıktaki Meyvand'da aşağılayıcı bir mağlubiyete uğrayacaktır.
Bir asır sonra İngilizlerin başarısız olmuş oyununu bu kez kendi Afganistan mâceralarına 1979'da, yılbaşı arefesinde başlayan Sovyetler oynadı. Afganistana "sınırlı sayıda bir askeri kuvvet" gönderme kararını "Amerika'nın, Sovyetlerin Orta Asya cumhuriyetlerine karşı Afganistanı kullanmayı plandığını" savunan uydurma bir istihbarat bilgisine dayanarak almışlardı. Sovyetler Birliğinin Afganistan üzerindeki emperyal emelini örtbas etmeye yarayan bu iddialar yaşlı ve hasta liderleri Leonid Breznev'in doktrinini destekliyordu. Böylece işgal başlatıldı. Sovyet akını vahşi bir beceriyle ilerledi. Başı beladaki Afgan lider Hafızullah Emin suikaste uğradı; Kabil emniyete alındı ve Hafızullah Emin yerine kendi Emir'leri Babrak Karmal'ı oturttular. Taht'a bir diğer yanlış lider oturtulmuştu. Zahmetsiz görünüyordu ve ilkin sanki Politbüro doğru yapmış gibi duruyordu; neredeyse hiçkimsenin ruhu duymadan Afganistana şöyle bir girip çıkacaklardı. Başkan Jimmy Carter, Afganistanı çok fazla düşünemeyecek kadar İran'daki rehine kriziyle fena halde meşgul olmalıydı muhakkak yahut Kremlindi böyle düşünen.
Tam olarak öyle değildi. Carter, kararlı bir şekilde tepki verdi. Buğday satışından karşılıklı konsolos gönderilmesine kadar SSCB ile varılacak bir dizi anlaşmayı iptal etti, 1980 Moskova olimpiyatlarını boykot kararını yürürlüğe koydu ve Sovyetlere karşı direnişlerinde Afgan halkına yardımı -silah yardımı dâhil - örgütlemesi için CIA'i görevlendiren başkanlık kararını sessizce imzaladı.
40'ıncı kızıl ordu, savaşlarının beşinci yılında, sınırlı birlik olmaktan çıkıp ülke çapında işgal yürütecek yaklaşık 120 bin kişilik bir işgal kuvvetine döndü. Yine bir dış güç, Afgan topraklarını budalaca işgale yelteniyordu. Sovyet kuvvetleri arttıkça Afgan direnişi arttı; 1980'lerin ortalarına gelindiğinde 250 bin civarında tam veya yarı zamanlı mücahit vardı. Sovyetlerin gayreti bocalama içinde düştü ve 1986'da yeni bir Sovyet lideri, Mikail Gorbaçev, Afganistanı "kanayan yaraya" benzetti. Durumu düzeltmeleri için komutanlarına bir yıl süre verdi. Olmadı ve 1986 savaş mevsiminin sonunda Sovyetlerin durumu daha da kötüleşti. 1987 savaş mevsimi için yüksek geçitlerdeki karlar erirken diplomatik faaliyetler de yoğunlaşıyordu. Bir yıl sonra, 14 Nisan 1988 tarihinde, Afganistan'da Sovyet mevcudiyetini sona erdiren Cenevre Mutabakatı imzalandı. Sovyetler dokuz ay sonra Afganistanı terk ettiler.
Sovyetler, dokuz yıllık Afgan mâcerasında muharebe sırasında 15 bin askerlerinin öldürüldüğünü, onbinlerce askerin yaralandığını ve yine onbinlerce askerin hastalık nedeniyle öldüğünü kabul etti. Afgan nüfusu dehşet verici kayba uğramıştı; bir milyondan fazla ölü, 1.5 milyon yaralı, yurt içi ve dışı altı milyon sürgün. Sovyetlere mâliyetine gelince, 15 Şubat 1989'daki çekilmelerini müteakip yaşanan nefes kesici olaylarla fırlayışa geçti. Macaristan, Sovyet korkusu taşımaksızın Mayıs ayında Avusturya sınırlarını açtı; bir ay sonra Polonya Dayanışma Hareketi lideri Lech Walesa seçimleri kazandı ve Polonya'daki komünist hâkimiyete son verdi; Doğu Almanya halkı 1989 yaz mevsimi boyunca caddelerdeydi, Berlin Duvarının nihâi olarak ihlal edildiği 9 Kasım 1989'a kadar. Dünya, Berlin'de yaşananları daha yeni yeni sindirmeye başlamışken, bir ay sonra bu kez Vaclav Havel Çekoslavakya'da kadife devrimi gerçekleştirdi. Berlin Duvarının yıkılışından 329 gün sonra Almanya NATO içerisinde yeniden birleşti, Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı ölüm bekleyişindeydi. Afganistan harekâtı aslında Sovyetlerin ölüm çanıydı. Ancak Afganistan kısa bir zaman sonra ABD'nin belası olacaktır.
Dünyanın dikkati neredeyse tümüyle Doğu Avrupa'daki tarihi olaylar üzerinde odaklanırken, Soğuk Savaş sonunda Afganistan'da sergilenen dramaya çok az dikkat gösterilecektir. George H.W.Bush yönetiminin üst düzey makamlarında geriye dönüp bakmak diye bir şey söz konusu değildi. Enerjinin tümü Sovyetlerin akıbeti ve sonrasına istif ediliyordu. Bu ihmal, vahim bir hata olacaktır.
Sovyet işgali süresince yapılan cihad çağrısı İslam dünyasının her köşesine yayılmış, gençlisi ve yaşlısı pek çok Arabı kendisine çekmiş ve bir İslam ülkesini işgal edenlere karşı çeşitli saiklerle ellerine silah almışlardı. Aralarında insâni görevler için samimi gönüllüler, ihtişam yolunda mâcera arayanlar ve selefi psikopatlar vardı. Savaş sürüp gittikçe bazı Arap devletleri hapishanelerini boşaltıp bir daha dönmemeleri umuduyla tutukluları Afgan cihadına gönderdiler. Savaşın sürdüğü on yıl boyunca 25 binden fazla Arap, Pakistan üzerinden Afganistana geçmiş olabilir.
1990'lar dünyada her yerde olduğu gibi büyük umutla başlarken, Afganistan'da – başarısız devlette-yeni bir soğuk savaş sonrası yapı şekilleniyordu. Sovyetler ülkeyi 1989'da terk etmişti ama Mücahitler Kabil'i ancak 1992 Nisan'ında ele geçirmişlerdi. Kadim nefret ve etnik rekabet hemen başlamıştı.Devlet, tarihin testinden geçmiş birleştirici etkenin yani Afgan topraklarında yabancı askerin yokluğunda başarısız olmuştu. Eyaletler arasındaki çatışma yeni bir vahşiliğe büründü ta ki nüfus, güvenliğe giden herhangi bir yola hazır olana dek.
Kargaşadan gizemli bir şekilde yükselen Talibandı. Bir gözü görmeyen Meyvandlı bir âlimin liderliğinde şekillendi; çok geçmeden Amerika'nın düşmanı olacaktır. Münhasıran bir Peştun hareketi olan Taliban, vâdilerin ve dağların denetimini elinde bulunduran çetelerin nöbetini devralarak Afganistan'ın doğusunu kolayca silip süpürdü. Taliban, 1996'da Kabil'i ele geçirdi ve Afgan halkı onlarla gelen selameti kabul eder göründü. Batı, Talibana düzen kaynağı ve Büyük Oyun'un modern tekrarı -Orta Asya enerji kaynaklarına erişim yarışı - için muhtemel bir araç nazarıyla baktı bir süre. Hareketin insan hakları sicili ve kadınlara muamelesi uluslararası tahkiri doğurdu; Suudi Arabistan, BAE ve Pakistan'ın diplomatik tanıması hâriç tutulursa, Afganistan tam bir tecride yuvarlandı. Devlet denilen aygıtın tanınabilir herhangi bir formu esas alındığında topyekûn başarısızdı...
...Bununla birlikte ABD, imparatorluğun büyük günahlarını işledi. Hızla ileri sarılmış zorlu geçen yedi yıl ve son süpergücün cesaret ettiği Afganistan teşebbüsü, daha önceki yaşananlara benziyor. Halkın tutmadığı bir Emirin Afgan taht'ına oturtulmaması nasihatı daha baştan çiğnendi. Şimdiki halde halkın tutmadığı Emir, Peştunlar nazarında, Afgan hükümetinde üst düzeylere yerleştirilmiş Kuzey İttifakı liderleridir. Hamid Karzai, görevinin başlarında "halkın tutmadığı Emir" değildi ama şimdi bu pâyeyi almak üzere temayüz ediyor. Sadece ABD koruması olduğu takdirde makamını koruyabileceği kanısı hâkim. Ayrıca Afgan nüfusundan ABD destekli kesimlerin, Afganlı düşmanlarına karşı sert davranışları da var ve ABD aleyhine işlemektedir. Peştun Taliban esirlerin "Kuzey İttifakı" müttefiklerimiz tarafından katlediği hikayeleri şimdi Peştun efsânesinin parçası oldu ki intikam ateşlerini yakıyor. Dupree'nin, aşiret reislerine verilen teşviklerin azaltılması tavsiyesi, Afganistana dış yardım paketinin katıksız başarısızlığında en güzel bir şekilde anlaşılabilir.
Amansız bir isyan var – tehlikeli bir aşırı basitleştirme olmasına rağmen biz ona Taliban diyoruz. Aslında Peştun ayaklanmasıdır, Taliban'dan oluşur ama aynı zamanda öfkeli Peştunlar, suç çeteleri ve ücretli savaşçılar da var. Afganistan'ın kırsal kesimi, afyon ticareti girdabına teslim; son tahminlere göre 2008 yılı Afganistan GSYH'nın yüzde 53'ü, 7.5 milyar dolar, haşhaş üretiminden; dünya eroin üretiminin yüzde 90'ı. Uyuşturucu ticaretinden neşet eden yolsuzluk, Afgan hükümetinin tüm düzeylerine sirayet etmiş durumda ve Kabil'in dahi bazı kesimlerine kamu hizmeti götürme veya güvenliği sağlama yeteneğini ciddi bir şekilde sınırlandırıyor. Yolsuzluktan en çok etkilenen, güvenliğin artması ümitlerini geriletecek şekilde Afgan Ulusal Polis teşkilatı olabilir.
Müstehzi Afganlar Karzai'ye "Kabil valisi" diyorlar ve ailesinin uyuşturucu ticaretine katıldığı fısıltıları yerini giderek yüksek sesli ifadelere bırakıyor. ABD kayıpları 2001 yılında bir düzine civarında seyrederken 2008'de 155'e çıktı; koalisyon kuvvetlerinin kayıpları ise 1.000'in üzerine. Peştun'lara karşı her hangi bir savaşın her zaman parçası olan sıfır çizgisindeki şartlar dehşet verici. İslamabad, tamamiyle çatışmanın içinde artık. FATA, muharebe sahası oldu ki Pakistan kuvvetleri, Afganistan'daki koalisyon güçlerinden daha fazla kayıplar veriyor...
Şimdi Ne Olacak?
Obama yönetimi, Afganistan'ın "II.Dünya Savaşı" (The Good War) olmayacağını çabuk öğrendi. Askeri danışmanlarıyla yaptığı ilk müzakerelerde Afganistan'ın Irak olmadığını, ne Irak tarzı askeri güç takviyesinin (surge) ne de Anbar Uyanışının aşiret yapısı, coğrafi yapısı, eğitim düzeyi, ulusal gelir ve kalkınması Irak şartlarından büsbütün farklı Afganistanda öyle kolayca tekrarlanamayacağını da öğrendi. Afganistan'da kişi başı ulusal gelir 350 dolar civarında, Irak'ın onda biri kadar; okuma yazma oranı yüzde 25, Irak'ta ise yüzde 75; Afgan isyanının fiili beşeri havuzu Durand Hattını aşıyor ve yaklaşık 40 milyon Peştun'dur. Richard Holbrooke'un Pakistan ve Afganistan özel temsilcisi olarak atanması, iki ülkenin başkan tarafından tek çatışma sahası olarak kabul edildiğini gösterir. İlerlemedir bu.
Ancak Amerikan planlamasındaki ilk problem, postal sayısını artırmanın yeterli olduğu fikrinde başlıyor. Seçim kampanyası sırasında sarfedilen ilave üç tugay daha göndererek Amerikan askerlerinin sayısını artırma söylemi sorunla karşı karşıya ve de hakkıyla. Eski ISAF komutanı General Dan McNeill geçen Haziran ayında, Afganistanda güvenliği sağlamak için 400 bin asker gerektiğini açık sözlülükle ifade etti. Haklı olabilir. Ve o sayıda asker göndermek imkansız. Eleştirmenler, asker sayısından daha ziyade misyonun yeniden tanımlanmasına dikkat çekiyorlar. Şayet asker sayısının artması geçmişte yapılan operasyonlara devam anlamına geliyorsa bu durumda hiçbir avantaj elde edilmeyecektir. Daha fazla muharip asker daha fazla silahlı çatışma demektir ve yabancıların, ölü sayısını yükselterek Afgan isyanını zayıflatabileceklerini telkin edecek hiçbir delil mevut değildir. İlave özel harekât kuvveti göndermenin de kendine has sorunları var zira özel kuvvet mensuplarının Afganlılarla çalışmaktan ziyade onları yakalamaya daha çok odaklanacakları şeklinde gittikçe artan bir kabül var askeri çevrede. Geleneksel yönetim sisteminin inşasına yardım etmek ve Afganlıların kendileri için daha fazla şey yapmaları adına onlara güvenlik sağlamak gibi yeni yaklaşımlarla çalışacak eski moda özel kuvvet timlerini Afganistana getirmediğimiz takdirde, asker sayısında gidilecek bir artış, her hâlükarda gelecek iki yıl içinde çekilecek olan NATO askerlerinin yerini almak dışında, çok az iş çıkartacaktır. SSCB'nin yaklaşık on yıl boyunca Afganistan'da 120 bin asker bulundurduğu ve yine de kaybettiği unutulmamalıdır. Savunma Bakanı Robert Gates 27 Ocak'ta Capitol Hill'deki tanıklığında "orada bir tür Orta Asya Valhallası [tanrı Odin'in sarayı] yaratma gâyesinin peşine düşersek kaybedeceğiz.."derken haklıydı belkide.
Ayrıca, milislerle nasıl ilgileneceğiz sorusu var. Afganistanlı milisleri silahlandırma müzakeresi, fikir birliğinin sağlanması yolunda çok az fayda sağladı. Afganlıların çoğu ve bazı Afganistan uzmanları daha önce işe yaramadığına işaret ederek bunun yine bir işe yaramayacağını, daha fazla çatışmaya yol açacağını ve yabancılar tarafından silahlandırılan milislerin asla kontrol edilemeyeceğini söylüyorlar. Bazıları ise denemeye değer diyorlar. Her iki görüş de doğru olabilir.
Afganistan'daki yabancı bir teşebbüs başarısızlıkla karşılaştığında milis meselesinin çözümü her zaman gündeme oturmuştur; ve evet, yabancıların silahlandırdığı milisler geçmişte birbirleriyle savaşa son vermişlerdir... Doğrusu, Afganistan'ın doğusundaki Sovyet silahlı milisler, CIA'in nakit paraları karşılığında silahlarını Mücahitlere satarak CIA için levazım subaylığı yapıyor ve devasa nakliyat mâliyetinden CIA'nin tasarruf etmesini sağlıyorlardı. Navlunu Sovyetler ödedi.
Fakat Birleşik Devletler kaçınılmaz bir şekilde bazı milisleri silahlandıracaktır. Kaç kişiyi, nerede ve nasıl? soruları mevcut. Bazıları Karzai hükümetine bu süreçte el verilmesini öneriyorlar. Bu husus üzerinde dikkatle durulmalıdır çünkü sadece [aynı kampın adamları arasında] silahlı çatışmayı artırmakla neticelenebilir. Şayet milis yetiştirilmeliyse, Birleşik Devletler bu işi sıfır çizgisinin her iki tarafında otuz yıldır süren savaşın neredeyse imha ettiği geleneksel aşiret liderliği sistemiyle uyum içerisinde yapmalıdır. Birleşik Devletler, Afganistan'daki milisleri silahlandırmaya koşut bir çaba olarak, Aşiret Bölgesindeki (FATA) geleneksel aşiret sistemini yeniden canlandırmaya yardım etmek üzere Pakistanla birlikte eş zamanlı çalışmalıdır.
Cumhurbaşkanı Karzai, ABD'nin milis programına dahlinden hoşnut olmayabilir; ayrıca bizim yetiştirdiğimiz milisleri doğal müttefiki olarak görmeyecektir. Haklıdır. Bir şekilde tüm Afganistanı denetim altında tutmak üzere tasarlanmış Afgan cumhurbaşkanlığı fikri, 2001 yılında Bonn'da geçici hükümetin kurulduğu zamanki sistemin unsuru. O gün yanlıştı, bugün de yanlıştır. Yeni yönetim ve yeni özel temsilci, Afganistan'daki tabîî imkanlar çerçevesinde bir cumhurbaşkanlığın ortaya çıkması için ikna çalışması yürütürek ve Kabil'in ötesinde gerçek gücü elinde bulunduran merkezden uzaktaki yöneticilerle yeni ilişkiler kurarak bu durumu da düzeltmelidirler. Afganistan geçmişte her ne zaman "iyi yönetilmişse", Kabil'de yönetimi elinde bulunduranların eyaletlere hükmetmede kendi sınırlarına vâkıf oldukları zamanlarda söz konusu olmuştur. Bu denge, yeniden tesis edilmelidir.
Birleşik Devletler bu adımları atarken, silahlandırdığı milislerden uzun vadeli minnettarlık beklentisi içinde olmamalıdır. Kendi arazi hudutlarında nihilist türedileri geri püskürtürlerken, taş çatlasa eski düzeni yeniden iade etmelerini beklemeliyiz. Silah akışı, iyi davranışa devamı ve – imkansızı değil fakat zorlu işleri yerine getirmeyi teşvik edecek şekilde yapılandırılmalıdır. Aşiret Bölgesindeki (FATA) son İngiliz siyasi özne, Sir Olaf Caroe, "iyi" davranışı silah ve para akışına devam ederek ödüllendirmek sûretiyle, memuriyeti süresince (1930'lardan 1940'lara kadar) aşiretlerin uslu durmasını sağlayabilmişti. Caroe'nun The Pathans adlı kitabı bu konuyla ilgili herkesin okuması gerektiği bir çalışmadır ve hatta isyan bastırma hakkında yeni Petraeus doktrininden evvel okunmalıdır.
Şayet Birleşik Devletler boşa çıkmakta olan bir girişimi tersine çevirecekse, yeni yönetimin karşı karşıya olduğu tüm diğer problemler gibi, Afganistan ve Pakistan da yeni, hatta radikal bir şekilde yeniden değerlendirilmeye muhtaçtırlar. Nasıl ki Irak Bush'un, Vietnam ise Lyndon Johnson'un savaşıydı, Afganistan hakkında kesin olan bir şey varsa o da Obama'nın savaşı olacağıdır. Başkanın yeni Afganistan ve Pakistan ekibi kaybeden el fakat biri çıkıp da durumu tersine çevirebildiği takdirde bunu yapmaya muktedir olabileceklerdir.
* Kısaltılmış Metin
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın