Araplar iç çekişmelere boğulmuşken, Türkiye ve İran'ın bölgedeki boşluğu doldurmasından daha doğal birşey yok. Körfez İşbirliği Konseyi ülkelerinden Ermenistan'a dek etrafındaki tüm ülkelerle ilişkilerini düzelten Türkiye, stratejik vizyonu olmayan Araplara diplomasi dersi veriyor
Türkiye bizleri sadece televizyon dizileriyle değil, herkese ders veren dış politika başarılarıyla da şaşırtıyor. Baskın kanaat Türk dizisi Nur'un( Gümüş), Türk poltikasının haberlerde ilk sırada yer aldığı bir zamanda sona ermesinin sadece tesadüf olduğu yönünde. Dizinin Ramazan'dan önce durdurulmasıyla bir ay boyunca Arap dizilerine fırsat verilmesi mi istendi bilemiyorum, ancak Türkiye'de şu an en az dört diziyle Arap ekranlarına büyük bir saldırı hazırlığı yapıldığını biliyorum.
Görünen o ki bu televizyon üstünlüğü, diplomasi üstünlüğüne paralel olarak
ilerliyor. Türk dış politikası güçlü ve hissedilir varlığını ispatladı. Mısır'da bizler son haftalarda şu üç sorunla meşguldük: Parlamento yangını, Lübnanlı bir sanatçıyı öldürmekle suçlanan büyük bir işadamının davası ve Kahire'de yapılan, başarısı da şüpheli Filistinli grupların görüşmeleri. Buna karşın Türk diplomasisi üç önemli bölgesel başarı gerçekleştirdi:
Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleriyle görülmemiş ekonomik ve güvenlik işbirliği anlaşması imzalandı; Şam'daki dörtlü zirveye Fransa, Suriye ve Katar liderleriyle katıldı ve cumhurbaşkanı Ermenistan'a tarihi bir ziyaret gerçekleştirdi. Bu ziyaret milli futbol maçıyla ilgiliydi, ancak aslında 90 yılı aşkın süredir iyileşmeyen derin yarayı kontrol altına almayı amaçlıyordu.
'Köprü'den 'lokomotif'e geçiş
Bu göstergelere dikkat çekilmesi, bizlere Arap dünyasının yaşadığı içe kapanma halini ortaya çıkarma fırsatı vermekte. Türk dizilerinin ortalığı kavurmasına dikkat çektim, ancak Türkiye'nin AKP'nin 2002'de iktidara gelmesinden beri elde ettiği ekonomik başarıları da gözardı edemeyiz. Türkiye'yle Arap dünyası arasındaki ticaret hacminin bu dönemde 4 milyardan 30 milyar dolara çıktığını bilmemiz yeterli. Türkler şu an çoğunluğu Arap ve İslam dünyasından 61 ülkenin katılacağı ve MÜSİAD'ın organize ettiği 12. uluslararası fuara hazırlanıyor.
Türkiye'nin son günlerdeki dikkat çekici diplomatik hareketliliği rastlantısal değil, üzerinde iyi çalışılmış zincirin bir halkası ve ilkeleri açık bir stratejik bakıştan hareket ediyor. Türkiye'yi 'Doğu'yla Batı arasındaki köprü' sınıflamasından çıkarmayı ve Ortadoğu'da etkin rol sahibi ve başkalarının üzerinden geçtiği bir köprü olmaktan ziyade, başkalarını arkasında sürükleyen lokomotif haline gelecek şekilde başka bir konuma koymayı hedefliyor.
Bu büyük ülkedeki siyasi akıl, ortada ulusal bir sorun olduğu müddetçe lokomotif rolü oynayamayacağını idrak etti. Bu sorun PKK'nın bağımsız bir devlet kurma çağrısıyla
temsil ediliyor. Türkler, ülkelerinin bütünlüğünü korumak için 100 yıl bile sürse bir savaşa girebilecekleri noktasında hemfikir. Diğer yandan Türk siyasiler, 10 yıl öncesine kadar Suriye, İran, Yunanistan ve Osmanlıları soykırımla suçlayan Ermenistan'la temsil edilen düşman komşular halkasıyla çeviriliyken, ülkenin lokomotif rolü oynayamayacağını gördü.
Peki Türkiye bu iki engeli aşmak için ne yaptı? PKK'nın ayrılma çağrısıyla temsil edilen güvenlik tehdidi, Ankara'yı 1996'da İsrail'le askeri işbirliği ve eğitim anlaşması imzalamaya sevk etti. Türkiye'nin bu konudaki hassasiyeti, güçlerini Suriye sınırına yığma ve 1998'de Şam'ı saldırıyla tehdit etmesinin sebepiydi.
Fakat Ankara aynı yıl Suriye'yle güvenlik anlaşması imzalama başarısı da gösterdi. Aynı sorun Kürt faaliyetlerinin kuzey bölgesine taşındığı Irak'la da yaşandı.
Fakat Ankara PKK'ya karşı çekişmesinde Maliki hükümetiyle anlaşabildi. Aynı siyasi paralellikte İran, Yunanistan, Bulgaristan ve Gül'ün ziyaret ettiği Ermenistan'la anlaşmaya vardı.
Türkiye komşularıyla uzlaşınca aynı anda iki hedefi gerçekleştirmiş oldu.
İlki, lokomotif rolü oynamaya hazırlanmak; ikincisi ve en önemlisi de, PKK'nın temsil ettiği güvenlik tehdidinin yolunun kesilmesi.
AKP'nin dış politikası büyük ölçüde, siyaset bilimci Ahmet Davutoğlu'nun 'Stratejik Derinlik' adlı kitabından etkileniyor. Davutoğlu Türkiye'yi uluslararası siyasetin içine koydu. Başbakanın dış politika danışmanlarından biri de olan Davutoğlu'nun, Doha'da bu stratejinin ilkelerine dair sunumunu dinleme fırsatım olmuştu. Bu ilkeleri şu altı temelde tanımlıyordu:
İlki, içerideki özgürlüklerin güçlendirilmesi ve güvenlik tehlikeleriyle iç istikrarı sağlayacak şekilde mücadele edilmesi. İkincisi, sorunların Türkiye'yi çevreleyen bölgelerdeki gerginliği yok edecek şekilde sıfırlanması. Üçüncüsü, Türkiye'nin kendisine taraf olma sıkıntısı veren kutuplaşmalardan çıkarılması; arabuluculuk rolü oynayabilmesi, farklı taraflara aynı mesafede duran merkez bir oluşuma dönüşmesi. Dördüncüsü, Doğu'yla Batı arasındaki ilişkilerdeki rolünün köprü değil, etkin ve girişimci güç olarak aktifleştirilmesi.
Beşincisi, farklı platformlarda daha fazla üst düzey uluslararası yetkiliyle görüşerek ve uluslararası kurumlardaki varlığı etkinleştirerek uzun soluklu etkin diplomasi izlenmesi. Altıncısı, ülkenin Arap ve İslam halkasıyla temsil edilen coğrafi ve tarihi derinliğine ilgi gösterilmesi.
Türkiye merkez devlet
İnsan kendisini Türk diplomasisinin işleyişiyle Arap dünyasındaki benzerlerini karşılaştırmaktan alamıyor. Siz demokrasinin büyük ölçüde kökleştiği, hedefleri açık bir stratejiye göre hareket eden etkin kurumların bulunduğu Türkiye'de yaşıyorsunuz. Türkiye bu stratejiyi bölgede merkez devlet olmak için seçti. Bu durum Türkiye'yi husumetleri aşan, çevresiyle anlaşmazlıkları çözmekte başarılı büyük bir devlet gibi davranmaya sevk etti.
Arap dünyasındaki tabloysa tam tersi. Demokrasinin durumu bildiğiniz gibi. Stratejik vizyon yok. Yüce çıkarlar ve küçük tuzaklarla, helal ve helal olmayan içiçe geçmiş. İşler o kadar karışık ki, insan düşmanla kardeşi ayıramıyor. Arap dünyası kutuplaşmayı derinleştiren
anlaşmazlıklara boğuldu. Bu durum hegemonya güçlerini nüfuzlarını herkese dayatmaya, bölgesel güçleri bu boşluğu doldurmak için çalışmaya teşvik etti. Türkiye ve İran'ın yaptığı budur. İkisi de kınanamaz. Siz kendi sahanızda yok olursanız, başkalarının boşluğu doldurmak için gelmesini sorgulayamazsınız. Daha önemli soru şu: Niçin yerini terk ettin ve oradaki sorumluluğundan uzaklaştın?
Kaynak: Radikal