Gülbeddin Hikmetyar’ın bir zamanlar akıllarda kalan bir sözü vardı. Afgan cihadı sıcak dönemindedir ve Hikmetyar Türkiye’ye geldiğinde çeşitli sorulara muhatap olur. Bunlardan birisi de mücahide ihtiyaçları olup olmadığı meselesidir. Hikmetyar bunu şöyle cevaplandırır: “ Bizim mücahide ihtiyacımız yok ama sizin cihada ihtiyacınız var.”
Belki bu konjonktürde Filistinlilerin mücahide ihtiyaçları yok. Lakin Türklerin Filistin’le ilgilenmeye ihtiyaçları var. Bu noktada Muhammed Sadık el Hüseyni , Türkiye’nin Filistin davası üzerinden gerçek kimliğine ulaştığını ve hakiki kimliğiyle yüzleştiğini ve buluştuğunu yazmıştır. Demek ki, Filistin meselesi lokal bir mesele olmayıp dava merkezli küresel bir meseledir. Diriltici bir yanı vardır. Mavi Marmara gemisi ve Özgürlük Filosu da, 'hilfu’l fudul' tarzı küresel bir güzelliği temsil etmiştir. Türkiye merkezli kurumlar ve kuruluşlar bu küresel güzellik hareketinin merkezinde yer almışlardır. Lakin bu güzelliklerin elbette ki inzibat ve nizam içinde kalması gerekiyor. Filistin meselesi üzerinden Türkiye kendisine gelirken ve özüne dönerken aynı zamanda temsil ettiği konum ve tarihi derinlik açısından da El İtticahu’l muakis programında Faysal Kasım’ın söylediği gibi, Türkiye Filistin meselesini de küreselleştirmiştir.
Bu anlamda, el İtticahu’l muakis programında Fatih er Ravi, Türkiye’nin ve Başbakan Erdoğan’ın bu mesele üzerindeki çıkışlarının ümmet ruhunu yeniden uyandırdığını savunmuştur. Türkiye’de bu mesele ‘ümmet ruhu mu, insanlık ruhu mu?’ şeklinde bir ikilem içinde tartışılmaktadır. Esasında bu tartışma beyhudedir ve insaniyet ile İslamiyet arasında ikilem yoktur ve ayrım yapmak şizofrenik bir algıdır. İslamiyet insaniyeti nakzetmeye değil, tamamlamaya gelmiştir. Hazreti İsa’nın Museviliği tekmil ve tashih etmeye gelmesi gibi.
*
Fatih er Ravi, El İticahü’l muakis adlı programda Cemal Hamdan’ın kullandığı bir kavrama atıfta bulundu: Müsellesü’l kuvve. Müsellesü’l ru’b/korku üçgeni diye bir tabir daha vardır. Cemal Hamdan da güç üçgeninden bahsetmektedir. Bu üçgende Türkiye, İran ve Araplar yer almaktadır. Cemal Hamdan, bu güç üçgeninin buluşarak bölgede yeni bir düzen kurabileceklerini öngörmektedir. Lakin buna mukabil, bu üçgenin bir ayağı olan Araplar atıl vaziyettedir. Bundan dolayı da bölgede İran ile Türkiye’nin rolü öne çıkmaktadır. Türkiye özellikle 2008-2009 yıllarının kesişme noktasında Gazze saldırıları karşısında göze gelmiş ve Arapların ilgi odağı olmuştur. Davos çıkışıyla birlikte Türkiye’nin çıkışı da devam etmiş ve bir biçimde son dönem itibarıyla kitlelerin ilgi odağı olarak İran’ı gölgelemiştir. İşte bu noktada Fatih er Ravi’nin karşı kutbunu temsil eden İkap Sakar bir Arap milliyetçisi olarak ABD’nin çekilmesinin beşaretlerinin ufukta görüldüğü bir sırada eski patronu yeni patronlarla değiştirmek istemediklerini söylemiş ve ABD’nin yerini Türkiye’nin almasını istemediklerini vurgulamıştır.
ABD’den sonra ne İran ne de Türkiye nüfuzu altına girmeyi düşündüklerini kaydetmiştir. Buna mukabil, Fatih er Ravi Arapların gücünün atıl hale gelmesinden dolayı bölgede bir boşluk olduğunu ve bu boşluğun bir biçimde doldurulacağını söylemiş ve bu hususta ‘Türkiye’yi tercih etmenin ne mahzuru var?’ diye sormuştur. Arap aleminde rüzgar esmediğini ve Türkiye üzerinden rüzgarların geldiğini ve Türkiye’den esen saba rüzgarlarıyla adeta mest olduklarını ifade etmiştir.
*
Buna mukabil, İkap Nasr, 1916 yılında İngiliz Sykes ile Fransız Picot’nun Arap alemini aralarında taksim için anlaştıklarını ve kısaca buna Sykes-Picot şeklinde işaret edildiğini hatırlatmış ve ardından şunları eklemiştir: Bugün de Fransız-İngiliz ortaklığı gitmiş bölgede bir İran, Türkiye ortaklığı yaşanmaya başlamıştır. Bu itibarla, Sykes-Picot yerine Nejad-Erdoğan denkleminden bahsedilebilir. Biz ABD’nin ayrılmaya hazırlandığı bir sırada bölge üzerinde Nejad-Erdoğan gölgesini görmek istemiyoruz.
İkap Sakar, Erdoğan ve hükümetinin Filistin meselesini iç dengeler için kullandığını ve seçim sermayesi yatığını ileri sürmüştür. Bu noktada Nikaragua kadar bile olamadığını ve İsrail ile diplomatik ilişkilerini kesmediğini hatırlatmıştır. İkap Sakar, Başbakan Erdoğan için :”Sihirli bir sözcükle Arapları arkasına katmayı ve yığmayı başarmıştır. Bu da Arapların bir zaafıdır” diyor. Bu hususta İkap Sakar gibi Arap milliyetçileri ile Siyonistler arasında zımni bir söylem ortaklığı göze çarpmaktadır. Sözgelimi, Maariv gazetesinde yazan Ben Kespit, Yahudi liderlerinin Erdoğan için ‘İkinci Ahmedinejad haline geldi’ dediklerini aktarıyor. İkap Sakar gibi Şimon Peres de Erdoğan’ın çıkışlarının Ortadoğu’da liderliğini pekiştirme amaçlı olduğunu ileri sürmüştür. Eksen kayması tartışmalarının merkezinde de bu mahfiller vardır. Richard Friedman gibiler de ABD’nin çekilmesinden sonra bölgede onun yerini Türkiye’nin alacağını söylemiştir. İşin siyasi ve diğer ayaklarını bir kenara bırakacak olursak zaten devletler hukukuna göre şartlar değiştiğinde eski statü avdet eder.