Türkiye BM Güvenlik Konseyi oylamasında Amerika’yla karşı karşıya gelme pahasına İran’a yönelik uygulanacak ambargo kararına “hayır” oyu kullandı. Görüntüye bakıldığında Türkiye Amerika ile köprüleri atmış, eksen kayması ortaya çıkmıştı. AB Türkiye’de eksen kaymasından endişe duymaktaydı, ABD Dışişeri Bakanı değil ama daha alt düzeyde siyasi işlerden sorumlu müsteşar “bu karardan hayal kırıklığı” yaşadıklarını açıklayacaktı.
Gelişmelere tek boyutlu bakıldığında bu manzara açıklayıcı görünebilir. Oysa uluslararası arenada sergilenen büyük oyunda iç içe pazarlıkların, hesapların, dengelerin birbirine paralel yürüdüğü göz ardı edildiğinde ambargo özelinde yaşananların okunması zorlaşır.
Önce bu ambargo ne anlama geliyor ona bakalım.
1-ABD nükleer silah gibi dünya sisteminin en hayati konusunu tesadüfe bırakmak istemiyor. Bu nedenle İran gibi sistem dışı bir ülkenin nükleer teknoloji, bilgi ve üretim kapasitesini baştan sınırlamak istiyor.
2-Bu konuda Rusya ve Çin de her ne kadar karşı gibi görünse de hiç biri karşılarında nükleer bir rakip görmek istemeyeceklerdir. Nitekim ticari çıkarlarına zarar vermeyecek bir ambargoya rahatlıkla “evet” oyu verdiler.
3-Nükleer enerji ( batılılar bomba diyor) sahibi olmak İran için bir iç siyaset aracı olarak rejim meselesi haline gelmiştir. Rejimin, böylesi bir “milli hedef” etrafında muhalifleriyle birlikte ülkeyi bütünleştirdiği nadir hedeflerden biri, daha doğrusu retoriktir. Reformist denilen kesimin nükleer enerjiye sahip olma hakkı konusunda Ahmedinejat’dan daha keskin dil kullanmaları batılıları şaşırtmıştır.
4-ABD sanılanın aksine İran’ı tümüyle köşeye sıkıştırıp mahvetmeyi değil (şimdilik) daha çok rejimin dayanaklarını yıpratacak bir ambargo uygulamak istemektedir. Nitekim ambargonun hedeflerinin daha çok Devrim Muhafızları’yla ilişkili alanlar olması bunun bir göstergesidir.
5-Yine ABD Türkiye’yi İran’la ilişkileri sürdürmek, masada tutmak için uygun bir aracı olarak görmektedir. Türkiye bu rolü her ne kadar fazla abartmış görünse de sonuçta takas anlaşmasına kadarki süreç ABD teşvikiyle gerçekleşmiştir. Nitekim BM güvenlik konseyindeki oylamadan sonra Clinton’ın “Türkiye’nin İranı masada tutma” rolünü hatırlatması önemlidir.
6-Türkiye bu rolü benimsediği gibi daha aktif olarak kendi alanını da açmaya çalışmaktadır. Eksen kayması tartışmaları biraz da bundan kaynaklanmaktadır. Örneğin oylamanın hemen ertesinde İstanbul’da gerçekleşen Türk Arap Forumu’nda komşularıyla 'free trade zone' anlaşması imzalanması geleneksel uyuşukluktan çıkıp belli alanlarda inisiyatif kullanmasının örneğidir.
7-Bu süreçte İsrail’le yaşanan gerginlik, İsrail’in hırçınlaşması ve bölgede etkinleş/tirl/en Türkiye’nin karizmasını çizmeye yöneliktir.
8-İsrail sadece Türkiye’yi değil ABD’ye de bir mesaj vererek bölgede geleneksel pozisyonunu terk etmek istemeyeceğini ilan etmek istedi.
9-ABD İsrail’in bölgedeki çıkarlarını rehin alacak şekilde adeta rehin almasından rahatsızlık duymaya başlamıştır. Soft power olarak Türkiye’yi İsrail’i dengeleyici bir rol oynaması için cesaretlendirmiştir. Mavi Marmara gemisine yapılan saldırı doğrudan ABD ve Türkiye’ye yöneliktir.
10-İsrail Amerika’daki neocon çevreler ve lobilerini harekete geçirerek geleneksel rolüne dönemsini sağlayacak bir dengeyi yeniden kurmak istemektedir. Bu çerçevede Türkiye’deki iç siyaseti etkilemek gerekirse hükümeti bile değiştirmeyi istemektedir.
Olaylara bir de bu açıdan bakılması, sahnenin arkasında olup bitenin anlaşılmasında fikir verebilir. Bu yaklaşım; büyük pazarlıkların, çıkarların, çapraz ilişkilerin döndüğü bir alanda her aktörün birer kukla olduğu anlamına gelmez ancak aktörlerin hareket alanlarının nereye kadar varabileceğini hatırlatır.