5 Kasım 2008 akşamı çok geç vakit Nuray Mert telefon açtı. Kızım Hamdiye telefonu bana verirken sesinin çok kötü olduğunu söylüyordu. Seyyar telefonu aldım, hakikaten ağlıyor. Aklıma halasının vefat etmiş olabileceği düşüncesi geldi hemen. Meğer müşterek dostumuz Mehmet Ali Gökaçtı bugün kalp krizinden vefat etmiş… Ona da yeni mesaj gelmiş, beni arama ihtiyacı duymuş. Yarın öğle namazını müteakip bizim fakültenin camiinden cenazesi kalkacakmış…

İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn.

Telefonu kapattıktan sonra kitaplarından birini alıp baktım, 1963 doğumlu imiş Mehmet Ali. Eskiden çok büyük bir yaş olan 45, 53 yaşının içinde dolaşan benim için küçüldü artık; "erken yola revan oldu Mehmet Ali, halbuki buluşup çay içecektik" diyorum içimden.

Kimi sisli hatıraların, kimi canlı geçmiş günlerin arasından patika yollar bularak serinletici adacıklara varmak için bir iç yolculuğa çıkıyorum: Maziye bir nazar…

Mehmet Ali 1963 İstanbul doğumlu. Aile Selanik göçmenlerinden. İÜ Edebiyat Tarih mezunu (1986). Ben kendisini Darphane / Beşiktaş'taki İstanbul Araştırmaları Merkezi'nde tanıdım. O da belge çevirimyazısı ve redaksiyon için bazı günler gelip çalışıyordu. Bir öğle yemeği sonrası mıydı, merkezdeki odama gelmiş ve tanışmak istediğini söylemişti. Biraz konuşunca çalışmalarımdan ve yayın dünyasıyla ilişkilerimden haberdar olduğunu anlamıştım. Yazılar, denemeler yazmak ve neşretmek istediğini söylemedi ama hissettirmek istediği böyle bir temayülü vardı. Seyahatlerinden ve notlarından bahsedince, "Bunları yaz, Dergâh'ta, Tarih ve Toplum'da yayınlatırız, çok iyi olur, sen de yazarlığını geliştirirsin... Akademik dil geç yaşlarda da edinilir ama vasıflı deneme dilinin belli bir yaşı var, fazla geciktirmemek lazım" dedim. Anladım ki o da böyle bir yol ve teşvik bekliyordu.

Yıl 1996, mevsim sonbahar.

Benim ona tavsiyem gezip gördüğü yerleri ve yapıları seyahat notları eşliğinde fakat eski tarihlerine ait bilgilere, belgelere de gidip gelerek, hatta varsa göçen ailelerden intikal eden hatıra kırıntılarını, sözlü tarih derlemelerini da ekleyerek / kullanarak birkaç katmanlı yazması oldu. Eski ve yeni fotoğraflar, kartpostallar, çizimler, belgeler de serpiştirilirdi.

Hem çalışkandı hem de arzulu ve düzenli. Vakit geçirmeden notlarını ve müsveddelerini yazıya geçirmeye koyuldu. Dergâh'ta iki yazı halinde çıkan ilk gezi notları denemesi, başlığını benim koyduğum "Müslüman Selanik'e seyahat" oldu (sayı: 81 ve 82, Kasım ve Aralık 1996). Bir üslup tutturmak için dersine hayli çalışmıştı, ben de okuyup ufak tefek tashihler yapmış ve fikirlerimi, tenkitlerimi söylemiştim. (Yazıların çıktılarını ne hikmetse mavi ve yeşil renkli tonerlerle almıştı). Bir daha gözden geçirip tekâmül etmiş son halini getirdiğinde yanında, ikisini dergide kullandığımız fotoğraflar da vardı. Mustafa Kutlu üstadımız da sevmişti bu yazıları, başlığını da…

Şöyle başlıyordu bu yazılar:

"Bundan üç yıl öncesinde de bir kez daha gitmiş olmama rağmen, adeta içimden bir ses bir müddettir 'haydi kalk bir kere daha gel' diye zaman zaman fısıldamakta idi. Artık bu fısıltıların daha yüksek bir perdeden içimde yankılanmaya başladığı günlerde, bir zamanlar dedelerimizin, ninelerimizin yaşadığı, bugünse onların torunları için hafızalarda berraklığını kaybetmiş, sis perdelerinin arkasındaki bir silüet gibi hatırlanan Selanik'e gitmeye karar verdim (Eylül 1996)".

Artık her seyahat sonrası bana uğruyor, çektiği fotoğrafları gösteriyor ve fotoğraflardaki unsurlar hakkında bilgiler veriyordu. Fotoğraflar üzerinden çeyrek bir seyahat da ben yapmış oluyordum adeta; severek, zevk alarak. Bir de taşıyıp getirmekten yüksünmediği birkaç dilden şehir rehberi kitapları; onlara da bakıyorduk. Balkanlar'da, Ege adalarında kalmış nice hatıra…

Bir sonraki aşamada 3 yazı halinde neşredilen "Kahire'ye yolculuk" metni çıkageldi. Artık neyi nasıl yazacağı daha bir belirginleşmiş, üslubu da -devrik cümlelerin fazlalığı hariç- oturmuştu. Onlar da Dergâh'ta çıktı (sayı, 91, 92, 93; Eylül, Ekim, Kasım 1997).

Sonra Tarih ve Toplum'da, Arkitekt'te ve gezi dergilerinde görsel malzemeli yazıları neşredildi. Yazıları muhteva ve derinlik kazandıkça, sayıları arttıkça kitap fikrine doğru kaymaya başladı. Gerçekten de kitap hacminde ilgi duyduğu ve çalıştığı birçok konu vardı.

*

İstanbul Araştırmaları Merkezi'nde ilk konuştuğumuz konulardan biri de muhtemelen Selanik Mevlevihanesi oldu. Çünkü o sıralar merkezde İstanbul Araştırmaları dergisinde yayınlamak için İstanbul Mevlevihaneleri vakfiyelerinin çevirimyazılarını hazırlatıyordum. Süheyl Ünver'in "Selanik Mevlevihanesi" yazısını arıyordu. Ayrıca aynı yapının vakfiyesi ve bilmediği fotoğrafları, kartpostalları peşinde idi. O yıllarda Mevlevihanelerle ilgili tezi devam eden ve ulaşabildiği her yerden bilgi, belge, görsel malzeme toplayan Barihüda Tanrıkorur'a sorabiliriz dedim. Sonraki günlerde sordum da. Vakfiyesinini bulamadık ama zarflardan bazı fotoğraflar ve kırık dökük bir kısım malumat, fotokopi çıkmıştı. Birkaç yıl sonra bu çabalar Mehmet Ali'nin kaleminden güzel bir yazıya dönüştü: "Balkanlarda Mevleviliğin gelişimi ve Selanik Mevlevihanesi" (Tarih ve Toplum, XXXIV / 201, Eylül 2000, s. 46-55). Bu konuda en etraflı ve vasıflı araştırma hâlâ bu makaledir.

Tanıştığımız sırada Selanik'in ekonomik tarihi üzerine yüksek lisans tezi çalışmalarını da sürdürüyor, bunun için arşive ve kütüphanelere gidip geliyordu. Yanlış hatırlamıyorsam İÜ. İktisat Fakültesi'nde, İktisat Tarihi dalında yapıyordu yüksek lisansını. Maalesef o tez bitmedi ama Selanik'le olan ilgisi, hem hissiyat, hem bilgi, belge, görsel malzeme toplama ve yazı yazma hem de oralara gidip gelme yoluyla hiç eksilmedi. Tarih ve Toplum'da çıkan "Maliye Nezareti Temettüat Defterlerine göre 1845 yılında Selanik" (XXVIII / 168, Aralık 1997, s. 15-22) yazısı sanırım o tez çalışmasının iyi bir meyvesi olarak vücut buldu.

Sonraki yıllarda kurulan Lozan Mübadilleri Vakfı'nın da aktif bir üyesi oldu, kurucu kadronun bilgi yetersizliklerini kapatma yolunda gayretler sarfetti, bibliyografyaların hazırlanmasına ciddi katkılarda bulundu.

*

O da Bulgurlu'ya Uygar Sitesi'ne taşınınca iyice yakınlaşmıştık. Kitapların çıkması başta olmak üzere bir vesile bulup kuşluk vakitleri Bulgurlu Mado'da buluşur, çay-kahve eşliğinde sohbet eder, karşılıklı kitaplaşır, sonra da işlerimize giderdik. Her zaman birbirimize vereceğimiz kitaplar, yazılar, dosyalar ve anlatacağımız şeyler olurdu. Ben onun giderek liberallere yaklaşan tutumunu ve Türkiye'deki gayrımüslim azınlıkların konumları ve haklarıyla ilgili yaklaşımlarını ihtiyatla karşılıyor, önemli bir kısmını paylaşmıyor ve bunu kendisine açıkça söylüyordum. Hukukumuza güvenerek bu konularda böyle açık davranabiliyordum yoksa konuşacağımız başka güzel ve problemsiz konular da vardı elbette. Tenkitlerimi saygı ile karşılar ve farklı fikirde olduğunu ifade eden tebessümleri hariç hemen hepsini cevapsız bırakırdı. Bu da benim için iyi oluyordu, çünkü hem ahlâk ve dostluk anlayışım gereği söylemem gerekenleri açıkça söylüyor hem de bu konuşmalar aramızda bir soğukluğa sebebiyet vermiyordu.

Benim sadece dinleyici olarak katıldığım çalışma alanlarından biri de Türk futbol tarihiydi. Galatasaray'ın tarihi ile ilgili hayli çalışmış, Ali Sami Yen metrükâtı başta olmak üzere arşiv malzemesi görmüş, bir kitap hazırlamış, Galatasaray dergisinde yazılar yazmış ve bir belgesele ciddi katkılarda bulunmuştu. "Futboldan anlamam ama tarih ve kültürü itibariyle kitabı ve belgeseli göreyim" demiştim. Bir sonraki Bulgurlu Mado buluşmamızda bana bunlardan da getirecekti. Belki de İletişim'den çıkacak kitabını Bizim İçin Oyna: Türkiye'de Futbol ve Siyaset'i bekliyordu. Velhasıl onun sayesinde futbol kültürümü artırmak kısmet olmadı.

Doğrudan yardımlaştığımız ve bilgi alış verişinde bulunduğumuz konu ise Girit'ti. İlk iki aşaması neşredilmiş ve kitap olmaya doğru seyreden Hanya / Girit Mevlevihanesi çalışmamı takip ediyor, ben de Girit gezilerinden yeni bir şeyler bulup bulmadığını soruyordum. Şeyh ailesi de Mevlevihanenin bizzat kendisi de onun ailesi gibi mübadildi çünkü. Hanya / Girit Mevlevihanesi kitabım çıktığında (Dergâh Yayınları, 2006) çoğu zaman olduğu gibi Bulgurlu Mado'da buluşup çay içtik ve kitaptan imzalı bir nüsha-i fevkalâde kendisine takdim ettim. Çok sevindi ve bol fotoğraflı, belgeli bir kitap olduğu için baştan sona süratle karıştırdı. Çoğu daha önce gördüğü türdendi, yeni olanlar üzerinde de birkaç kelâm ettik. Bir müddet sonra eve telefon açtı, kitabı okuyup bitirdiğini ve Radikal Kitap için bir yazı karalayıp teslim ettiğini söyledi. Ne hikmetse bu yazı yayınlanmadı. Mehmet Ali mi bitirip teslim edemedi yoksa dergi mi yayınlamadı bunu bilmiyorum1. Fakat yine imzalayarak kendisine verdiğim Cumhuriyet Türkiyesi'nde Bir Mesele Olarak İslâm hakkında güzel bir yazı yazdı ("Din ile olmuyor dinsiz de…", Radikal Kitap, 4 Temmuz 2008, s. 18-19).

*

Oldu olacak rahmetli Mehmet Ali'nin kitaplarını da vefa defterine kaydedelim: Geographika: Yeniden Keşfedilen Yunanistan (İletişim, 2001.), Nüfus Mübadelesi: Kayıp Bir Kuşağın Hikâyesi (İletişim, 2003. Bana imzaladığı nüsha 20 Nisan 2004 tarihli), Türkiye'de Din Eğitimi ve İmam Hatipler (İletişim, 2005. Bana verdiği imzalı nüshada 29 Nisan 2005 tarihi var. Demek ki o gün yine Bulgurlu Mado'da buluşup çay içtik. Nereden aklına geldiyse imza sayfasına şu beyti de yazmış: Ne talim ü taallümden ne hod üstaddan gördüm / Ne gördümse felekde feyz-i istidaddan gördüm. Nâşid), Heybeliada Ruhban Okulu'nun Geleceği Üzerine Tartışmalar ve Öneriler (Elçin Macar'la birlikte, İstanbul, TESEV Yay., 2005)2.

*

Cenazesinde İletişim Yayınları ve Lozan Mübadilleri Vakfı'nın çelenkleri vardı. Nuray Mert'in dışında yayıncılardan Fahri Aral (Bilgi Üniversitesi Yayınları), Sevengül Sönmez (Kapı Yayınları) ve Nihat Tuna (İletişim Yayınları) ile görüşüp taziyeleştik. Meğer dün Türk futbol tarihiyle ilgili kitabının, Bizim İçin Oyna: Türkiye'de Futbol ve Siyaset'in son tashihlerini görmek için İletişim'e gitmek üzere yola çıkmış, deryanın ortasında, vapurda son nefeslerini vermişti. Yol üzerinde onu bekleyen, çelmeleri futbolculardan kat kat kuvvetli başkalarının olduğunu nereden bilebilirdi?!

Onu yazarlığa ve yayın dünyasına kazandıranlardan biri de Fahri'dir şüphesiz. İletişim'de yayın yönetmeni iken hem Tarih ve Toplum'da yazılarının yayınlanmasını sağladı hem de kitaplarının çıkmasını. Acaba tanışmalarını ben mi sağlamıştım? Muhtemelen öyle. Beraber Balkanlar'a, Ege adalarına doğru bir iki seyahate de gitmişlerdi. Fahri'den sonra İletişim'le münasebetleri yayın müdürü Nihat Tuna ve Tarih ve Toplum editörü Birsen Talay üzerinden devam etti.

Cenazesinde dağıtılan fotoğrafından bir tane de ben aldım. Onun yüz hatlarını iyi veren renkli bir fotoğraftı. Öğleden sonra Dergâh Yayınları'na geçtiğimde Radikal'deki vefat ilânlarını ve taziyet metinlerini de gördüm. Biri İletişim Yayınları'nın, diğeri Lozan Mübadilleri Vakfı'nın (Radikal, 6 Kasım 2008, s. 8)3.

Bir defter daha rahmet notu düşülerek böyle kapandı.

[1] Vefatından sonra bu yazıyı merak ettim ve Radikal Kitap'ın editörü Cem Erciyes'e telefonla sordum. Birkaç gün sonra bana döndüğünde böyle bir yazının arşivlerinde olmadığını söyledi.

[1] Bu kitabı 19 Haziran 2006 tarihinde Üsküdar vapurunda bitirmiş ve sonuna şu notu yazmışım: Ne garip memleket! Başörtüsü, Diyanet, İmam Hatip, İlahiyat problemlerinin azmanlaştığı, fiili olarak ise problem bile kabul edilmediği bir dönemde Türkiye'de yaşayan insanların bir kısmı Ruhban Okulu'nun açılmasıyla ciddi ciddi uğraşıyor. Kendilerine sorulsa, biz oralarda da çözüm arıyoruz, İmam Hatip, Diyanet… hakkında da raporlar hazırladık diyeceklerdir. Nitekim tanıdığım Mehmet Ali Gökaçtı da önce İmam Hatip Okullarıyla ilgili kitap yazdı. TESEV de öyle; Diyanet ve İmam Hatip dosyaları da planlayıp hazırladı. Benim böyle beylik açıklamalara karnım tok tabii. Ne diyelim, Allah encamımızı hayr eylesin.

[1] Vefatından sonra iki müşterek dostumuz hakkında yazı yazdı: Akif Emre, "Telefona takılan 'ölüm dikkati'", Yeni Şafak, 11 Kasım 2008; Nuray Mert, "Mehmet Ali Gökaçtı", Radikal, 11 Kasım 2008. Radikal Kitap da Cem Erciyes'in kısa bir anı-takdim yazısıyla yayın aşamasında olan Bizim İçin Oyna: Türkiye'de Futbol ve Siyaset kitabından bir bölüme yer vererek hatırasını yad etti:  "Gökaçtı'yı kaybettik", 14 Kasım 2008, s. 14-15.