'Bu memlekette kavram kargaşası var' sık duyduğumuz bir entelektüel racon kesme başlangıç cümlesidir. Ne yazık ki, yıllar önce benimle yapılan bir röportaj da bu başlıkla verilmişti ve çok hayıflanmıştım.

Siyasi/toplumsal/düşünsel bir değerlendirmenin bu türden bir cümle ile başlaması, kavramların mutlak, değişmez, açıklayıcı bir içeriği olduğunu ima eder. Bu durumda, yapılacak şey kavramların 'doğru' tanımını bilenlerin (her ne ise) meseleyi halletmesidir. Oysa, kavramsal dil bu türden kesinlikler üzerinde oluşmaz, kavramların sonsuz göreceliği söz konusu değilse bile, farklı açılımları vardır.

Sık rastladığımız diğer bir şikâyet de, 'tarih bilmiyoruz'dur. Bu şikâyet de, herkesin üzerinde anlaşacağı bir 'tarih' bilgisinin olabileceğini varsayar. Oysa, tarih bilsek de, onun yorumu üzerinde anlaşamayabiliriz.

Tüm bunlardan kaçınmamız gerekirken, en kötüsü, kavramsal tartışmayla tarih bilgisinin rastgele bir bulamaç olarak karşımıza çıkması. Tarihin rastgele kavramsallaştırılması ve/veya kavramların rastgele tarihselleştirilmesi. Son zamanlarda, 'İttihatçılık' böylesi bir bulamacın merkezi kavramı ve/veya tarihsel referansı haline geldi. Devleti, Cumhuriyet'i her şeye rağmen ve herkese karşı korumak gibi bir misyonun gündeme gelmesi, 'İttihatçı yaklaşım'dan bahsetmeyi haklı kılabilir. Ama, buradan hareketle, kestirmeden bir 'İttihatçı' ideoloji üretmek, bu, bugün olan biteni, bu ideolojinin devamlılığı ile açıklamaya çalışmak mümkün değil.

Bir kere, 'İttihatçılık' dediğimiz şey hiçbir aşamasında tutarlı bir ideoloji değildi, olacak zamanı da yoktu. İttihatçılığın mayasını oluşturan Jön Türk hareketi, farklı görüşleri içinde barındırıyordu ve 1908'de İkinci Meşrutiyet'in ilan edildiği noktada, bugün zannedildiğinin aksine 'Türkçü' değil, halen ve her şeye rağmen 'Osmanlıcı' idi. Türkçülüğün öne çıkması, Balkan Harbi sonrası ve Birinci Dünya Savaşı esnasında söz konusu oldu. Yani toplam dört-beş yıllık bir süreçten söz ediyoruz. Osmanlı son döneminde Türk milliyetçiliğinin gelişmesinin tarihi daha eskidir, ancak bu milliyetçiliğin iktidar ve devletle buluşması çok sonra ve çözülüş sürecinde oldu. Dolayısıyla, Cumhuriyet ideolojisini ve bugün gelinen yeri tartışırken, söz konusu edilen İttihatçılığın tarihsel arkaplanını, birçok yönüyle dikkate almakta fayda var.

Oysa, 'İttihatçılık' bir kez dolaşıma girdikten sonra, mutlak bir referans haline geldi. Anayasa Mahkemesi raportörü Osman Can'ın iki hafta boyunca Radikal İki'de yayımladığı makalesinde, bakıyorum, iş, 'yeni İttihatçılık', 'neo-İttihatçılık' 'İttihatçı içerik' ve nihayet 'İttihatçı öz'e kadar varmış. Siyasal/toplumsal kavramsallaştırmada 'öz' meselesi son derece sıkıntılı bir konudur. 'Öz Gaziantep baklavası' ve benzeri mevzularda olduğu gibi gülüp geçmekten çok ciddiye alınmaya değer.

Diğer taraftan, dolaşımdaki bazı kavramların ötesinde, son zamanlarda, siyasi tartışmanın merkezine yerleşen ve yakın tarih okumalarının yönünü tayin eden 'demokratik ve demoktarik olmayan güçler' ikileminin kendisi fazlasıyla tartışmalı bir çerçeve . Yeniden Ortadoks Marksist bir toplum ve siyaset okuması önermiyorum, ama sınıfsal, toplumsal süreçleri tümüyle es geçen, bir yandan demokrasi sürecini, askeri/sivil bürokrasi ve sivil toplum çatışması eksenine oturtan, diğer yandan, milliyetçilik analizini tümüyle ideolojik çatışma üzerine bina eden bir yeni siyaset söylemi söz konusu. Asıl mesele, tek tek kavramlar veya tarihsel referanslar da değil, bu yeni siyaset söylemini toptan sorgulamak.

Kaynak: Radikal