Yarım asırdır Suudi Arabistan Krallığı, ABD’nin Ortadoğu politikası için kilit aktör oldu. Onların petrol desteğinin garanti edilmiş olması, onlara güvenliğin garanti edilmesini satın almış oldu. Otokratik uygulamalara ve Vahhabilik aşırılığının ihracına bakmaksızın ABD inatla bu müttefiğini “ılımlı” olarak adlandırıyor. ABD’li özel harekatçıların, tereddütsüz şekilde verilen terörle mücadele gizli ödeneği mahiyetindeki Suudi petrodolarlarını gözden geçiriyor olduğunu söylemek güç. Kaos denizinde tekrarlanan bir nakarat var: Krallık, istikrarlı bir devlet.

Ama öyle mi?

Aslında Suudi Arabistan bir devlet dahi değil Bunu tarif etmenin iki yolu var: Bir politik girişim olarak akıllıca ancak nihayetinde sürdürülemez bir iş modeli veya yatay ve dikey olarak bütünleşmiş bir suç organizasyonunu andıran, yozlaşmış bir teşekkül. ABD’li karar alıcıların ise Suudi Krallığı’nın çöküşüne dair bir plan yapmaları için işten geçti.

Ordu ve diğer devlet personeliyle yaptığımız son sohbetlerde onların bu hususa dair ne kadar ürkmüş gözüktüğünü görmek bizi de ürküttü. Burada onların üzerine çalışması gereken analizi aktarıyorum.

Bir şey anlamak lazım, Suudi Kralı, petrol parasını politik sadakat satın almak için bir ödemeye dönüştüren aile işinin CEO’su. İki şekilde bunu yapıyorlar: Kraliyet ailesinin gitgide artan sayıda varislerine nakdi bağış veya finansal imtiyazlar tanıyarak ve avam halk için bir nebze kamusal ihtiyaçları karşılayıp iş olanakları oluşturarak. İşin zorlayıcı “sopası” ise yardımsever şekilde Amerikan ekipmanıyla donatılan, gaddar iç güvenlik hizmetleri ile sağlanıyor.

Birleşik Devletler uzun süredir sadakati kiralamak için kullanılan sonu gelmez bir nakit hazinesine sahip olan kraliyet ailesine bel bağlamış durumda. Bugünkü düşük petrol fiyatlarına ve Suudi yetkililerin silah alımını arttırmasına rağmen ve hatta Yemen’deki ve diğer yerlerdeki askeri maceralara rağmen Riyad’ın bütçesi anca tükeniyor.

Hâlâ böyle düşük fiyatlara karşın artan petrol üretimi, aynı diğer ihtiyaçlar gibi acil bir gelir ihtiyacı olarak yansıyabilir. Suudi Aramco IPO buna benzer şekilde sağlam para ihtiyacını ortaya koydu.

Dahası, politik piyasa arza göre olduğu gibi talebe göre de işlev görüyor. Peki ya sadakatin fiyatı artarsa?

Şu an olan tam da bu gibi görünüyor. Kral Selman, son Kral Abdullah’a bağlılık yemini etmiş ileri gelenlerin bağlılığını korumak için çok harcama yapmak zorunda kaldı. Bu tarz bir enflasyon vurduğunda diğer iki ülkede tükenen şey burada da söz konusu. Güney Sudan’da doyumsuz elitler sadece yeni kurulmuş ülkenin petrol parasının ceplerine verilmesi ile avutulmadı ayrıca kaos hâlinde bir düşüşün kıvılcımını ateşler şekilde para tükenirken onların devasa istekleri de el üstünde tutuldu. Somali Hükümeti ise cömertçe yapılan bağışların keyfini sürüyor ancak bu bağışlar kendi ideolojik, güvenlikle alakalı ve suç içeren ajandalarına sahip olan diğer satın alıcılardan müteşekkil çok çekişmeli bir politik pazara sebep oluyor.

Bu tip kıyaslar Suudi liderlere hücum olarak gözükebilir bu kıyaslar durumu anlatıyor. Eğer sadakat fiyatının indeksi artmaya devam ederse monraşi politik acziyet durumuyla karşı karşıya kalabilir.

Suudi yönetici eliti sofistike bir suç girişimi tarzı bir şey yönetiyor.

Bir başka yerden bakarsak, halkın her yerde devletin denetlenebilirliğini ısrarla talep ettiği bir zamanda Suudi yönetici eliti sofistike bir suç girişimi tarzı bir şey yönetiyor. Politik ve iş dünyası elitlerinin bir tekel ağında iç içe geçmesi ile hesabı verilemeyen miktarda bir nakit, yurtdışında özel yatırımlar ve savurgan satın alımlar için ülkeden ayrılıyor ve devletin işlevi bu amaçlara hizmet etmek için bükülüyor. Suudi Arabistan, Viktor Yanukoviç’in Ukraynası gibi hırsız iktidarları ile kıyaslanabilir.  

Suudi vatandaşları kendilerini gitgide şöyle görüyor: Vatandaş, ancak bir özne değil. Nijerya, Ukrayna, Brezilya, Moldova ve Malezya gibi çeşitli ülkelerde insanlar suça bulaşmış devletle ve cezasız kalan devlet yetkilileri ile mücadele ediyor, kimi zaman şiddetle. 2015 yılında yarım düzineden fazla ülkede halk, yolsuzluğu protesto etmek için sokaklara indi. Bunların üçünde devletin başındakiler ya tehdit altında ya da istifa etmek zorunda kaldı. Başka yerlerde benzer bir öfke, Robin Hood rolünü oynayan cihadçı hareketlerin veya suç örgütlerinin gelişimine katkıda bulundu. Rusya ve Çin’in dış maceraları ise en azından kendi halklarının tatminsizliğini becerikli bir devlet yönetimi ile gidermeye dair çabalar olarak bir nebze açıklanabilir.

Şimdilik bu çoğunlukla Suudi Arabistan’ın politik taleplerini dile getiren Şii azınlığı. Fakat emsali olmayan bir şekilde dış dünyaya maruz kalan eğitimli Sünni çoğunluk, kendi girdileri dokunulmaz olan ihtiyar yöneticiler tarafından cimrice bahşedilen birkaç lütuf ile ömür boyu tatmin olamaz. Ayrıca bir de “misafir işçiler” mevcut. Suudi yetkililer de aynı diğer Körfez ülkelerindeki yetkililer gibi, koşullar ne olursa olsun işe muhtaç insanların sonsuz hizmetinden fayda sağlayabileceklerini düşünüyormuş gibi gözüküyorlar. Ancak ülke vatandaşlarının sayısı, yakında haklarını öne sürmeye başlayabilecek işçilere kıyasla ciddi ölçüde azaldı.

Riyad on yıllardır üzerindeki baskıyı, Müslüman aleminde aşırıcılığı teşvik eden kendi muhaliflerini dışarı yollayarak azalttı, Usame Bin Ladin gibi. Fakat bu strateji geri tepebilir: Bin Ladin’in Suudi Arabistan’daki yozlaşmaya karşı eleştirileri başkalarının da ilgisini çekti ve bu birçok Arap arasında yankı uyandırdı. Ve Kral Selman (bu arada 80 yaşında) ise yarı ağabeyi Abdullah’ın becerisini sergileyemedi. Sergilediği tavır ancak otokratların alet çantasında bulunan bazı benzer aletleri kullanmaktı: Muhalifleri idam etmek, dış savaşlara girişmek ve Suudi Şiilerin taleplerini itibarsızlaştırmak ve milliyetçi coşkuyu ateşlemek amacıyla mezhepçi çatışmayı kamçılamak…

Sözüm ona yekpare hâldeki devletler parçalara her ayrıldığında ABD hazırlıksız yakalanıyor.

İşlerin gidebileceği birkaç nokta var çünkü Selman’ın iktidar üzerindeki kırılgan hakimiyeti çatırdamaya başladı.

Birinci olabilecek şey, sadakatin fiyatının herhangi birinin ödeme gücünü aşar şekilde yükselmesi ile kraliyet ailesi içerisindeki hizipler arasında doğabilecek bir mücadele. Bir diğer şey bir dış savaş. Suudi Arabistan ve İran zaten şu anda Yemen’deki uzantıları ile birbirine karşı mücadele hâlinde, kızışma kolayca gerçekleşebilir. ABD’li karar alıcılar bölgesel sorunlar için bölgesel çözümler hususunda bastırırken bu tehlikeyi göz önünde bulundurmalı. Üçüncü senaryo ise bir ayaklanma. Şiddet içermeyen bir isyan veya cihadçı bir ayaklanma… Bölge çapında son yıllarda art arda olanlara bakınca bu sonuç oldukça olası.

Sözüm ona yekpare hâldeki devletler parçalara her ayrıldığında ABD hazırlıksız yakalanıyor. Bu sefer yapılacak daha iyi şey, ABD ordu ve istihbarat görevlilerinin en azından ve çabuk bir şekilde farklı senaryoları ve bağımlılığı azaltıp riski düşürmeyi hedefleyen potansiyel eylemleri test etmek için itinalı planlar yürütmesidir. Suudi çöküşünün en olası, en tehlikeli bölgesel neticelerini veya Suudi yöneticilerin böyle bir çöküşten kaçmak için gitgide artan umutsuz çabalarını tespit etmek için sıkı bir çalışma yapmalılar. Ve hepsinden de önemlisi ABD politikasına şimdiye dek yön veren otomatik pilot tarzı düşünmeye son vermeliler.

“Umut, politika değildir” sıradan bir söz. Fakat alternatifleri düşünmemek de aynı anlama geliyor.

Kaynak: The Atlantic
Dünya Bülteni için tercüme eden: Deniz Baran