İçinde bulunduğumuz kuşatılmışlık durumunun can sıkan tarafında küresel tahakkümün parçalarının, içerde, yer alması yatıyor. Yeni bir durum olarak karşımıza çıkan, başka adreslerin ruhunu taşıyan yerli bedenlerin, ne zaman ne yapacaklarını tahmin etmek oldukça zor.

Her türlü benzemezi bir araya tutan şey, dış destekle içerdeki iktidarı, daha ziyade de lideri itibarsızlaştırma. Bu ülke için yeni ve oldukça da riskli bir tutum. Ülkelerle oynayabilmenin temelinde, oluşturulan veya olan rahatsızlıkların içerden desteklenmesi ve elverişli kıvama taşınması malum bir durum.

Dış politikanın içeriyle elbet ilgisi yok değil, ancak ortaya çıkan iradenin söylemi yok; kini var. Ülkeyi her türlü vesayetin altına atma potansiyeli taşıyan da bu kullanıma açık öfke. Yaşanan ucuzluklarda gerçeği görme ve uyarma çabası yok. Arap Baharı denen projeyi bu ülke ihdas etmiş gibi, üçüncü büyük paylaşım planını, İslam coğrafyasının işgalini iktidar planlamış gibi keskin ve daha tehlikelisi dışa bağımlı bir hevesin seslendirilmesi iyi işaretler barındırmıyor.

Süregelen dış politika hep batının yapıp ettiklerine mazeret bulma arayışı ile sınırlıydı. Medeni dünyada vardı bir de bizi arkadan vuran komşularımız. Adresimiz belli, kıblemiz sorgulanamazdı. Batı kapıyı açana kadar kapıda yatmaya, istedikleri kıvama gelinceye kadar bütün istekleri gözümüzü kırpmadan yerine getirmeye kendimizi adamıştık.

Buna rağmen ne kapı açıldı ne de öngördükleri tasarılarını değiştirdiler. Gelinen aşamada, dünya sisteminin ortak harekatla bölgeyi paylaşma planına karşı net tavır almak yerine itaat söylemini devam ettirmenin kıymeti olmayacağı aşikar.

Ortada projeler, haritalar ve müttefik görüntüsüyle taşeron örgütlere açık destek verenlerin tutumunu hoşgörüyle karşılama sadece Kürt ayrılıkçıları mutlu etmiyor, bizzat söz konusu sorunu kuruluştan buyana taşıyan ulusçuları da umutlandırıyor.

İşin asıl mana verilmez tarafı da burası. Misakı milliyi kutsal belleyip bu uğurda her türlü fikri mahkum eden kurucu iradenin geldiği aşamayı, eksen değişikliğine karşı küresel iradeye teslimiyet olarak izah edebilir miyiz?

Kaldı ki, hevesle eksenin karıştırıldığı memurluk politikasına methiye yazacak argüman bulmak da müşkül bir durum. Bunu söylerken son on beş yıllık sürecin hatasız olduğunu söylemiyoruz. Ancak son zamanlarda her türlü öksürükten bile, çözülme adına tefsirler üretilir hale gelindi. İşin bir başka hüzün veren tarafı da hiç bir ilkeye dayanmadan, cemaat adı altında yıkım ve istila sürecinin parçası olmak ve yine de evliyalık iddiasını sürdürenlerin inançla tenakuz durumu.

Müslümanlar, ulus devletin bir hastalık hali olduğunu, bütün farklılıkları yok etmek üzere homojenleştirici yapısıyla, zoraki bir tasarım olduğunu tecrübe ederek de gördüler. Araya giren ayrımcılığın Türk- Kürt çatışmasının banisi de ulus devletten başkası değil. Onun ürettiği problemi dindar hükümetler çözmeye çalışırken, bu sefer de ortaya çıkan karşı ulus söylemi buna direniyor ve sorunu ihdas eden cenahla bir cephe oluşturuyor.

En zorlu işkence dönemlerinde direnen, silahlı örgüte meyletmeyen dindar Kürtler ulusçuluk vebasını pratik mağduriyetleri bahane ederek destekler hale geldiler.

Ümmetçi bakışı alaya alan sözlerle, kardeşliği masal diye niteleyen, bölgeye hakim söylemi içselleştirmek acı verici bir durum. “ Kürtler İslam’a çok hizmet etti, şimdi İslam Kürtlere hizmet etsin” söylemi sekülerdir ve imanla telif edilir yanı yoktur.

Diğer taraftan, hükümet olmakla devlet söylemini içselleştirmenin çarpıklığı da karşı bir savrulma olarak denklemdeki yerini muhakeme etmeden almakta zorlanmadı.

Hilafetin kaldırılmasıyla dağılan ve ulus ulus bölünen İslam milleti, yeni bir kıyımla, daha küçük parçalara ayrılma sürecine yatırıldı. Küçültmenin yerine göre grup milliyetçiliği, mezhep taraftarlığıyla yapıldığı bir dönemde, bütün kırgınlıkların üzerinden geçecek kavrayışa ihtiyaç var.

Bölgenin tamamında, asabiyesiz, öfkesiz, yapıcı bir öngörü ile bütünleştirici bakış açısı ve davranışa ihtiyaç var.

Müslüman için, küçülmek, ümmet ikliminden uzaklaşmak anlamına gelir. Düşlerin yeniden şekillenmesi için var olan birliği büyütmek gerekirken, ulus ihdas etmeye çalışarak ayrılık söylemine taraf olmak, meşru değildir.

Bu her ırk ve mezhep için böyledir.

Uçurumun kenarındayız yine; kime, neye tutunacağız?

Rabbin teklifi: Ali İmran: 103