I- Yıllar akıp gidiyor. Ekim oldu, ancak Tahran'a dönebildim. Her seferinde olduğu gibi şehir bıraktığımdan daha karışık, zor, mevsimin etkisiyle de daha bir "gri" renkte göründü bana.
Şehirler bazen sinsi, bazen de apaçık yollarla değişiyor. Tahran'da değişmeyen birçok şeyden biri, şehri boydan boya geçen caddelerin kenarlarında bulunan su kanalları. Bir ırmağın kenarında yürüdüğünüz hissiyle aniden durduruyor sizi sonbahara özgü bulanık, canhavlini andıran bir taşkınlıkla akan su.
Suyu izlerken düşünüyorum: Akar suyun deli dolu akarken ya da sıcak mevsimlerde buharlaşırken gördüğü, telaşlı yolcunun ise gördüğünü sandığı Tahran gerçeği en çok hangi bilinçte aranmalı? Sahneler hızla değişirken siyasal gündemde değişmeyenleri bize kim vukufiyetle anlatabilir, sıradan sayılan herhangi bir şehirlinin yapabileceği kadar...
İmam Humeyni Havaalanı'nda bindiğim taksinin şoförü işte şunları söyledi: "2009 seçimleri bir kırılmadır. Ben devrim muhafızıyım. Eskiden sokakta görünce sarılırdı insanlar, dua ederdi devrim muhafızına. Şimdi o yakınlığı göstermiyorlar. Niye? Devrim muhafızı sahaya indi 2009'da ve taraf tuttu. Reformistlere şiddet uygulanmasına seyirci kalındı, bazen bu şiddete ortak olundu. Devrim muhafızı devrimin vicdanı olarak kalmalıydı oysa."
Bütün bu yaşananlar gökten zembille inmedi. Eleştiri Rafsancani'ye geri dönüyor. Ayetullah Humeyni vefat ettiğinde hem meclis başkanı hem de Humeyni adına başkomutan olarak görev yapan Rafsancani, mevzuatı kendi güçlü konumu bağlamında düzenleme yoluna gitti. Bulunduğu zirvede o yapısal düzenlemeler pekâlâ mantıklı görünüyor olmalıydı; avantajlı konumlarda özellikle "gelecek uzun sürer" sanılıyor. Oysa yıllar su misali akıp gidiyor. Bir zamanlar çok akıllıca görünen çözüm bumerang misali önce, öne sürenin handikapına dönüşüyor.
Devrim kendi evlatlarını yiyerek eksilmeye devam ediyor. Zizek (ya da Lacan)"hepsi değil" diye özetliyor bu eksilmeyi. Öteki ("sol")kesimlerden destekçilerini, kendi çevresinden de Şeriati'yi, Bazargan'ı, Muntezeri'yi, Azem Talegani'yi, nihayet Musavi ve Rahneverd'i, Hatemi'yi eksilterek süren artık başlangıçtaki devrimle aynı şey olabilir mi...
Bu nedenle de Tahran sürekli kendini savunmaya zorunlu, yeşil ya da safran rengi, bazen kimyon, bazen de keskin tarçın buğusuyla boyanmış girdi çıktılarına karşılık öncelikle gri görünen bir şehir.
II- Rafsancani, 27 Eylül tarihli İtimat gazetesinde yer alan bir habere göre İran'ın kendisini kuşatan sorunlardan kurtulması için öncelikle Anayasa'nın tam olarak tatbikini, uluslararası sorunların çözümlenmesi için de milli birlik hükümeti kurulmasını öneriyor.
Bunun anlamı bir bakıma işin kolayına kaçarak kurumsal açmazları paranteze almak; bir kez daha...
İran-Irak savaşında bulunmuş gazilerle yaptığı görüşme sırasında şu görüşleri dile getiriyor tecrübeli siyasetçi : "Savaşı takiben biz dünyayla barışık bir siyaset izleyerek uluslararası inzivadan kurtulmaya çalıştık, İran'ın kapılarını yabancı sermaye ve kredilere açarak ekonomiyi düzeltmenin yolunu aradık. Devrime vefalı bütün siyasal grupların işbirliğiyle ülkenin kalkınma sürecini hızlandırmayı amaçladık."
Rafsancani'nin son zamanlarda çeşitli münasebetlerle yaptığı konuşmaların metinlerinin İran'da yayımlanan sol kanada mensup sayılan İtimat, Şark ve Afitap-ı Yezd gibi gazetelerde yer bulması, sol kanadın yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Rafsancani'den yana bir tutum sergilediği ya da eski cumhurbaşkanının nüfuzundan yararlanmak suretiyle kendi sunacağı adaylar için bir destek arayışı içinde olduğu şeklinde yorumlanabilir. Rafsancani başkanlık sistemine geçildiğinde seçilen ilk cumhurbaşkanı olmasının yanı sıra savaşın yıkıntılarının tasfiyesinde, onarım ve inşa faaliyetlerinde ve İran'ın zor dönemlerinin atlatılmasında önemli rol oynamış bir siyasetçi, devlet adamı. Onun cumhurbaşlanlığının ilk dönemi, savaşın sebep olduğu tahribatı ortadan kaldırma faaliyetleriyle geçti, ikinci dönemi ise büyük yatırımlarla amaçlanan kalkınma hamlelerinin gerçekleşmesi yönünde...
O nedenle de "Yapım Onarım Cihadının Başkomutanı" lakabıyla da hatırlanıyor Rafsancani. Gücü öylesine bir noktaya ulaşmış görünüyordu ki, Anayasa'nın sınırlamalarına karşılık 3. kez cumhurbaşkanı olmasını hatta döneminin Mısır cumhurbaşkanları gibi bu konumu ömür boyu sürdürmesini tekif edenler oluyordu. Bununla birlikte aynı güç imajının sunduğu psikolojik atmosfer nedeniyle belki de Rafsancani ekonomik olarak ve uluslarası planda kazandığı başarılara karşılık İran'daki partileşme çalışmalarına ancak partilerin gruplar halinde çalışmasına izin verilmesi seviyesinde katkı sağladı. Onun döneminde sayısız parti organizasyonu gerçekleşti, ancak bu organizasyonlar parti olarak kurumsallaşmaya çalışmaktan ziyade ünlülerin toplanıp faaliyet gösterdiği kulüpleri andırıyordu. Bu partiler ancak belediye meclisi seçimlerinde, meclis ve cumhurbaşlanlığı seçimlerinde ortaya çıkar, daha sonra pek faaliyet göstermezlerdi. Bu konuda sergilenen çekimser tutumda partileşmenin islami açıdan tefrika olarak anlaşıldığı (Türkiye İslamcılarının da iyi bildiği) dönemsel açıklamaların da rolü var kuşkusuz.
Rafsancani'nin 2. dönem cumhurbaşkanlığını takiben gerçekleşen ilk seçimde onun desteğiyle Hatemi yüksek oranda oyla cumhurbaşkanı seçildi; ancak Hatemi hükümeti döneminde de partiler faal olamadı; parti örgütlenmesine siyasetçilerin pek de önem vermemesi nedeniyle. Yüksek oranda oy toplayan reformistler, kendilerine gösterilen teveccühü her zaman koruyabilirmiş gibi partileşmeye gitmediler. Kişilere dayalı siyasetin sonucu, Ahmedinejat gibi 50 yaşına kadar siyasi alanda hiç tanınmamış, Rafsancani ve Hatemi gibi siyasetçilerin benimsemediği bir popülizmi dibine kadar kullanmakta tereddüt etmeyen bir siyasetçinin ortaya çıkmasıyla bir anda siyasal gündemin ve dilin bu yeni (öngörülmemiş) siyasi figürü destekleyen grubun eline geçmesi anlamına geldi. Partilerin kurumsal olarak belirsizliğinin bir sonucu ise şimdilerde Ahmedinejat'ın ardından neler yaşanacağının kestirilemiyor olması. Sekiz ay sonra gerçekleşecek seçimlerde ve seçimlerin ardından neler olabilir, kimse öngöremiyor.
AK Parti Kongresi'ni izlerken bunu düşündüm. Başbakan Erdoğan hep birinci, kongre yine canlı ve faal, görece etkileyici. Ancak AK Parti her türlü düzeneğini ve planını Erdoğan'ın aktif varlığına bağlı olarak tasarlamış görünüyor. Halbuki parti Erdoğan'ın varlığıyla güçlü bir görünüm sunmayacak şekilde bağımsız bir varlık edinebilmiş olmalıydı, gibi geliyor bana. Aksi takdirde faal görüntünün, başarıların Erdoğan tarafından değil de parti tarafından oluşturulduğu izlenimi oluşmuyor, belli bir mesafeden bakıldığında.
Yıllar hızla akıp gidiyor, Türkiye siyaseti kişiye bağlı olmayan siyasi yapılanmaları kavramakta zorlanıyor. Rafsancani örneği, dönemsel başarıyla bağlı kurumsallaşma yerine yapısal, ilkelere dayalı kurumsallaşmaların önemsenmesi gerektiğini ortaya koyan çarpıcı bir örnek.
III- Muhammed Esed, İran halkının mizacında mündemiç (olumsuz) bir hüzünle açıklıyor, caddeler boyunca uzayan kanalların kıyısında oturup da suyun akışına dalıp giden kişinin ruh halini, Mekke'ye Giden Yol'da. Schoun'un daha sufiyane bir açıklaması var bu hüzün üzerine: Kaybedilen saflığın acı hatırası... Kerbela dramının hatırasının mistik düzeyde dünya hayatının sürgün olduğu fikrine dayanan asil üzüntü ile birleştirilerek yaşanması... (İslam ve İlahi Hikmet, sf. 105; İz.)
Hüzün duymamak mümkün olsaydı keşke... Yıllar su gibi akıyor, inanın. Vakit geçmiş değil ancak; güçlü Erdoğan kurumsallaşmayı sağladığı takdirde gelecekte Rafsancani'nin yaşadığına benzer pişmanlıklara kapılmamayı başaracağı bir yerde henüz.