ABD 1994'ten bu yana 1915-1923 arasında Türkiye'de ölen Ermenileri ansa da, Ankara'nın jeopolitik önemini kullanarak yaptığı baskıya boyun eğerek 'soykırım' sözcüğünü kullanmıyor. Soykırım, politika nedeniyle verilen tavizler arasında yer alacak kadar basit bir konu değil.

Başkan George W. Bush salı günü yasalar nedeniyle, modern jeopolitiğin en tuhaf ve inatçı tartışmalarından birinde kıvırtmak zorunda kalacak: 92 yıllık bir soykırıma 'soykırım' desek mi, demesek mi.

1994'ten beri her 24 Nisan günü ABD başkanı, Kongre'nin 'soykırım kurbanları, özellikle Türkiye'de 1915-1923 yılları arasında yapılan soykırımın kurbanı olan Ermeni kökenli 1.5 milyon kişi' olarak ilan ettiği insanları onurlandıran bir konuşma yapar. Ve yine 1994'ten beri her yıl, ABD başkanı bu konuşmayı, 'soykırım' sözcüğünü bir kez olsun ağzına
almadan yapmayı becermiştir.

Bu konuşma, Washington'ın önemli NATO müttefiki Türkiye'nin güçlü itirazlarına boyun eğdiği, realpolitiğin retoriğe yansıdığı bir ritüeldir.

Darfur krizinin ne farkı var?

Ancak 2007, tüm bu kaçışların nihayet başkanın yüzüne çarptığı sene olabilir. Bir zamanlar güçsüz küçük bir Kafkas ülkesinden gelmiş marjinal göçmenlerin karanlık takıntısı olmaktan öteye gitmeyen şey, son yıllarda iyice çiçek açarak artık görmezden gelinmesi zor bir güç halini aldı. 2000'de Ermeni meselesi Beyaz Saray'da ABD tarihinin en pahalı yarışlarından birini ateşlerken, iki yıl önce kendi halinde yumuşak huylu bir ABD diplomatını da hiç beklenmediği halde gerçekleri söyleyen bir şehide dönüştürdü. Şimdiyse uzun süre önce yaşanmış bu olayların nasıl dile getirileceği meselesi, gelecek ay Türkiye'de yapılacak seçimler üzerinde etkili olacak.

Dahası Kongre, 24 Nisan'ı anarken, başkana 'Ermeni soykırımı' sözcüklerini söylemeye çağıracak bir yasa tasarısını oylamaya kararlı görünüyor. Modern Türkiye'nin Osmanlı öncülleri 1915'te bu tarihte, 250 Ermeni entelektüeli idam ederek soykırımı başlatmıştı.

Karar salı günü yürürlüğe girmeyecek. Bilhassa da komşu Irak'taki savaş nedeniyle Türkiye'yle hassas ilişkilerine her zaman dikkatle yaklaşmış olan Bush yönetimi, yasa tasarısını öyle ciddiye alıyor ki, Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ve Savunma Bakanı Robert M. Gates, Beyaz Saray sözcüsü Nancy Pelosi'ye gönderdikleri ortak bir mektupta yasanın 'sahadaki Amerikan askerlerine zarar verebileceği' uyarısında bulundu. Lobi faaliyeti, Beyaz Saray'ın oylamayı bu seneki 24 Nisan anma gününden sonraya erteleyebilmesine yetecek kadar başarılı oldu. Ancak yasanın bu sene geçirilmesi, yine de Beyaz Saray'a muazzam bir darbe vuracak.

Üzerinden 90 küsur yıl geçmesine rağmen, bağlayıcı olmayan bir karardaki tek bir sözcük hâlâ tüyleri neden diken diken ediyor? Verilecek yanıt, birbiriyle çoğunlukla ilgisi olmayan çok sayıda etkende yatıyor. Kongre'nin kontrolünü ocak ayında ele geçiren Demokratlar, bilhassa Bush'un dış politikasının ikiyüzlülüğünü ortaya serecek bir kavga çıkarmaya can atıyor. Başkansa neticede, Saddam Hüseyin rejimine karşı savaşı sırasında ve sonrasında, Saddam'ı devirmek için 'soykırım'ı mazeret olarak kullanmış biri, dahası ABD 2003'ten bu yana 200 binden fazla insanın hayatını kaybettiği Darfur krizi için bu sözcüğü kullanmaktan çekinmedi.

Atlantiğin karşı kıyısında Ermeni meselesi, bilhassa da Türkiye'nin yönetiminin inkârcı tutumunu sorgulayan karakterler kurgulamış yazarlarını bile mahkeme önüne çıkarmakta kullandığı 'Türklüğe hakareti' suç sayan saldırgan yasaları, Avrupa Birliği'ne ilk kez çoğunluğu Müslümanlardan oluşan bir ülkenin üye olma isteğine karşı saldırıya geçenlerin ana gerekçelerinden biri halini aldı. Soykırımı resmen tanıyan 15 ülkenin çoğu Avrupalı; hatta İsviçre ve Fransa, soykırımın inkârını suç sayan yasaları geçirecek kadar ileri gitti.

Ardından ocak ayında Ermeni kökenli gazeteci Hrant Dink kalabalık bir İstanbul caddesinde öldürüldü. Dink'in bir Türk milliyetçisi tarafından öldürülmesi dünyayı şoke etti ve Türkiye'de de kaygı verici bir içe kapanma dalgası başlattı. Ancak Ankara bunun üzerine hızla, yabancı yönetimlerin soykırım sözcüğünü kullanmasını engellemek için kaybetmeye mahkûm çabalarını iki katına çıkarmaya karar verdi.

Türk bakanlar geçen birkaç ay içinde Washington'a gönderilerek, Kongre'den geçecek kararın kendilerini ABD'nin İncirlik'teki büyük önemdeki hava üssünü kapatmaya zorlayabileceğini ve Ortadoğu için hayati sayılabilecek bir anda ilişkileri tehlikeye atabileceğini belirtti.

Bu politika saygı görmüyor

Türkler açısından soykırım birçok nedenle tabu. Bu nedenlerden belki de en önemlisi, olayın Kemal Atatürk liderliğinde modern Türkiye kurulurken gerçekleşmiş olması. Atatürk öyle kutsallaştırılmış bir adam ki, anısına hakaret edilmesi bile hâlâ hapisle cezalandırılabiliyor. Dolayısıyla bu kavga, yıllardan beri devam ediyor.

Bu ay başında Türk lobisi, Ruanda soykırımının 13. yıldönümünde açılacak bir BM sergisini başarıyla önleyebildi, zira sergide 'Türkiye'de öldürülmüş 1 milyon Ermeni'den bahsedilecekti. New York Times başyazısında bu olayı şöyle yorumladı: "Ermeni soykırımının tartışılmasını sansürlemeye yönelik her çabalarında, konuya daha da dikkat çekmekten başka bir şey yapmıyor ve bugünün demokratik Türkiyesi'ni artık geçmişte kalmış bu suçla ilişkilendiriyorlar." Türkler, Dink cinayetini kınayan bir ABD Senato kararını bile sulandırdı.

Ancak yaşanan bu son olaylar silsilesi, soykırımı tanıma meselesinin neden hâlâ bu kadar güç olduğunu açıklamaya yetmiyor. Bu konuda ABD'nin
son Ermenistan büyükelçisi John Marshall Evans'ın görüşlerine katılıyorum. Evans, şubat ayında diaspora Ermenileriyle dolu bir salonda şunları söyledi: "Gerçek dünyada, resmi bir politika halkın büyük çoğunluğunun aşikâr gördüğünden çok büyük oranda sapıyorsa, o politika artık saygı göremez."

Ahlaki otoritemizi baltalıyoruz

Kariyerine bağlı, sesi soluğu çıkmayan bir diplomat olan Evans, Eylül 2004'te Ermenistan görevine gönderilmeden önce, 1915-23 olaylarına ilişkin
mevcut literatürü araştırmıştı.

Ona göre ABD'nin 'soykırım' sözcüğünü kullanmaması tarihi uzlaşıdan
öylesine büyük bir sapma teşkil ediyordu ki, Washington'ın ahlaki otoritesini baltalıyordu.

Evans politikayı sahne arkasından kıpırdatmaya çalıştı, ancak bunu başaramayınca, Prag'da komünist dönem öncesi ve sonrası görevlerinden gayet iyi tanıdığı bir adamdan, Çek Cumhuriyeti eski Devlet Başkanı Vaclav Havel'den esinlendi ve 'olayların adını doğru koymaya' karar verdi.

Evans, Şubat 2005'te Kaliforniya'da yaptığı konuşmada şöyle dedi: "Bugün buna Ermeni soykırımı diyeceğim. Bence bizim ABD yönetimi olarak, bu sorunu daha dürüst ve samimi bir yolla tartışmak, siz vatandaşlarımıza borcumuzdur." Washington tarihi gerçeklerden kaçma meşgalesine dönebilsin diye, Evans bu sözleri nedeniyle görevinden alındı.

Hitler haksız çıktı

Başkan Bush salı günü 'soykırım' demeyecek. Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ın dediğine bakılırsa yönetim, Türkler ve Ermenilerin her ikisi de 'geçmişlerini aşarken' Amerikalıların yardım etmemesi gerektiği görüşünde.
Ama sorun böylelikle ortadan kalkmayacak. Ermenilerin Beyaz Saray'daki büyük şampiyonu halini almış Demokrat vekil Adam Schiff'in Kongre'deki sert sorgulamasına cevaben Rice'ın kıvırtmalarını izlemek son derece moral bozucu; insan Amerikalı olduğuna utanıyor. Realpolitik nedeniyle verilen tavizler listesinde, ulusal bir azınlığın kitlesel katliamı listenin en altında yer almalı.

Söylenenlere bakılırsa Adolf Hitler Polonya'yı işgal etmeden önce,
"Bugün Ermenilerin yok edilişinden söz eden var mı?" demiş. Unutmanın, gelecek soykırımların önünü açan ilk adım olduğunu hatırlatan ürpertici bir örnek bu. Ama sonunda Hitler haksız çıktı. Gerçeğin ebediyen hatırlanmasını hiçbir geçici güç engelleyemez.