Bir yanda Suriye'de katliam devam ediyor, diğer tarafta Cenevre'de sanki zaman doldurmak için düzenlenmiş barış seansları... Uzatmalardan sonra toplanan Cenevre 2'de aynı masada tarafların oturtulmuş olmasından öte bir ilerleme sağlanamamış; ama sanki bir işaret beklercesine diplomatik çabalar devam ediyor. Tuhaf olan şu ki ağırlık koyması beklenen aktörlerin siyasi temsilcileri de çoktan görüşmeleri terk etmiş, salt diplomasiye sahayı bırakılmış görünüyor.
Tüm bu süreçte konuyla doğrudan alakasız görünen, Moskova'da yapılan bir görüşme de herkesin dikkatini çekti. Mısır'da darbe yapan General Sisi Putin'den icazet istercesine cumhurbaşkanlığına aday olacağını açıkladı ve Putin de bunu onayladı. Bu duruma Amerika'dan 'Mısır'ı kimin yöneteceğine ABD ve Putin karar veremez (aslında Putin'i aşar demek istiyor)' anlamında bir açıklama geldi.
Mısır'daki siyasetin geleceği başlı başına bir sorun olarak dururken, Sisi'nin Moskova ziyaretinin Suriye ile nasıl bir alakası olduğu önemli soru. İlk bakışta doğrudan bir alaka kurmak imkansız; ancak soru 'Suriye'nin geleceğinin Ortadoğu'da hangi bölge ülkesinin etki alanında şekilleneceği' yönünde sorulduğunda durum değişir.
Sisi'nin Moskova ziyaretini, Putin'den icazet almak olarak mı yoksa Mısır'ın Ortadoğu'nun geleceğindeki yerine dair altyapı çalışmaları olarak mı okumalı? Görünen şu ki, Mısır'ın geleceğinin ne olacağı kesinleşmeden Ortadoğu'da yeni bir düzenlemeye gidilmek istenmiyor. Mısır'ın geleceğinin ne olacağının en önemli parametrelerinden biri İsrail ve dolayısıyla 'Camp David denkleminin sürekliliği' ise diğeri ülkede siyasi aktör olarak devreye giren İslami hareketlerin, özelde Müslüman Kardeşlerin durumudur.
İhvan deneyiminin büyük ölçüde başka bir bölge ülkesi Suudi Arabistan'ın doğrudan etkisiyle devre dışı bırakılıp askeri vesayetin tekrar görünür olarak siyaseti dizayn etmesi Mısır meselesini çok katmanlı bir sorun küpüne dönüştürdü. İhvan artık istese de geleneksel alanına çekilemiyor. Askeri ve sivil bürokrasi, mevzilerini pekiştirse de bunun sürdürülebilirliğinden emin değiller ve dahası dış politikada eski dengelerin eski söylemlerle sürdürülmesi zorlaştı.
Tüm bu süreçte Suriye'nin geleceğini belirleyecek hiçbir inisiyatifin alınmayacağı tezi işte bu nedenle önemli. Zira Suriye'de apolitik Arap baharının dalgasıyla tetiklenen isyanın silahlı mücadeleye dönüşmesi ve bu yolla yeni bir Suriye'nin kurulmasının Türkiye'nin etkisine teslim edilmeyeceği kısa sürede anlaşıldı. Bu durum Ortadoğu'da boşalan nüfuz alanının Türkiye'ye verilmek istenmediği anlamına gelir. İran zaten fiilen taraf olduğu Suriye çatışmasının içinde olduğuna göre geriye kalan aktör: Mısır.
Mısırın siyasal dengeleri yerli yerine oturmadan böylesi bir rolü üstlenemeyeceğine göre ortaya çıkan sonuç: Mısır'a şekil verilmeden Suriye'de bir gelişmenin olması neredeyse imkansız.
Bu zamana kadar İran'ın, küresel sistemle yürüttüğü nükleer görüşmelerde, Suriye'deki etkisini ve rolünü pazarlık unsuru olarak kullandığı pekala söylenebilir. Fakat Suriye'deki etkisi ne olursa olsun Batı'nın Suriye ve dolayısıyla bölgenin şekillenmesinde İran'a belirleyici bir rol vermek istemeyeceklerini söylemeye gerek yok.
Türkiye'ye karşı uygulanan 'önce cesaretlendirici, sonra adeta haddini bildirme dersine dönüşen süreç' gösterdi ki, Suriye'nin gelecek dizaynında kontrol dışına çıkmayacak, belli garantileri sağlamış Mısır'da yeni siyasal düzenin kurulması beklenmektedir.