12 Şubat 1949 Hasan el Benna’nın şehadet tarihidir. Müslüman Kardeşler tarihi de aslında çileler tarihidir. 1952 Hür Subaylar darbesinden sonra umuda kapıldıkları sırada her şeylerini kaybetmişler ve 25 Ocak devrimliyle birlikte küllerinden yeniden doğmuşlardır. Lakin bu sefer de önlerini Nasır’ın çömezi ve varisi Sisi kesmiştir.
23 Temmuz 1952 darbesi veya deviminden iki yıl sonra Cemal Abdunnasır, Hasan el Benna’nın kabrinin başına gelir ve şehidin huzurunda şunları söyler :” Sözümüzdeyiz ve süreci yeniden başlatıyoruz…”
Buradaki ‘sözümüzdeyiz’ ifadesini anlamak için biraz geriye gitmek gerekiyor. Buradaki sırrı aydınlatan da merhum Muhammed Gazali’dir. Kazaif el Hak adlı eserinde Nasır ile Hasan el Benna arasındaki biatlaşmaya temas eder:” Birkaç metre yakınlarındaydım. Aynı gece Cemal Abdunnasır ve Kemaleddin Hüseyin Hasan el Benna’ya, İslamın sancağını göndere dikmek ve İslamın şanını yüceltmek için biat ve yemin ettiler …” Demek ki verilen söz İslam'ın sancağını göndere dikmektir. Darbeden iki yıl sonra Cemal Abdunnasır, Hasan el Benna’nın kabrinin başında yemini tazelemektedir. Tahrir dergisi 44’uncü sayısında(1954) Nasır’ın Hasan el Benna’nın kabrinin başına gelişini ve ahit tazelemesini şöyle kapağa çekmiştir: Benna’nın kabrinin başında bir huşu anı…” Bu fotoğraftan 8 ay sonra Nasır aynen Kaddafi gibi ters dönecek ve Müslüman Kardeşler hareketini yasaklayacaktır. Onun ötesinde terör damgasıyla damgalayacaktır. Muhammed Gazali ‘ Kazaif el Hak’ kitabında işte Nasır’ın bu dönekliğini anlayamadığını ifade etmiştir. Bir hukukçu olan Hasan Hudeybi aslında Nasır’ın kişiliğini çözmüştür. Hem pragmatik hem de diktatör bir kişiliğe haizdir. Ondan hayır gelmeyeceğini söylemiştir.
23 Temmuz darbesinden sonra Müslüman Kardeşler ile Nasır arasındaki ilişkiler Menşiye vakasına kadar inişli çıkışlı ilerler. Seyyid Kutup devrimden sonra Devrim Komuta Konseyi toplantılarının bazılarına katılabilen tek sivildir. Seyyid Kutup, Devrim Komuta Konseyinin kültür ve işçilerden sorumlu danışmanıdır. Seyyid Kutup devrimi verdiği destekten dolayı ‘devrimin maestrosu’ ünvanını almıştır. Devrim Komuta Konseyi üyelerinden Halit Muhyiddin ,’ Ve’l Ane etekellemu/Şimdi Konuşuyorum’ kitabında Hür Subaylar ile birlikte Hasan el Benna’ya nasıl biat ettiklerini anlatmaktadır. Salah Halife’nin teması sonucu Nasır ve Halit Muhyiddin eski bir binaya götürülür. Burada biat merasimi ve töreni icra edilecektir. Ellerini Kur’an ve mushafa koyarlar ve odadan yükselen sese eşlik ederek Mürşit olarak iyi ve kötü günlerinde Hasan el Benna’ya itaat edeceklerine dair söz verirler ve yemin ederler. Kitap ve Sünnet üzerine biat ederler. Bu da gösteriyor ki, Nasır Müslüman Kardeşlerin biatlı bir üyedir. Bu anlamda bidayeti itibarıyla 23 Temmuz 1952 devrimi aslında İslami bir devrimdir. Lakin daha sonar mecrasından saptırılıyor.
Timurtaş İkali’nin tanıklığına göre, 23 Temmuz devriminden beş gün evvel Müslüman Kardeşler adına Abdurrahman Sindi ile Nasır arasında devimin tertibatına dair anlaşma sağlanır. Müslüman Kardeşlere bağlı subaylardan Hüseyin Hammude’ye göre, Müslüman Kardeşler ordu içinde 1944 yılından beri örgütlenmekte ve aktif halde bulunmaktadır. Ordu içinde Müslüman Kardeşler yedi subay tarafından temsil edilmektedir. Bunlar sırasıyla, Abdulmünim Rauf, Cemal Abdunnasır, Kemaleddin Hüseyin, Saad Tevfik, Halit Muhyiddin, Hasan Hammude, Salah Halife. Hur Subayların çoğunluğunu teşkil eden Müslüman Kardeşler subayları 1952 darbesine de fiilen iştirak ederler. Darbeye 99 subay komuta etmiştir ve bunların ekserisi de Müslüman Kardeşler üyesidir. Subayların dışında darbenin başarılı olması için Müslüman Kardeşlerin Gizli Sivil Organı da ( El Cihaz es Sırrı el Medeni) sürece katılmıştır.
Lakin İhvan kökenli devrim zamanla iki kanata ayrılmıştır. Nasır, Mısır için laik modeli savunmaktadır. Sivil kanat ise İslami modeli savunmaktadır. Bunun üzerine yollar ayrılır ve düzmece Menşiye olayıyla birlikte Nasır silah arkadaşlarına sırt döner. Nasır kendisine göre bir slogan üretir: Din Allah’ın, vatan herkesin! Nasır sadece Müslüman Kardeşlere sırt dönmekle kalmaz Sisi darbesinden sonra olduğu gibi İslami referansa da ters döner. İslamı da hedef alır. Durum Gazali’nin yazdığı gibidir :” Hükümranlık veya liderlik konusunda ihtilaf olabilir. Bazen kaçınılmaz hale de gelebilir. Lakin Nasır’ın zihniyetini anlamak mümkün değildir. Nasır’a göre, bu tür cemaatlerin çıkmasına kaynaklık etmesinden İslam sorumlu olduğuna göre, İslam tarihi de hafızadan silinmelidir. Böylece İslam da düşmanlıktan nasibini alır…” Sisi döneminde de böyle olmuştur. Müslüman Kardeşler üzerinden İslami referans hedef alınmıştır.
Yazar Fedva Hilmi’nin ifade ettiği gibi (http://www.assabeel.net/essays/item/26270), kabri başında Hasan el Benna’ya hulus çeken ve itaatini arz eden Nasır ile Sisi arasında bir fark yoktur. Sisi de bu makama Mürsi tarafından getirilmiş ve bir yıl boyunca ona dalkavukluk yapmıştır. Mürsi’nin veya Hayret Şatır’ın eşinin ifade ettiği gibi, kendilerini Sisi’nin namazı ve orucu kandırmıştır.
Şimdi Sisi siyasi zeminini güçlendirmeye çalışıyor. Körfez sermayesi ile ABD- Rusya üçgeni arasında mekik dokuyor, gidip geliyor. Siyasi zeminini güçlendirmek için Ruslara da göz kırpıyor. Lakin burada bir tezat yok. Zira Nasır’ın yaşadığı soğuk savaş döneminde değiliz. Hatta Suriye hattında Kerry-Lavrov (yeni Sykes- Picot) mutabakatından bahsediyorlar. Sisi’nin hepsinden çıkarı olduğu gibi hepsinin de Sisi’den çıkarı ve beklentisi var. İslamcı olmaması hepsine uyar. Tarih Sisi ile birlikte Mısır’da yeniden tekerrür etmiştir. Sonucun benzeyip benzemeyeceği sorusuna da gelecek cevap verecek.