Sıra İran, Türkiye Ve Pakistan Gibi Büyük İslam Ülkelerinde Mi?

 

 

 

Dünyanın savaş tarihinde daha önce görülmemiş bir dozda Irak savaşına karşı büyük bir muhalefet oluşmasına rağmen, saldırı yine de gerçekleşti. Sonu belli olmayan bu savaş hâlâ devam ediyor. Bugün ise İran'la birlikte Suriye, Lübnan ve Filistin'e karşı çeşitli yollarla sürdürülen savaş hazırlığına karşı Batı başkentlerinde milyonların katıldığı bir global muhalefet olmayabilir. Ancak savaşın gerekliliği ve gerçekleşme imkânı konusunda batı liderleri arasında ciddi polemikler yaşanıyor: Zafer garantisi şartıyla savaşın gerekliliği, ya da savaşın siyaset, ekonomik yaptırımlar ve medya gibi başka yollarla yürütülmesi yeterli olabilir ya da meşru olduğu kuşkulu askeri bir saldırı yerine yaşla kuruyu yok etmeye yönelik bir tehdit, Washington ve Tel Aviv tarafından istenen gelişmelere neden olabilir. Bu temel üzerine savaş kararı alınmıştır ancak uygulanması zamana bırakılmıştır. Yoksa karar askıya alınmamış ya da iptal edilmemiştir. Bir yığın baskı ve yaptırım tehdidi altında sürdürülen görüşme turlarına tanınan süre zarfında Arap ve İslam Dünyasının doğusu, beklenen büyük felaketlerin ön hazırlığı olabilecek çalkantı ve dalgalanma örnekleriyle dolup taşmaktadır. Doğuyu sanki Irak felaketinin etkisi altına bu işgal sınırları aşıp İran'a oradan Akdeniz kıyılarına, Suriye, Lübnan ve Filistin'e doğru kaymaktadır.

 

Washington'da gizli odalar arasında stratejik planlama hususunda farklılıklar var. Özellikle başlangıç sorusu üzerine. Acaba önce İran'ın derin savunma hatları olduğu varsayılan ön hatlarını kesmek amacıyla Lübnan veya Suriye kanadını kırarak mı başlamak yoksa bölgede şer ittifakı denen gövdenin direk başına mı darbeyi indirseler?

 

Lübnan saldırısında hezimetle dönen İsrail, ABD'nin İran'a karşı yaptığı hazırlıklar çerçevesinde zamanını tayin edeceği bir intikam raunduna hazırlanıyor. Lübnan'da sadece liderler değil insanların geneli de biliyor ki başkanlık yarışı ne anayasal ne de iç dinamiklerden kaynaklanıyor. Bu yarışın zamanlaması tamamen bölgedeki kapsamlı savaşın bir parçası haline dönüşmüş. Yerel işbirlikçilerin müjdelediği gibi eğer kaçınılmaz bir iç savaş olacaksa bu bölgeyi içine alacak olan büyük yangının bir başlangıcı ve yansıması olur. Başka bir deyişle teorik olarak İran'a karşı bir savaş kararı pratikte sadece İran'la sınırlı kalmaz. Irak ve Afganistan'da olduğu gibi… Arap ve İslam Dünyasının merkezini oluşturan bölgelerde beklenen patlamanın işaretidir. Doğuda, doğusunda ve kuzeyinde İslami hilalin dalgalandığı bu iki büyük devlet, Türkiye ve İran iki devlet olmadan önce bu iki devletin halkı İslam tarihini birlikte yazmış ve İslam medeniyetine birlikte imza atmışlar.

 

Burada ABD'nin teröre karşı başlattığı global savaş stratejisinin derin ufku ortaya çıkacak. Zira bu iğrenç hareket terörü bitirme hedefinden çıkıp devlet yapılanmasında siyasal İslam'ın içini boşaltmaya doğru gidiyor. Pakistan, İran ve Türkiye gibi… Mesela Pakistan; nükleer silaha sahip tek İslam ülkesi olan bu devlet modernleşmeye doğru kendini geliştirmek için gerekli birçok önemli şarta haiz olmasına rağmen, içerde militarizme ve diktatörlüğe, dışarıda ise bağımsızlık savaşından sonra İngilizlerden iktidarı devralıp Hindistan'dan ayrıldıktan bu yana ABD hegemonyası servislerine boyun eğen egemen rejiminden dolayı ikinci bir Afganistan olma yolundadır. Bu durum Pakistan toplumunun gittikçe daha aşırı ideolojik ve radikal yorumlara dayanan bir muhalefet tarihini oluşturmuş. Askeri diktatörlükler bir çeşit muhafazakâr laikliğe teşvik ederken kısa ve aralıklı dönemler dışında bazı liberal sembollerinin iktidara ulaşmasına izin vermez.

 

Ancak varlık nedeni olarak dini esaslara dayalı olan bu büyük devlet, ileride "siyasal İslam" diye adlandırılacak olan radikal akımların en şiddetli ve aşırı olanını üreten, çoğaltan ve ihraç eden büyük bir fabrika haline geldi. Bazı Arap ülkelerinde özellikle Suudi Arabistan sonra Mısır ve Fas'ta bazı ülkelerdeki eski ya da yeni benzer cemaatler bu akımlara kapıldılar. Dini içine alan terimin şifrelendirilmesinde hoşgörüsüzlük, ideolojik yorumlama ve sosyal kutuplaşmaya kadar varır. Öyle ki birbirinden habersiz ve dava, metot ve genel amel usulleri konusunda kendi aralarında ihtilafa düşen cemaat ve örgütler, geçmişte Sünnilerle Şiiler arasında İslam'ın ikiye bölünmesine neden olan tarihi derin çatlağı öne çıkarıyor, söylem ve araçları yineleyerek hem siyasi hem akidevi bazda Arap ve İslam dünyasını birbirinden nefret eden, devlet bazında ya da toplumlar kendi içinde bir fitne deryasında birbirine karşı savaşan iki ayrı kutba ayırmaya çalışıyor.

 

Bu üç İslam ülkesi, Pakistan, İran ve Türkiye, yeni Arap Rönesanssının yanında ilave bir dayanışma ve sinerji güç oluşturması gerekirken, bu Rönesanssın doğuşu aşamasında ve başlangıcında, Arap Rönesans düşüncesine karşıt bir taraf olarak İslam'ın ve İslam kültürünün sloganlarını kullanan ABD ittifak projelerine sarılma neticesinde kuşatma ve boğma rolünü oynadılar. Öyle ki Arabizm ve İslam arasında ikilik yaymayı başardılar. İslami uyanış başlangıçta sanki Arabizme kesin bir zafer, çağından ve başarılarından kurtuluş gibi tasvir edildi.

 

Sonra bu uyanış süreci, çok tehlikeli mezhep temelinde bölünmeye hazırlık olarak Sünni ve Şii kutuplar arasında özellikle ılımlılarla aşırılar arasında, ülkeler bazında sert bir çatışma ikilemini yaratılarak ikinci defa bertaraf edildi.

 

Tüm bunlar "düşmanın kötülüklerini düşmanın burnunun dibine yollama" şeklindeki stratejik prensibin gerçekleştirilmesidir. Böylece Arap Dünyasının yanında İslam Dünyası da toplumları ve devletsel varlıkları arasında kalkınma entegrasyonunu gerçekleştirme yolunda varoluş payandalarının zirvesini kaybetmiş oluyor. Siyasi bağımsızlık ve modern kalkınma çökmüş oluyor. Kanlı ortaçağ savaşlarına benzer fitne karşısında domino taşları gibi yavaş yavaş devrilecektir. Şimdiki nesillerin yaşadığı determinasyon bu Üstelik bunu durduracak hiçbir güçleri de yok. Aksine istenen katliam tuzaklarına bireysel ve toplumsal bir koşuşturma var. Genel durumlar en azından böyle görünüyor. İçerikleri sadece atalardan kalma değil aynı zamanda toplumları geçmişlerine ve öz iradelerine karşın yeniden dizayn edeceğini iddia edenler için renkli bir materyal haline geldi. Amerikan iddiası, hedefe konan toplumları kendi geleceklerini inşa etme hakkından mahrum etme temeline dayanan batı emperyalizminin özünü geri kazanıyor. Eğer bu toplumlar kendilerine bir gelecek oluşturacaksa da  kendi kendini zayıf düşürecek ve geri bırakacak nedenleri barındırıyor olmalıdır.

 

Dış işgalin neden olduğu şiddet, geriye kalan birleştici bağları koparmayı hedefleyen akidevi ve sosyal iç çekişme ve çatışmalarla birleşecek ki istenen amaca varılmış olsun. Devlet ve milletin omzunda yer alan bir bütün olarak rönesans hezimetinden payına düşen sorumluluktan kaçma mesabesinde olsun.

 

Bir inanç olarak günümüze kadar süren geçmişin gerilemesine inat gelecek günler için yapacaklarına karşı özün tarihsel sorgulanması dertlerinden kurtarıyor. Madem yarın sadece sefil dünün soluk bir gölgesi olacaksa.

 

Amerika'nın yok etme sırası bu üç büyük İslam ülkesine mi geldi? Üç ülke de Sam Amca'nın egemenlik, denetim ve direktifinden kurtulmak üzereyken. Nükleer silaha sahip Pakistan hakim ya da piramidin tepesinde ya da etrafında etkin olan siyasi tabakalar ve onların askeri uzantıları arasında daha önce eşi benzeri görülmemiş bir biçimde şiddetli bir iktidar savaşıyla karşı karşıyadır. Piramidin temelini ise birbirinden türeyen, kırsal ve çöl kabilelerinden beslenen radikal bir çok fraksiyon oluşturmaktadır. Şimdiye kadar batının özellikle ABD'nin koruma şemsiyesi altında devlet birliğinin garantörü ordu, mukaddes metin literalleri ve bu mukaddes metin hakkında tek söz sahibi olma hususunda kendi aralarında anlaşamayan "dini"  denen okullar ve bu okullardan türeyen kliklere ayrılmış olan radikal görüntü maskesi arkasına sığınan kabile ve kabile türü yayılmalar karşısında uzun süre duramaz. Batı ve Anglosaksonlar (İngiltere ve Amerika) Pakistan'a, Avrupa'ya göç eden radikalizmleri ihraç edebilecek en büyük potansiyel olarak bakıyor. Bu ülkedeki dini okullar radikal örgütleri ideolojik olarak beslemekten ve global olarak yayılmasını sağlamaktan sorumludur. Bu potansiyelin kendi bünyesinde sürekli büyüyen ayrışmalar nedeniyle ayakta kalması mümkün mü? Bir İslam ülkesi, iktidar çalkantıları karşısında ve kontrolden çıkmış olan radikaller tarafından her an iktidara el konulacağı imkânının olduğu bir ortamda nereye kadar elinde nükleer silah bulundurmayı ve tarafsızlığını korumayı sürdürebilir?

 

Eğer Anglosakson Batı burayı da devletin dağılması, birbiriyle savaşan radikal kabileler (Taliban benzeri ya da bizzat Taliban) örneği hâkim olursa, komşusu Afganistan benzeri bir durum oluşturma planının da başarısız olursa Pakistan'ın İran örneğini tekrarlaması mümkün değil. Devlet, askeri ve İstihbarat servisleri tarafından resmen hazırlanan, organize edilen ve eğitilen, Pakistan'ın dini medresesinin bir neticesi olarak asli kaynağına döndüğünde.

Pakistan'ı öyleyse kendisini iktidardan ve nükleer projelerinden soyutlayacak, toplumunu "birleştirecek" hedefler yerine "ayrıştıracak" hedefler uğruna birbirleriyle savaşan parçalara ayıracak bir Taliban bekliyor. Aynı akıbet İran'ın temsil ettiği radikal çizgi için de planlanmış. Sona ermekte olan Bushizmin son belki de en kanlı icraatı olarak kararlaştırılan askeri saldırı İran'ı mezhep, etnik ve halk temelinde parçalamayı hedefliyor. Amaç iktidarda olan Humeynizmi ve devleti bitirmek. Gerekçe ise İran'ın henüz bitiremediği nükleer silahtır. Bizzat batının uzmanlarına göre birkaç yıla kadar da bu silahı yapabilecek kapasiteye ulaşamayacak.

 

Batıya ve Amerika'ya göre tek bir devlet ve kozmopolit bir toplum olarak kalmamasına karar verilen üçüncü ülke Türkiye'dir. Zira Türkiye artık, izin verilen, planlı siyasi bağımsızlığı süresince belirlenen çerçeveden çıkan bir devlet kategorisinde değerlendiriliyor. Özellikle siyasi dışa dönük bir İslam ile istikrarlı laik bir demokrasinin modern bir devlet şemsiyesi altında birleşme ve aşı tutma imkânından dolayı somut bir örnek gerçekleşmeye başladıktan sonra yöneticilerinin değişim iradesinden kurtulduktan sonra.

 

Bu yeni Türkiye, günümüze kadar varlık ve medeniyet süreciyle ilgili rasyonel bir planı olmayan Arap ve İslam Dünyasının eşsiz devlet deneyiminin peşinde koştuğu Türkiye etnik bölünme temelinde bir iç çalkantı tuzağı tehdidiyle karşı karşıyadır. Bu etnik bölünmenin başı rolünü bazı Kürt milliyetçiliği patronları oynuyor. Irak (Kürdistan'ı) Arap ve İslam Dünyasının doğusunda yer alan diğer Kürdistan'a da göz dikmeye başladılar. Ayrıca arzulanan Kürt Devleti ancak bölge ülkelerinin parçaları üzerine kurulacak. Irak'ın bölünmesi ancak etrafındaki Arap ve İslam devletlerinin dağıtılması ve milliyetçilik ya da din veya genelde ikisi adına ırkçılık yeşerterek mümkün olmayacaktır…

 

Öyleyse içerden ve dışardan parçalama fırtınalarıyla sıra bu büyük İslam ülkelerine geliyor. Arap ve İslam mevcudiyetini oluşturan bu bütünü bekleyen akıbet aynı karanlık akıbettir. Ancak bu sonuca karşı tepkiler ise dağınık, düzensiz ve anlık tepkilerdir.

 

 

*Suriye asıllı olan düşünür  Paris'te yaşıyor

 

 

 

Bu makale Mehmet S. Direk tarafından Dünya Bülteni için çevrilmiştir.