Türkiye'de insanlar bir yanda modern hayatın getirdiği boşluklu durumu nasıl dolduracağına dair şaşkınlık yaşarken diğer tarafta içini boşalttığı dini hayatın muhafazakarlığına sığınıyor. Edindiği ya da sığındığı yeni kimlikler ne olursa olsun -hatta farklı hayat tarzlarına rağmen- modern hurafeler, ortak tüketim ritüelleri haline geliyor. Bir Şaman kültünü hatırlatan toplumsal kültler… Dünün takvimlerinin gösterdiği rakamın kutsiyetine sığınıp, bu "kutlu" sayıda varsaydığı uğurdan nasiplenmek için boşanıp bugün tekrar evlenmeye işi vardıran bir fetiş hali… Pagan adetlerini aratmayan bu modern hurafeleri, bunlarla mücadele eden Türk modernleşmesinin zafer hanesine mi yazmalıyız?

Hükümet, takvimlerin gösterdiği rakamlara gönderme yaparak 12. ayın 12'sinde, saat 12'de, 112 adet açılış yaptı. Kalkınmacı- muhafazakar bir iktidarın modern hurafelere anlam yükleyen boşluklu kesimlerle aynı düzlemde buluşması, sadece siyaseten değil hem sosyolojik olarak hem de din-modernite ilişkisi bağlamında da ilginç bir durum arz ediyor.

Türkiye'de sağ-muhafazakar siyasetin alameti farikasını, büyüyen rakamlardan daha iyi hiçbir şey özetleyemez sanırım. Bir zamanlar inşa edilen baraj sayısı ve asfalt yolların uzunluğuna karşılık gelen rakamlar bugün çok daha çeşitlenmiş, çok daha büyük ölçeklere ulaşmış durumda. Sol siyasetin semboller üzerinden yürütülen modernleşme projeleri, insanların maddi hayatını iyileştirmekten çok onların varoluşsal değerlerini karşısına alma pahasına yürütülen bir toplu mühendisliğidir. Sağ muhafazakar siyaset ise kalkındırarak modernleştirirken varoluşsal kimliklere açıktan cephe almak yerin modernliğin boşluklu hayatına zemin hazırlar. Sağ muhafazakarlığın dinin içeriğini boşaltıp şeklen bir muhafazakar dindarlık takdim etmesi, popülerliğe ve bunun siyasete yansımasına yol açmaktadır. Daha uzun vadeye yayılmış bir modernleşme, tüketim toplumunun gereklerine uygun bir toplum inşasından söz ediyoruz.

Meclis'te yapılan bütçe tartışmalarında muhalefet ve iktidarın söyleminde, geleneksel yaklaşımın neredeyse olduğu gibi devam ettiğini; sadece yeni zamanlara uyarlanmış bir dilin kullanıldığını ve kalkınm rakamlarının daha göz kamaştırıcı bir şekilde uçuştuğunu gördük.
Memleketi siyaseten yönetilemez hale getiren, iktisaden iflasa sürükleyen, olanca halkçılık ve milliyetçilik retoriğine rağmen devlet desteği ile büyümeye alışkın birkaç sermaye grubunun insafına bırakan muhalefetin temsilcileri karşısında iktidarın eli gerçekten güçlü…

Tam bu noktada kalkınmacılık ve modernlik ilişkisini önceleyen muhafazakar reflekslerin kültürel aidiyete, daha açık biçimde, Müslümanca yaşama ve düşünmeye ilişkin tutumu, yeniden gözden geçirilmeye muhtaç görünüyor. Ne var ki, bunun yapılabilmesi için gerekli olan entelektüel birikim ve bir o kadar aydın bağımsızlığı, vicdani özgürlük meseleleri şu an için ciddi sorunlar olarak öne çıkıyor. İslamcılık tartışmalarını, mevcut iktidar eksenind değerlendirip mahkum etmek isteyenlerin argümanlarını güçlendirir biçimde derin bir sessizlik hakim. Siyaset yapanların bir çoğunu, bireysel olarak aidiyetleri ve en azından sosyolojik çevre olara geçmişleri; İslamcılık tartışmalarına muhatap kılıyor görünse de siyaset yapma biçimlerinin ve siyasi görüşlerinin en fazla geleneksel sağ-muhafazakar çizginin biraz daha yeşil tonu ağır basan devamı olduğu gerçeğinin bilinçli olarak atlandığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Kalkınmacı iktidar yapılarının geçişken sosyolojisi gereği İslamcılık yerine ikame edilmesi bizzat sağcı siyasetin işine gelmektedir. Bu sağcı siyasetin, muhafazakarlıkla da organik koalisyona girerek iktidar nezdinde İslami düşünüş, kavrayış ve siyaset anlayışını, entelektüel birikimini mahkum ederek alternatif kanalların önünü açma hevesinde olduğu çok aşikar. Düşünce tarihimizin en az yüzeli yıllık tartışmalarından, bir çırpıda çözülemeyecek olan bu meselenin iktidar bağlamında somutlaştırılarak /indirgenerek siyaset ve düşünce mücadelesi olarak sunulması, yani "mış gibi" yapılarak devletçi-sağcılık eliyle İslamcı siyaset ve düşünme biçiminin tüketilmesinin resmidir. DEVAMI>>>