Graham Allison ve Shai Feldman
Gazze’deki şiddet ve İsrail’in bir an da olsa dibe çökmesiyle başlayan ABD-İsrail sohbetlerinin yerini İran gibi daha önemli bir meselenin alması muhtemeldir.
Obama yönetimi ve Netanyahu hükümeti Gazze krizi boyunca aynı yerde durdu ve iki ülke liderleri krizi yatıştırmak için birlikte çalışarak, birbirlerine duydukları husûmet ve güvensizliği bir kenara koyabilmiş göründüler. Ancak ilişkilerindeki en büyük sarsıntının gelecek yılın ortalarında İran nükleer projesiyle ilişkili meselelerin şiddetlenmesinin mümkün olduğu zamanda yaşanması beklenebilir.
O vakit geldiğinde bir dizi önemli gelişme bir noktada birleşecektir. Birincisi, İran, nükleer programında daha fazla ilerleme kaydetmiş, nükleer silah üretme yeteneğini gerçek silah üretmeye tahvil etmesi için gerekli zamanı kısaltmış olacaktır. Bugünkü seyre bakıldığında, İran üç ay içinde bomba imal etmek üzere yeniden zenginleştireceği yüzde 20 oranındaki zenginleştirilmiş yeterli uranyuma gelecek yaza kadar sahip olacaktır. İsrail bu gelişmeleri çok daha yakın tehdit olarak hissedeceğinden dolayı da İsrail liderleri Amerikalı mevkidaşlarından çok daha öfkeli bir şekilde tepki göstereceklerdir.
Bu esnada, Obama yönetiminin İran’la temas kurarak meseleyi ilk kez doğrudan müzakerelerle diplomatik yollardan çözmeye bakması muhtemeldir. Savaş yorgunu bir ulusa liderlik yapan Obama’nın İran’la nükleer ihtilafı diplomasiyle çözmek adına kahramanca bir gayret sarfedeceğine şüphe yoktur. Müzakereler en azından ABD’nin savaştan kaçınmak için her çabayı sarfettiğini ispatlamak için gerekli olacaktır.
Teyid edilmeyen haberlere göre ABD ve İran yönetimleri müzakere yürütmekte mutabıklar. Ancak ön görüşmelerde görev alan muhatapların müzakere gündemini belirleme konusunda ruhani lider tarafından yetkilendirilip yetkilendirilmedikleri açık değil. Müeyyidelerin İran ekonomisi üzerinde yıkıcı etkilerinin artmasıyla birlikte Ali Hamaney, rejimi tehdit edebilecek itaatsizliği ve protestoları kışkırtmadan evvel müeyyidelerin hafifletilmesi umuduyla müzakerelere isteklilik gösteriyor olabilir.
Bu iki seyre bakınca, diplomatik seçenek başarı ümidi taşıdığı müddetçe Obama yönetiminin İran nükleer tesislerine saldırmaması için İsrail’e baskı yapmayı sürdürmesi beklenebilir. Fakat Netanyahu, nükleer program ABD tarafından bile durdurulamayacak denli ilerleyene dek İran’ın müzakereleri sırf zaman kazanmak için kullanacağında korktuğunu çoktan dile getirdi. İsrail, Washington’ın İran’ın bazı uranyum zenginleştirme faaliyetlerini - ki Netanyahu’nun aşırı tehlikeli bulduğu bir ihtimaldir - kabul eden bir anlaşmaya varmasından da korku duyuyor.
22 Ocak’ta yapılacak seçimler bu sarsıntıyı yoğunlaştıracaktır. Netanyahu’nun Likud partisi ile dışişleri bakanı Avigdor Lieberman’ın daha sağcı partisi arasındaki ittifak, Ocak seçimleri için yürüttükleri kampanyanın İran nükleer programını durdurma vaadine odaklandığına işaret etti. Bu ittifak beklendiği üzere kazanırsa, liderleri de bu amaca hizmet eden her şeyi yapma salahiyetleri olduğunu düşüneceklerdir muhtemelen.
Sonuç itibariyle de ABD-İsrail arasında İran’la ilgili esaslı farklılıklar tarz yüzünden daha da şiddetlenebilir. Lieberman’ın geçmişte Mısır, Türkiye ve Filistin Otoritesine sergilediği kabadayı yaklaşım Washington’la ilişkilerine de yansırsa ABD-İsrail arasındaki farklılıklar çarçabucak sertliğe varacaktır. Hatta belki de daha önemlisi, geçen yıl boyunca İran nükleer tesislerine saldırmaya direnen ılımlı Likud liderlerinin bir sonraki hükümete katılmalarının istenip istenmeyeceği de belli değildir. Dan Meridor ve Benny Begin gibi ılımlı Likud liderleri, partinin ön seçimlerinde sandalyelerini kaybettiler.
Farklılıkların bir araya toplanmasının beklendiği şu durumda, İran konusunda ABD-İsrail ilişkilerinde bir yırtılmadan nasıl sakınılabilir?
Birincisi, ABD ve İsrail, İran nükleer programını yavaşlatmak üzere bir dizi gayri-askeri tedbirlerde yaptıkları işbirliklerini pekiştirmelidirler. İşbirlikçi tedbirlerin başarısı, İran’ın ilerleme sağlamasını geciktirerek ve fakat aynı zamanda Washington ve Jerusalem arasındaki güveni de güçlendirerek ABD-İsrail ilişkilerinde gerilim kaynaklarının birleşmesini erteleyecektir.
İkincisi, Obama ve Netanyahu, İran hakkında gelecekteki diyaloglarını yürütecekleri “angajman kuralları” üzerinde mutabık kalmalıdırlar. İran konusunda Amerikan seçimleri öncesinde olana benzer alenen ağız kavgasından sakınmalılar. Bu meseleyle ilgili tartışmaları Başkan George W. Bush ve İsrail Başbakanı Ehud Olmert’in 2007’de imha edilen Suriye nükleer reaktöründe olduğu gibi sessiz bir tarzda yürütmeliler.
Üçüncüsü, yanlış anlamalardan uzak durmak amacıyla Washington tek ses olarak konuşmalı, Amerikan çıkarlarını açık, tutarlı ve mükerrer olarak ifade etmek üzere özellikle de Amerikan ve İsrail savunma ve istihbarat câmiaları arasındaki çok katmanlı ilişkiler üzerinden arka kapıları kullanmalıdır.
Son olarak da iki ülke liderleri ABD-İran müzakerelerinde müşterek, mahrem ve detaylı bir mutabakata varmalıdır: Hangi oranda ve miktarda zenginleştirilmiş uranyuma müsaade edilecektir? İran’daki hangi nükleer tesislerin faaliyetine izin verilecektir? İran’ın bomba üretimine savrulmadığını garantilemeye yetecek doğrulama ve izleme tedbirleri nelerdir? İran’ın müzakereleri sırf nükleer programa devam etmek için bir örtü olarak kullanmadığından emin de olarak, müzakerelerde ilerleme hakkında nasıl hüküm vereceğiz?
ABD-İsrail ilişkilerinin genişliğine ve derinliğine rağmen her biri kendi ulusal çıkarları olan ayrı birer ulus devlettir. Her birinin demokratik yollardan seçilmiş, hayati ulusal çıkarları korumakla sorumlu yönetimleri var. Hiçbirinin de bekâlarını diğerine havale etmesi beklenemez.
Ancak İran’ın 2013 yılında yol açması beklenen sarsıntıdan kaçınmayı arzuluyorlarsa ABD ve İsrail liderleri birlikte çalışmalıdırlar. Burada önerilen tedbirleri hayata geçirmek sûretiyle İran nükleer programı üzerine eğilebilir ve olumsuz etkilerini de asgariye indirebilirler.
Kaynak: National Interest
Yazarlar hakkında: Graham Allison, Harvard Kennedy Okulu Belfer Bilim ve Uluslararası İlişkiler Merkezi müdürü; Shai Feldman, Brandeis Üniversitesi Crown Ortadoğu Çalışmaları Merkezi müdürü.
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın