Benazir Butto'nun öldürülmesi, Pakistan dolayımı ile laiklik tartışmasına yeni bir vesile oldu. Bazı gazeteler, Benazir Butto için, laiklik yanlısı lider, 'Laik yapıyı korumaya çalışan lider' öldürüldü terimlerini kullandılar. Hemen hatırlatayım, Pakistan laik bir ülke değil, adı üzerinde 'Pakistan İslam Cumhuriyeti'.
Yine hatırlatayım, oradaki İslamcılar bizim bildiğimiz türden İslamcılar değil. Anlayıp dinlemeden olayı laik-İslamcı çatışması çerçevesinde tartışmak kadar saçma bir çaba olamaz. Pakistan'da olanlarla Türkiye arasında karşılaştırma yapmak istiyorsak bunu daha geniş çerçeveye oturtmak zorundayız.
Malum, Pakistan ve Türkiye arasında her vesileyle söz konusu edilen 'kardeşlik-dostluk' Soğuk Savaş döneminde her iki ülkenin de Sovyetler'e karşı ABD önemli ABD müttefiki bölge ülkeleri olmasından kaynaklanıyordu. CENTO güvenlik paktı bu ittifak sisteminin ürünüydü. Daha sonra, 80'li yılların başında bu iki ülke, ABD dış politikası gereklerine uygun biçimde yine önem kazandılar. Pakistan, Afganistan'daki Sovyet işgaline karşı direnişin merkez üssü haline geldi. Türkiye ise, o dönemin ikinci büyük tehdidi olan İran İslam Devrimi'ne karşı, ılımlı İslam'ın desteklenmesi projesi çerçevesinde öne çıktı. O dönem ABD dış politikası Sovyetler'e karşı radikal İslam'ı, İran'a karşı ılımlı İslam'ı destekliyordu. Her iki projede ABD'nin baş müttefiki, finansal ve ideolojik açıdan Suudi Arabistan'dı. Sovyetler çözüldükten sonra radikal İslam, ABD açısından işlevini yitirmek bir yana, artık tehdit oluşturmaya başladı. 1996'da artık eski dost Osama bin Laden, El Kaide ve radikal İslam resmen düşman ilan edildi. 11 Eylül'den sonra, İslami terör uluslararası zeminde savaş hattı olarak teyit edildi ve Afganistan müdahalesine gerekçe teşkil etti. 11 Eylül'ün ertesi günü, Colin Powel, Pervez Müşerref'i telefonla arayarak, 'Ya bizimlesiniz, ya karşı tarafta' diyerek ultimatom vermiş. Dahası, yardımcısı Richard Armitage, o sırada Washington'da bulunan Pakistan istihbarat teşkilatı (SIS) başkanına, "Bizimle aynı safta yer almazsanız, siz taş devrine bombalarız" demiş. Sonuçta, Pakistan'dan istenen, ülkelerinin bir zamanlar cihad üssü olarak tanzim edilmesi iken, şimdi değişen koşullarda bu üssün derhal dağıtılması idi.
Böylece son derece zor bir taleple karşılaşan Müşerref, radikal İslam konusunda ABD ile işbirliğini tabii ki kabul etti, ama bir yandan bu siyasetin uygulaması esnasında radikal İslamcı çevrelerin tepkisini çekerek yıprandı, diğer taraftan daha fazla yıpranmamak adına bu çevrelere kısmı tavizler vermek zorunda kaldı. Ayrıca, Pakistan'ın ulusal çıkarları gereği Afganistan'da ABD'nin Taliban karşıtı savaşında tam anlamıyla taraf olmaktan kaçındı. Müşerref'in ABD'nin gözünden düşmesinin nedeni budur, ısrarlı demokrasiye dönüş çağrıları da, ABD müttefiki ülkelerde vitrin tanzimi faaliyetinin ötesinde bu nedenledir. ABD, bu bölgede ve aslında dünyanın her tarafında, daha kolay çalışacağı, ulusal çıkarlar ve dengeleri gözeten siyasetler yerine ABD çıkar ve denge hesaplarını koşulsuz uygulamaya koyabilecek iktidarlar istiyor. Yaygın kanaatlerin tersine, bir süredir Müşerref'i desteklemiyor. Diğer taraftan, Batı kamuoyundaki itibarına karşın, Benazir Butto, ABD dış siyaset çizgisi açısından ideal bir lider değildi. Bunu, ölümünden ABD dış siyaset planları sorumludur demek için söylemiyorum, Pakistan'daki durumu daha iyi anlamaya çalışmak adına söylüyorum. Daha önce de yazdım, Pakistan'da ABD dış siyaset çizgisine en uygun lider Nawaz Şerif'tir. Nitekim, Müşerref Butto ile anlaşmaya varmış ve ülkeye dönmesine izin vermişti ama Şerif'in dönmesine direndi. Şerif birkaç ay önce ilk dönüş denemesinde havaalanından geri gönderildi. Ancak, Suudi Arabistan'ın desteğiyle nihayet Pakistan siyaset sahnesine dönebildi.
Nawaz Şerif, ABD dış politika çizgisi açısından daha uygun bir lider, çünkü öncelikle, radikal İslamla mücadelenin, bu tür bir ülkede, görece laik ve liberal bir imajı olan Butto yerine koyu muhafazakâr bir liderle yürütülmesi daha kolay. Dahası, Şerif Başbakan iken, 1999'da Kargıl krizi patladığında doğrudan ABD müdahalesine başvurmuş bir politikacı. Bu nedenle ordu ile arasında büyük güven sorunu çıkmıştı. Ve yine dahası, bölge dengeleri açısından, ABD'nin çok istediği Hindistan ile barış yanlısı siyaset taraftarı. Yine ABD'nin çok istediği Afganistan'da Karzai hükümeti ile dindar çevrelerin fazla tepkisini çekmeden işbirliği yapması mümkün.
Kısacası, Pakistan'da demokrasi mücadelesinin çok ötesinde bölgesel bir mücadelenin kanlı kavgası veriliyor. Ziya Ül Hak'ın himayesinde siyasete giren, Başbakan iken, darbe girişiminden, basına kısıtlamaya, hukuka müdahaleye kadar her tür antidemokratik uygulamaya imza atan bir liderin Pakistan'a demokrasiye dönüş sürecinin umudu olarak geri döndüğü masalı hiç inandırıcı değil.
Butto, baştan Müşerref ile anlaşarak Pakistan'a dönmesine karşın, sonra ona muhalefet etmeye başlaması, hatta can düşmanı Şerif'e birlikte çalışmak için açık kapı bırakmaya başlaması, Müşerref'in iyiden iyiye gözden çıkarılmış bir portre olduğunu kavraması nedeniyle olabilir. Nitekim, anılarında, babası Zülfikar Ali Butto'nun başına gelenlere benzetmiş ve Kissinger'in babasını nükleer enerjiden caydırma konusundaki ısrarını sürekli hatırlamaktan kendini alamadığını yazmıştı (Daughter of the East, 2007, 86).
Bu uzun ve derin mevzuyu daha geniş tartışmak isterdim, ancak gazetemizde sayfa planlarına uymadığı için ayrıca bir yazı yazamadım. O halde kısaca konunun Türkiye ile bağlantısı kurulup kurulamayacağına da değinip bitireyim. Yazının başında da dediğim gibi, bir bağlantı kuracaksak, bunu 'İslamcılar dünyanın her yanında gemi azıya aldılar, işi laikleri öldürmeye kadar vardırdılar' şeklinde takdim etmenin anlamı yok. Ancak, bugüne kadar ABD dış siyasetinin genel hatları doğrultusunda önemli işlevler yüklenen Pakistan ve Türkiye'nin bugünkü durumunun birbirinden çok farklı olmasına karşın, ABD'nin Türkiye'yi ılımlı İslam ülkesi modeli olarak görmesi ve muhafazakâr iktidar veya söylemleri bu açıdan desteklemesi. ABD, düşman ilan ettiği 'radikal İslam' ile savaşın fazla Batılı görünümlü fazla laik siyasi söylem, parti ve liderlerle yürümeyeceğini, dahası fazladan tepki toplayacağını bildiği için ABD çıkar ve hesapları açısından tehdit teşkil etmeyecek muhafazakâr siyasetlerle, ittifak yapmayı daha işlevsel buluyor. Kısacası olay bu.
Kaynak: Radikal