Politik karışıklık, iç savaş ve de artık kronik bir hal almış kurumsal krizler Pakistan'ın 60 yıla dayanan tarihinin büyük bir kısmında ülkeyi uğraştırmış ve halen de uğraştırmaya devam etmektedir.
Ülke, talihsiz bir ihtilaf neticesinde eski doğu kanadının Bangladeş olarak ayrılmasından sonra 1971 yılında sarsıcı bir çözülmenin eşiğine geldi. Askerî idarenin uzun süren hummalı faaliyetleri kısa süreli sivil hükümetler tarafından kesintiye uğratıldı. Çöküntü bu bölgeye özgü bir hal aldı ve de ülkenin sendeleyen ekonomisi demokratik bir komşu ülke olan Hindistan'ın etkileyici dinamizminin oldukça gerisinde kaldı. Pakistan'ın siyaseti geçmişte çok büyük türbülanslar yaşamış olabilir, ancak ülkenin bugün karşı karşıya olduğu politik şiddet, aşırı dincilik ve de sosyal tedirginlik eşi benzeri görülmemiş bir durumdur. Ülkenin liderlerinin anarşiye doğru tehlikeli bir kayışın önünü alabilmek amacıyla çok acil önlemler alması gerekmektedir. Bununla birlikte, 18 Şubat'ta gerçekleştirilmesi beklenen yasal seçimlere rağmen, ne Başkan Pervez Müşerref ne de Pakistan'ın hakim siyasi partileri ihtilaflarla gerilmiş ulusu istikrara kavuşturmak için inandırıcı, güvenilir bir gündemi haizlermiş gibi görünmekteler. Eski Başbakan Benazir Butto'nun 27 Aralık 2007 tarihinde teşhis edilemeyen katiller tarafından gerçekleştirilen trajik bir suikasta uğraması mevcut gerilimi içinden çıkılamaz bir hale sokmuştur. Seçimlere yaklaşılırken durum muhtemelen istikrarsız bir şekilde seyretmeye devam edecektir ve seçimler neticesinde büyük olasılıkla çok daha tartışmalı bir hal alacaktır. Muhalefet liderleri ve sivil toplum temsilcileri mevcut yönetici idarenin etki altında kaldığı ve seçimlerde iktidardaki Müşerref yanlısı partinin lehine hile yapılacağı yönündeki suçlamalarını çok önceden beri ileri sürmekte, ne var ki bu gibi suçlamalar başkan tarafından yalanlanmakta, inkâr edilmektedir.
Pakistan'ın belirleyiciliği
Pakistan'da yaşanan kargaşa ortamı, elbette ki, ülkenin çok uzun süreden beridir acı çeken nüfusu için kötü haber niteliği taşımaktadır. Ayrıca bu durum dünyanın geri kalanından da çok geniş kapsamlı tepkiler almaktadır. İslam ülkeleri arasında en çok nüfusa sahip olan ülkelerden bir tanesi olarak Pakistan, Müslüman dünyasından ve uluslararası arenada her daim önemli bir rol üstlenmiştir. Ülkenin sahip olduğu önem 11 Eylül 2001 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri'nde gerçekleştirilen saldırılardan sonra daha da artmıştır. Atlantik'in her iki yakasındaki siyasetçiler, Pakistan'ın aşırı dinciliğin önüne geçmekteki başarısının ya da başarısızlığının Amerika'nın "teröre karşı savaş" olarak nitelendirdiği stratejisinin üzerinde belirleyici bir etmen olduğu konusunda hemfikirdirler. Pakistan'daki istikrar özellikle, NATO ordularının pek çoğu Pakistan ordusu ile çok yakın ilişkileri bulunan ya da en azında ülkenin askerî istihbarat teşkilatı ile yakın bağları bulunan direnişçiler ile günlük çatışmalara girdiği Afganistan'ın geleceği açısından hayati önem arz etmektedir. Bununla birlikte, geçtiğimiz aylarda, "Pakistanlı Talibanlar" olarak bilinen El Kaide casusları da dâhil olmak üzere militanlar Pakistan ordusuna karşı eylemlere girişmektedirler. Pakistan ordusu ile militanlar arasında cereyan eden çatışmalar artık çok yaygın bir hale gelmiştir ve pek çok kentsel alanlarda askerlere ve emniyet mensuplarına karşı pek çok suikast düzenlenmektedir. Hükümetin geçtiğimiz temmuz ayında İslamabad'daki Kızıl Cami'de aşırı dinci gruplar ile gerçekleştirdiği ve de ordu tarafından buraya yapılan büyük baskın ile sonuçlanan görüşmeler Pakistan ordusunun bir zamanlar yetiştirdiği aşırı dinci grupların, kontrolünü ne ölçüde yitirdiğini gözler önüne sermektedir.
Ülke içinde şiddet ortamı artmaya devam ettikçe, Pakistan'ın kabilelerin yaşadığı bölgelerde konuşlanan teröristler ile savaşında Birleşik Devletler ile işbirliği yapmaya mecbur kalacağı şeklindeki söylentiler hızla dilden dile dolaşmaktadır. Bu olasılık, Birleşik Devletler Merkez Komutanlığı kumandanı olan Amiral William J. Fallon'un son günlerde Birleşik Devletler ordusunun Pakistan kuvvetlerini eğitme noktasında çok daha büyük roller üstlendiği ve Pakistan ordularına teknik destek sağlamaya başladığı yönündeki açıklamalarıyla güçlenmiştir. Bununla birlikte, Birleşik Devletler'in aşırı dinci gruplar ile yürütülen mücadeleye dâhil olması Pakistan genelinde ziyadesiyle hassas bir konudur, zira Başkan Müşerref, Birleşik Devletler ordularının eğer El Kaide ile savaşmak amacıyla Pakistan'a girmeleri halinde, işgalciler olarak değerlendirilecekleri yönündeki uyarıları bu endişeleri haklı çıkarmaktadır. Birleşik Devletler ve Avrupalılar ayrıca, Pakistan'ın nükleer silah depolarının İslamcı militanların eline geçebileceği yönünde korku taşımaktadırlar, bu yönde bir endişe Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun (IAEA) başkanlığını yürüten Muhammed el-Baradey tarafından geçtiğimiz günlerde açık bir şekilde dile getirilmiştir. Ne taraftan bakarsanız bakın, Başkan Müşerref krizin tam ortasında yer almaktadır. Birleşik Devletler Başkanı George W. Bush halen Başkan Müşerref'i "kalpten bir demokrat lider" ve aşırı dinci gruplara karşı hayati önem taşıyan bir kale olarak tanımlamakta, ancak Pakistan'da yaşayan ve Pakistanlı lider tarafından yanlış bir şekilde yönetildiklerini düşünen pek çokları için Başkan Müşerref ülkede hâlihazırda yaşanmakta olan mevcut kargaşa ortamından büyük ölçüde sorumlu tutulmaktadır. Pakistan'ın siyasi görünümünde kara bulutlar, neredeyse bir yıl kadar önce Başkan Müşerref'in -o zaman halen askerî üniforma taşımaktaydı- Pakistan Yüksek Mahkemesi'nin başyargıcı olan İftihar Muhammed Çaudri'yi görevden alması ile toplanmaya başlamıştır. Pakistanlı avukatlar tarafından yönlendirilen sivil toplum liderleri Başkan Müşerref'in bu tasarrufuna karşı şiddetli bir şekilde tepki vermiş ve hükümeti tutumunu değiştirmeye zorlamışlardır. Bununla birlikte geçtiğimiz kasım ayında Başkan Müşerref olağanüstü hal ilan etmiş ve avukatları, politikacılar ile insan hakları savunucularını hapse attırarak medya üzerinde baskı kurmuştur. Birleşik Devletler baskısı altında bu tutumların bir kısmı şu anda geri çekilmiştir. Ancak pek çok önemli avukat ve eylemci halen ev hapsinde tutulmakta ve bağımsız televizyon kanalları ise yayınlara yeniden başlayabilmelerine izin verilmesi için "Mesleki Ahlak Kuralları" adı verilen bir belgeyi imzalamaya zorlanmaktadır. Gerçekleştirilen en son kamuoyu yoklamaları Başkan Müşerref'e olan desteğin azaldığını, pek çok kişinin artık Başkan Müşerref'in istifa etmesi ve sivil hükümetin yeniden kurulabilmesinin önünü açması gerektiğini düşündüğünü ortaya koymaktadır.
Seçimlerin âdil gerçekleşmesi çok önemli
Pakistan'a istikrarı ve barışı getirmek çok kolay olmayacak gibi görünüyor. Ancak Birleşik Devletler, Avrupa Birliği ve Türkiye de dâhil olmak üzere dost uluslar ülkede yaşanabilecek bir sonraki kargaşa ve şiddet ortamının önünü şimdiden alabilmek için derhal harekete geçmelidirler. Bu tedbirler dikkatli bir şekilde düşünülmüş olmalıdır. Herhangi bir terslik, yardımların kesilmesine ve de İslamabad'a karşı zarar verici nitelikte müeyyidelerin uygulanmasına neden olabilir. Pakistan'ın dış dünyadan izole edilmesi de tehlikeli bir seçenek olarak önümüzde durmaktadır. Bu nedenle uzlaşı ve diyalog halen masadaki en önemli ve geçerli silahlardır; ancak bu noktada bir kaç önemli cephede uyumlu ve sabırlı uluslararası eylem gruplarının yer alması zorunludur.
Birincisi ve en önemlisi, Birleşik Devletler, Avrupalılar ve Pakistan'ın diğer müttefikleri, yasal, meşru bir sivil hükümete mümkün olan en kısa sürede geçiş yapılabilmesi için birlikte çalışmak mecburiyetindedirler. Bu zorunluluk, seçimlerin serbest ve adil olması için Başkan Müşerref üzerinde baskının artırılmasını gerektirmektedir. Müslüman Ligi-Q partisi içinde yer alan müttefiklerinin zafer kazanabilmelerini sağlamak amacıyla seçimlere büyük ölçüde hile karıştırıldığı yönündeki herhangi bir işaret ülkeyi şu ana dek olduğundan çok daha kötü bir duruma sürükleyebilir, büyük ayaklanmaların çıkmasını tetikleyebilir. İkinci olarak, Başkan Müşerref'e yerlerinden ettiği yüksek yargıçları eski mevkilerine geri getirerek adaletin bağımsızlığını yeniden kazandırması ve siyasi partiler ile medya üzerinde kurmuş olduğu kısıtlamaları bir an evvel kaldırması gerektiği yönünde açık bir dille uyarı yapılmalıdır. Kısacası, Pakistan'da düzenin yeniden tesis edilmesini sağlayabilmek için baskı kullanılması bir zorunluluk haline gelmiştir.
Üçüncü olarak, artık bu saatten sonra Pakistanlı siyasi şahsiyetleri desteklemeye bir son verilmeli ve bu kişilerin güçlü kurumlar kurabilmelerine yardımcı olunmalıdır. Bu durum özellikle, Başkan Müşerref'i "kurtarıcı" olarak destekleyen ve arka çıkan Birleşik Devletler'in bu tutumunu ülkedeki demokrasi sürecini destekleme yönünde değiştirmesi şeklinde özetlenebilir. Butto'nun genç Oxford öğrencisi oğlu Bilawal'ın yeni ordunun kumandanı olan Ashfaq Kiyani'den yardım talep etmesi ve çeşitli ilişkilerde bulunmasını sağlamak için girişimlerde bulunulmamalıdır. Amerika'nın Pakistan'da kurumların üzerinde yer alan şahsiyetler noktasındaki takıntısı ülkeye şu ana kadar çok büyük ölçülerde zararlar vermiştir.
Aslında, bu alan, Pakistan'da ordunun aşırı gerilim oluşturan rolü ve tesiri noktasında her zaman ihtiyatlı davranmayı tercih eden Avrupa Birliği'nin Washington'a tavsiyelerde bulunabileceği bir alandır. Eski komünist Doğu Avrupa'da demokratik bir değişim ve geçiş dönemi için başarılı bir şekilde çalışmış olan Avrupa Birliği, NGO'ların taban örgütlenmelerine yardımcı olarak ve politik reform sürecini teşvik ederek Pakistan'da demokratik kurumların desteklenmesi için liderlik görevini üstlenebilecek en iyi adaydır. Ayrıca Avrupa Birliği, reform süreçlerine yardımcı olmak ve siyasi partilerin modernize edilmesi, yolsuzlukla mücadele, iyi yönetimin desteklenmesi, insan haklarının ve kadın haklarının savunuculuğunu üstlenen gruplara arka çıkılması ve uzun vadede demokratik bir kültürün yerleştirilebilmesi için ilerlemeye ihtiyaç duyulan marjinalleşmiş toplulukların ve bölgelerin desteklenmesi noktasında çok geniş tecrübeye sahiptir.
Ayrıca, odak noktası aşırı gruplar ile mücadeleden gelişime doğru çevrilmelidir. Özellikle Washington çok uzun süreden beridir ülkenin askerî gücünü kendi toplu yardımları ile desteklemiş, ne var ki, aynı desteği siyasi, ekonomik ve de sosyal gelişim alanlarında Pakistanlılara sağlamak konusunda sınıfta kalmıştır. Pakistan'da başarılı bir terörle mücadele süreci tek taraflı mücadelelerle, hatta sürekli ve yükseltilmiş bir kafa koparma görevi ile de başarıya kavuşturulamayacaktır. Militanlık ile mücadele ordunun harekete geçmesinin yanı sıra Pakistan'ın çok uzun yıllardan bu yana ihmal edilen kuzey bölgelerinin geliştirilmesi amacıyla bu bölgeye uzun dönemli yatırımların yapılmasını da gerektirmektedir. Pakistan'da var olan aşırıcılık ile mücadele, kalpleri ve zihinleri kazanmak için eşit bir şekilde devam ettirilen bir çalışma olmaksızın kazanılamaz.
Kaynak: Zaman