Radikal gazetesi bir TESEV araştırmasının sonucunu manşetten verdi: "Amaç kızların eğitimiyse türban sahiden teferruat" (7 Şubat). Araştırmaya göre, kız öğrencilerin üniversiteye devam etmelerini engelleyen etkenler arasında başörtüsü yasağı sonda geliyor ve yalnızca % 1'i ilgilendiriyordu.
Yani: Eğer başörtüsü yasağı kızların eğitim hakkını çiğniyor ise, bu sadece onların % 1'i için doğrudur, dolayısıyla üzerinde durulmaya değmez...
Ardından Zaman gazetesi Ankethane Araştırma Şirketi tarafından yapılan bir araştırmanın sonucunu manşetten duyurdu: "Toplumun yüzde 80'i yasağın kalkmasını istiyor" (9 Şubat). Yani: Eğer % 80 yasağın kalkmasını istiyorsa, kalkmalıdır... İki manşetten çıkan mesaj da başörtüsü yasağıyla ilgili tartışmanın özünü kaçırıyor. Ne başörtüsü yasağının sadece % 1'in eğitim hakkını elinden aldığı için sürdürülmesini desteklemek, ne de % 80 istiyor diye kaldırılmasını savunmak yerleştirmek istediğimiz özgürlükçü düzenin mantığıyla bağdaşır.
Radikal'in manşetindeki gibi düşünenlere sorulacak soru şudur: TCK'nın 301. maddesi başta olmak üzere, Türkiye'de düşünce ve ifade özgürlüğünü, hakkın özüne dokunacak şekilde kısıtlayan ceza maddeleri toplumun % 1'inden fazlasını ilgilendirmiyor. O halde bu yasaklar sürsün mü? Zaman'ın manşetindeki gibi düşünenlere sorulacak soru da şudur: Toplumun büyük çoğunluğu idam cezasından yanadır. Öyledir diye, en temel bir hak olan yaşam hakkını çiğneyen ölüm cezası yeniden yürürlüğe konmalı mıdır? Üniversitelerdeki başörtüsü yasağı sadece % 1'i ilgilendirse, % 80 yasağın sürmesinden yana olsa da kalkmalıdır, çünkü temel bir hak olan eğitim hakkını ve temel bir özgürlük olan ifade özgürlüğünü çiğnemektedir. Bu yasak son bulmalıdır, çünkü insan haklarına aykırıdır.
En az on yıldır büyük bir tartışma konusu olan yasağın kaldırılmasının gündeme gelme biçimi üzerine çok şey söylenebilir. Denebilir ki, AKP iktidarının ilk döneminde başörtüsü yasağını kaldıracak gücü kendinde görmediği için, Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'in ağzından şöyle demişti: "Sorun sayanların sayısı yüzde 1,5'tir. Halk hangi konuların öncelikle çözülmesini istiyorsa biz hükümet olarak bu sorunlara odaklandık... Önceliğimiz türban değil işsizliktir." (NTV, 23 Mayıs 2006) Aynı nedenle Başbakan Tayyip Erdoğan da, Şahin'in beyanıyla ilgili bir soru üzerine şu yorumu yapmıştı: "Ormanı düşünelim, oradaki birkaç ağacı değil. Birkaç ağaç üzerinden hareket edersek yanlış yaparız. Nitekim kamuoyu araştırmalarının neticeleri çok açık, net ortadadır. Yani bunlara bakarak değerlendirmeleri yaparsak Türkiye kazanır, kaybetmez..."
Yine denebilir ki, 22 Temmuz seçimlerinden hayli güçlenerek çıkan AKP iktidarı, konuyu yeni anayasa ile gündeme getirmeye hazırlanıyordu. Ne var ki Başbakan'ın Madrid'de bir gazetecinin sorusuna (nereye varacağını düşünmeden) verdiği "Velev ki siyasi simge olsa..." yanıtıyla başlayan süreç, MHP'ye kendince iktidarı yıpratmak ve "oy hasatı" yapmak fırsatını verdi. Yine denebilir ki, sorunun iyi yönetilemeyişi hallini zorlaştırdı; AKP iktidarının Türkiye'yi bir din devletine götürmekte olduğuna dair temelsiz kaygılar siyasi sömürü konusu yapılıyor; Başbakan eleştirileri serinkanlılıkla cevaplayacağına bağırıp çağırarak sömürüye çanak tutuyor... Bütün bunlar doğru olabilir.
Peki bütün bunlar doğrudur diye, yasağın yerinde kalması savunulabilir mi? Özgürlükten yana olanlara düşen, anayasa değişikliğinin uygulanmasına ve yasağın geride kalmasına destek vermektir. AKP iktidarının özgürlüklerin genişlemesi, demokrasinin derinleşmesi yönündeki öteki reformları yapmaya teşviki; dinsel ve etnik azınlıkların hakları ve (toplumun yüzde 1'inden fazlasını ilgilendirmeyen) öteki azınlık hakları için mücadelenin ilerletilmesi de ancak böyle mümkün olabilir. Ya özgürlüklerin hepsi, hemen ya da hiçbiri diye bir mantık, mantıklı değil.
Kaynak: Zaman