Osmanlı, daha kuruluş yıllarında bile Müslüman ile Hıristiyan’ın çatışmasından çok işbirliğinin sembolü gibidir. Osman Gazi Müslüman beyler kadar Hıristiyan beylerle de ittifak kurarak, yıkılan Bizans’ın bıraktığı boşluğu doldurabilmiştir. Bizans’tan geriye kalan kaostan kaçanlar, dinleri ne olursa olsun Osmanlı’nın barışına sığınmışlardır. Her geçen gün devletin karakteri İslamlaşsa da Osmanlı halkı da yöneticileri de gayri-Müslümlerle iç içe yaşamışlardır. Herşehir Müslüman ve Hıristiyanların bir aradalığı üzerine hayatı sürdürmektedir. Devşirme sistemi ve sultanların evlilikleri sayesinde pek çok Hıristiyan, Müslümanlaşmanın ötesinde devletin zirvesinde dahi yer bulmaktadır. Kısacası Osmanlı’nın sokağında da, Sarayı’nda da diğer dinlere, ırklara ve renklere çok geniş bir yaşama alanı vardır.
***
İstanbul’un Türkler tarafından fethi Batı dünyasında ‘Hıristiyanların başkenti’nin fethi gibi algılansa da Fatih Sultan Mehmet bu fetihe dini saiklerden çok siyasi hedeflerle yaklaşmıştır. Bu bağlamda Fatih İstanbul’u aldıktan sonra Hıristiyanlığı bu şehirden silip atmak bir yana, dışarıdan pek çok Hıristiyan’ı ve Yahudi’yi başkente çekmiştir. Fatih de, ondan sonra gelen padişahlar da kendilerini sadece Müslümanların değil, dinleri ne olursa olsun ‘tüm Osmanlıların idarecisi’ olarak görmüşlerdir. Nitekim II. Mahmud Osmanlı’nın dinlere bakışını şu sözlerle özetlemiştir: “Ben tebaamdan Müslümanları camide, Hıristiyanları kilisede, Yahudileri havrada görmek isterim. Aralarında başka bir fark yoktur”.
Nitekim Osmanlı yıkılırken onu oluşturan milletler, yüzlerce yıldır Türklerin idaresi altında kalmış olmalarına rağmen dinlerini ve dillerini koruyarak bağımsız devletler haline gelebilmişlerdir. Aynı dönemde Batı Avrupa’ya bakıldığında ise Hıristiyan devlet içinde Müslümana yer olmadığı rahatça görülebilir. Fatih’in İstanbul’unda güçlü bir Hıristiyan azınlık olmasına rağmen, aynı dönemin Fransasında veya İtalyasında küçük bir Müslüman azınlık dahi bulabilmek zordur. Müslümanlar İspanya’da (Endülüs) yaklaşık 800 sene (711-1492) egemen olmalarına rağmen, yönetim Hıristiyanların eline geçince Müslümanlara bir gram olsun yaşama şansı bırakılmamıştır. Son darbe III. Felipe döneminde vurulmuş, Müslümanlar İspanya’dan kovulurken, bütün cami, kümbet, medrese ve diğer muhteşem yapılar yerle bir edilmiştir. Oysaki İber’de İslam devletleri dönemi sadece Müslümanlar için değil, diğer dinler için de hoşgörü ve zenginlik yılları olmuştur. Endülüs devleti özellikle Sefarad Yahudileri için ‘Yahudi kültürünün altın çağı’ sayılmıştır.
***
İşte Batı ile Müslüman Doğu arasındaki birlikte yaşama adına fark bu kadar büyüktür. Osmanlı yıkılırken dahi çok sayıda Hıristiyan ve Yahudi dinini, mezhebini ve dilini muhafaza edebilirken İspanya’dan günümüze sadece yok edilmiş kültürler kalmıştır. Aynı durum diğer Avrupa ülkeleri için de geçerlidir. İtalya’da, Fransa’da veya Almanya’da Müslüman azınlıkların oluşamaması, hatta Osmanlı’nın çekildiği Balkan ve Kafkas coğrafyasında 20. yüzyılda dahi Müslümanların katliamlara uğratılması düşündürücüdür.
Bu zaviyeden bakıldığında Batı’nın 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yaşamaya başladığı çok kültürlülük-çok dinlilik Doğu ile kıyaslandığında oldukça yeni bir olgudur. Ayrıca Türkiye’nin elinde güçlü bir birlikte yaşama geleneği varken, zaman zaman Batıdan sızan hastalıklı milliyetçilik ve ırkçılık akımlarına kendisini kaptırması da düşündürücüdür.
***
Bu vesileyle yeni çıkmış bir kitaptan bahsetmeden geçemeyeceğim. ‘Kapsayıcı Osmanlı hoşgörüsü’ pek çok araştırmacı tarafından incelenmiş bir konu. Ancak Kemal H. Karpat veYetkin Yıldırım’ın editörlüğünde Timaş Yayınları’ndan çıkan ‘Osmanlı Hoşgörüsü’ adlı kitap hem okunma kolaylığı, hem de yazarlarının güçlü makaleleriyle konuya yeni bir soluk, yeni bir heyecan getirmiş. Türk ve yabancı 11 ayrı yazar ‘muhteşem yüzyıllar’ı merak edenlere nefis bir kitap hazırlamışlar. Kitap hem yukarıdaki mevzulara yeniden dönmemi sağladı, hem de bilmediğim pek çok detayı gösterdi. Hararetle tavsiye ederim.
Kaynak: Star