Ortak yazarlar: Daniel Philpott, Timothy Samuel Shah, ve Monica Duffy Toft
Arap Baharı’nın başladığı geçen Aralık ayından bu yana Batılı analistler sürekli nükseden bir korkuyu dile getiriyorlar: Uzun bir zamana yayılan Arap istikrarının yerini laik demokratlar değil İslamcı teokratlar alacaktır.
Müslüman Kardeşler Mısır’da diktatör Hüsnü Mübarek’i indiren genç laik eylemcilere galip gelecek diye uyarıyorlar. Suriye’de ise Beşşar Esad diktatörlüğü yabani olabilir ama Hıristiyanları, Şiileri ve kadınları ezecek olan Sunni çoğunluktan daha az şerlidir diye iddia ediyorlar. Bu daraltı/angsiyete, halk yönetimine teokrasidir diyerek direnç sergileyen bölgedeki hâkim laik sultanların mantığına oynamaktadır.
Esasında direnilmesi gereken bu tür korkular ve yanlış seçimlerdir. İstikrarlı bir Ortadoğu’ya dinin bastırılmasıyla değil dinin sağlam bir şekilde siyasete dâhil edilmesiyle ulaşılabilinir.
Şu noktada Arap Baharı’nın yaşandığı ulusların karşısındaki seçenek din ile laik/seküler yönetim arasında seçim yapmak değil; dinî ve laik tüm partileri/tarafları içeren bir demokrasi ile katı ve dışlayıcı bir laiklik arasında bir seçim yapmaktır.
Dini partilere siyasi katılım imkânı sağlamakla bu tür grupların bazı oyları kazanmaları ve bir miktar siyasi güç elde etmeleri riski yaratılmıyor mu? Evet. Ancak eldeki mesele, bu tür grupların liberal demokrasiye karşı çıkıp istikrarı tehdit edip etmeyecekleri değil – bazıları bunu muhakkak ki yapacaklardır – onların aşırı eğilimlerini hangi tür siyasi muhitin azaltacağı ve hangisinin azdıracağıdır.
Amerika’nın negatif laiklik/sekülerizm politikası
Siyasi alanda faal dini gruplara karşı duyulan refleksif korkunun kökeni Amerikan dış politika seçkinleri arasında hâkim olan sekülerizm ideolojisine gider. Eğer sekülerizm/laiklik, dini ve siyasi otorite arasında sağlıklı bir ayrım anlamına geliyorsa, demokrasi için de esas demektir. Papa XVI. Benedict bunu pozitif sekülerizm” olarak anmıştır.
Bunun aksine, negatif sekülerizm, dinin modernite öncesine gittiğini, irrasyonel, şiddet yüklü ve yok olmaya mahkûm olduğunu ve demokratik siyasette yeri olmadığını varsayar. Negatif sekülerizm dini siyasi katılımı yanlışlıkla dinin hâkimiyetiyle ve demokrasinin ifsad olmasıyla bir tutar. Teokrasiye bulduğu cevap sekülokrasidir. Yani siyasette gayri dini ilkelerin mutlak üstünlüğü.
Suriye’deki hükümet yanlısı güçler, geçen hafta Hama’da gösterileri ezerken sekülokrasinin tutumunu resmetmiştir. Şehir’deki duvarlara şöyle sloganlar karalamışlardı:”Tanrı yok Esad var”;”Tanrı yıkılır ama Esad ayakta kalır.”
Negatif sekülerizm Soğuk Savaş süresince Amerika’nın Ortadoğu politikasını tahkim etmiştir. Amerika’nın baskın endişesi, Sovyetlere karşı güvenilir müttefikler bulmaktı. Bu müttefiklerden S. Arabistan ve Pakistan gibi sadece çok azı ziyadesiyle dindardı. Çoğunluğu ulusçuluğa, ekonomik ve sosyal modernliğe dayalı ve toplum tabanın benimsediği İslam’ın laik kuşatma altında olduğu rejimlerdi.
Tanca’dan (Fas’tan) Tahran’a kadar, bu çeşit rejimler İslam’ı marjinalleştirerek, özel alana hasrederek ve sıkı bir düzenlemeye tabi tutarak onu denetim altında tutmaya baktılar. Onaylı ılımlı Müslümanlara hukukî ve mâli destek verdiler; geleneksel muhalif Müslümanları ise hapse atıp işkenceden geçirdiler.
Batılı liberaller sayın Mübarek’e 20.000 Mısırlı vatandaşını niçin hapse attığını sorduklarında şöyle cevap vermişti: Ya ben ya Müslüman Kardeşler. Amerika bu argümana müşteri oldu. Bu tür düşünce, Obama yönetiminin Mübarek’ten vazgeçmekte niçin ağır davrandığını kısmen de olsa açıklamaktadır. The New Yorker’dan Ryan Lizza’ya göre diktatörün düşüşünden sadece günler öncesinde Beyaz Saray, Mübarek’in ABD’ye verdiği mesajı “Müslüman Kardeşler, Müslüman Kardeşler, Müslüman Kardeşler” olarak hülasa etmişti.
Baskıcı laik rejimler dini aşırılıkları beslemektedir
Ancak sonunda Amerika’nın laik diktatörlükleri teşvik politikası eşanlı olarak demokrasiyi ve istikrarı da zedelemekte ve dinci radikalleri desteklemektedir. Halbuki ABD uzun vadeli çıkarlarını Ortadoğu’da geçiş sürecindeki rejimleri şiddetten uzak duran tüm dini grupları siyasi alana davet etmeye teşvik ederek en iyi şekilde yürütebilecektir.
Bölgede nahoş dini gruplar da var şüphesiz. Bazıları, kadın ve azınlık haklarını inkâr eden, İsrail’i imha çağrısı yapan ve Amerika’yı düşman ilan eden sert bir Şeriat şeklini savunmaktadırlar. Mısır Müslüman Kardeşleri içindeki bazı hizipler bu çizgide bir düşünceye sahipler tıpkı daha da aşırı selefiler gibi.
Fakat aşırı dinci grupların onları dışlayıcı değil de kuşatıcı bir siyasi yapıda serpilmeleri daha düşük bir ihtimaldir. “God’s Century: Resurgent Religin and Global Politics” başlıklı yeni kitabımızda dini grupların özerklik ve siyasi katılımlarını inkâr eden rejimler içerisinde radikalleşmelerinin ve şiddete başvurmalarının çok daha yüksek bir ihtimal olduğu hakkında deliller sunmuştuk.
Amerika’nın eski dostu İran Şahı, baskıcı laiklik ve İslami radikalizm arasındaki tehlikeli ilişkiye örnek teşkil etmektedir. Şah’ın İran’daki Ayetullahları ağır bir baskı altında tutması ve onları manipüle etmesi, şiddet yüklü militanlığa karşı sergiledikleri sessiz siyasi kayıtsızlıktan vazgeçmelerine, 1979 devriminin ve İslam Cumhuriyeti’nden neşet eden Amerikan çıkarlarına yönelik mevcut meydan okumaların vücuda gelmesine yardım etti.
Müteakip yıllarda ortaya çıkan dinci terörist gruplar için de benzer bir dinamik söz konusudur. Ezici çoğunluğu İslamcı olan bu gruplar Amerika’nın çoğu laik olan Arap ve Güney Asyalı müttefiklerinin baskıcı politikalarından türemiştir.
Kuşatıcılık, barış ve ortaklığın zeminini kurar
Bunun tam aksine, dini grupların, özerkliklerine saygı duyan rejimler altında yaşadıkları zaman barışçıl ve demokrasinin destekleyicileri olduklarını tespit ettik. Bangladeş, Endonezya, Malezya, Mali, Senegal ve Türkiye gibi çok çeşitli İslam ülkeleri, İslami partilerin/tarafların siyasete katıldıkları zaman demokratik oyunun kurallarına göre oynamakla kalmayıp aynı zamanda ılımlı olduklarını da ispatlamaktadır.
Ilımlı İslam bugünün Ortadoğusu’nda da mevcuttur. Mısırlı bazı Müslümanlar Kıptî Hıristiyanlara saldırsalar da diğerleri ibadet için Kıptî kiliselerin çevresinde koruyucu halkalar oluşturdular. Bugün, popüler bir Müslüman Kardeş - hatta ki Müslüman Kardeşler’den resmen kovulması noktasına varacak denli - liberal demokratik ilkelere dayalı bağımsız bir platformda cumhurbaşkanlığı için yarışıyor.
Bu yaz başlarında, Amerikan yönetimi Mısır Müslüman Kardeşleriyle resmi temasları başlattı. Bizim kanaatimize göre dini angajman doğrultusunda pozitif bir dönüşün varlığını telkin etmektedir bu. Eğer ABD Ortadoğu’da demokrasiyi, istikrarı ilerletmeyi ve kabaran terörizmi mağlup etmeyi arzuluyorsa, dini sadece ve sadece bir tehdit olarak gören laiklik türünden tövbe etmelidir. Dinin kalıcı/vazgeçilmez olduğunu fark etmekle kalmayıp dinin - doğru bağlamda ve doğru politikalarla - Amerikan çıkarlarının ve ideallerinin bir düşmanı değil bir müttefiki olabileceğini de fark etmelidir.
Yazarlar hakkında: Daniel Philpott, Notre Dame Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi doçenti; Timothy Shah, Georgetown Üniversitesi Berkeley Center for Religion Peace & World Affairs Dini Özgürlük Projesi yardımcı müdürü; Monica Duffy Toft, Harvard Kennedy Yönetim Okulu Kamu Yönetimi doçenti ve Initiative on Religion in International Affairs müdürü.
Kaynak: Christian Science Monitor
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın