Her kitabın bir yazılış serüveni var. Bunu ancak kitaplaşma sürecinde yazarıyla her bir harf, kelime, cümle arasında kurulan ilişki belirler. Yazarın kitaplaşma sürecinde yaşadığı o müthiş gerilim, coşku, usanç, keşif.... İç içe geçen derin, sessiz, bazen çok sesli bir eylem...

Her kitabın okunuş serüveni vardır. Okur ile kitap arasında başlayan, sayfaları aşan, yazara ulaşan, oradan diğer okuyucuların merakına, tepkilerine kadar varan bir merak, tecessüs, heyecan, bazen bıktırıcı bir ısrar, bazen yokuş tırmanır gibi yorucu bir eylem... Su gibi akıp giden satırlar da vardır. Bu, her okurun kendi iç dünyası ile yazar, kelimeler, harfler arasında kurulan dünyanın en girift bilmecesinde yüklüdür. Benim değişik okuma tecrübelerim var. Hiç hesapta olmadık biçimde bir araya gelmeyecek, yan yana düşmeyecek iki kitabı, iki yazarı peş peşe okuduğumu her şey bittikten sonra fark ettiğim olmuştur.

James Joyce'un 'Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi' ile Mehmet Selimoviç'in 'Devriş ve Ölüm'ü arasında nasıl bir bağ kurulabilir? Ben de kurmadım ama yıllar önce tamamen tesadüfi denilecek bir şekilde bu iki romanı peş peşe okuduğumda özellikle bir seçim yapsam bu kadar isabetli olurdu diye düşündüğümü hatırlıyorum. Biri bir manastır çevresinde, diğeri bir tekkede geçen Avrupa'nın doğusunda ve batısında, iki farklı medeniyete mensup insan tipinin romanı...

Daha yakın zamanda birbirinden habersiz iki kitap... farklı kültüre, farklı coğrafyaya ait birbirinden habersiz iki yazar... Aynı gün bitirdiğim Joyce ile Selimoviç etkisinin beynimde çaktığını hissettim. Demek bazen okumanın da bir kaderi var.

John Berger'in insanlık durumlarını en yalın, ayrıntılara inerek anlatış tarzında beni çeken bir şey var sanki. İlk okuduğum kitabı küçük hacimli ama kapsayıcı 'Görme Biçimleri'ne zaman zaman bakarım. 'Düğüne' romanını bitirdiğimde ise bu kadar basit bir konuyu bu kadar sürükleyici ele aldığı için, bana son derece yabancı bir hayattan bile insan olarak paylaşılacak ortak paydalar bulabildiğim bir edebiyat ürünü... İyi bir gözlemci olan Berger, toplumsal kültürel kodları iyi okuyan bir sosyal bilimci titizliğini romana yansıtmış.

Temelde insanların bireyselleştiği, çıkar ilişkilerine dayalı birlikteliklerin toplumu çözdüğü modern batılı toplumlarda diri kalan bir metafizik damar yakalamak ister gibidir. Hikaye aslında basit; biri Fransa'da, diğeri Slovakya'da yaşayan karı-kocanın kızlarının başına gelen trajik bir felaketin öyküsü. >>>DEVAMI>>>