İran ile 5+1 grubu, yani nükleer güç sahibi ülkelere ekonomik bir güç olan Almanya'nın eklemlenmesiyle oluşan koalisyon arasında yapılan görüşmelere dair ayrıntılar ortaya çıktıkça bunun sadece stratejik önceliklerden ibaret olmadığı anlaşılıyor. 1979'da gerçekleştirdiği devrimden bu yana İran ilk kez 'büyük şeytan'la masaya otururdu; Batılıların İran'ı muhatap almaları, bir tür tanımaları da ilk...
İran'ın bunca zaman Batı'ya muhalif tavrından dolayı cezalandırıldığı ve muhalifliğinin bedelini ödeyerek direndiği söylenebilir. Her ne kadar Rusya ve Çin'le sıkı ilişkileri olsa da ABD ve müttefikleriyle sürdürülen krizi nükleer çalışmalarla dengelemeye çalışmış, bunun sonucunu da almış görünüyor. İran diplomasi geleneği, ülkenin ambargolarla köşeye sıkıştığı bir dönemde bile kendine özgü manevralarla Batı ittifakınca nükleer kapasitesinin kabul edildiği bir anlaşmayı koparmayı başardı.
Bu anlaşma şüphesiz sadece 5+1 ülkeleri ile İran ilişkilerinin yeniden şekillendirilmesi gibi bir sonuç doğurmayacak. Muhtemel 'normalleşme' süreci, başka bir ifade ile Batı sistemiyle yeniden uzlaşma, belki de eklemlenme süreci bölgeyi de etkileyecek.
İran ve Batılılar arasında yapılan anlaşmadan en fazla rahatsız olanların İsrail ve Suudi Arabistan olması şaşırtıcı değil. Suud ve yörüngesindeki Arap ülkelerini, daha çok iç politikada kullandıkları Şii korkusu ile Batı'ya karşı gösterdikleri İran kartının ellerinden alınmış olma ihtimali şimdiden ürkütüyor.
Özellikle Amerika'ya karşı her tür İran şantajının elinden alındığını düşünen İsrail bu durumda en fazla öfkeli olan taraf. İran anlaşması uzun zamandır ipuçlarını veren Amerika-İsrail ilişkisindeki değişimin habercisi olabilir. İran'ın nükleer tesislerini vurarak dizginlemeyi, geriletmeyi ısrarla savunan, hatta bunu tek başına gerçekleştireceği imasında bulunan İsrail'in gizli görüşmelerden son ana kadar haberdar edilmemesi bile bu değişimin işareti sayılabilir.
Amerika-İsrail ilişkisinde yeni devreye girildiğinin Mavi Marmara saldırısı ile uç verdiğini daha önce belirtmiştim. Amerika, daha önceki dönemde olduğu gibi İsrail'in şımarıklıklarının riskini göze alma, hoş görme lüksüne sahip değil artık. İsrail'in güvenliği hala birincil öneme sahip olmakla beraber Amerikan devlet çıkarlarını riske edecek maceralara izin verme niyetinde olmadığını epeydir belli etmişti. Bu nedenle yakın geçmişte gerek Türkiye'nin kısmen önünün açılması, gerek İsrail'e 'artık yakamdan düş' derecesinde 'kendi yolunu kendin çiz' mesajları yeni dönemin ipuçları olarak okunabilir.
Her ne kadar İran'la yapılan bu anlaşma cumhuriyetçilerin hoşuna gitmemiş olsa da ortaya çıkan yeni durum, sadece Obama'nın şahsi tercihlerinden doğan bir tutum saymamak gerekir. Bu şekilde bakınca bölgesel krizlere daha az müdahil olma isteği veya Ortadoğu'daki birkaç krizi yönetme kapasitesinin tartışmalı olduğu Amerikan gücünün neden İsrail'i karşısına almak pahasına İran'la, hem de nükleer kapasitesini tanıyarak, anlaşmaya vardığı daha iyi anlaşılır.
Gelinen durumu Brzezinski'nin ironi yüklü sözleri çok iyi açıklıyor: İsrail uçaklarının İran'ı bombalamak için havalanması durumunda Amerikan uçaklarının da onları vurması gerektiğini söylemişti.
Ortadoğu denklemine Batı ile barışık bir İran'ın geri gelmesi ne anlama gelir? Muhtemelen pazarlıkta Suriye kartını sonuna kadar kullanan İran'ın önünün açılması, düğümün çözülmesi ile Suriye'de farklı denklemler devreye girebilir. Şimdiden, ateşkes konusunda Türkiye'nin İran'la ortak hareket etme mesajı vermesi bu açıdan önemli gelişmelere gebe sayılabilir.
Türkiye açısından bakıldığında bölgenin en önemli iki gücünden biri olarak Batı nezdinde ayrıcalıklı konumunu kaybedeceğinden endişe edenler olabilir. Yeni dengelere İran-Türkiye zıtlaşmasından çok İsrail'in konumu açısından yaklaşmayı denemek yeni pencere açabilir. İran-Türkiye, Sünni-Şia, Safavi-Osmanlı rekabetini düşmanlığa çeviren yaklaşımın teslim aldığı jeopolitik bakışın Ortadoğu'nun ne kadar hayrına olacağını her iki taraf da derinlemesine düşünmek zorunda. DEVAMI>>>