Önceki gün Bükreş'te sona eren NATO zirvesi, aynı zamanda bir "Rusya zirvesi" oldu. Rusya bu zirvede Avrupa üzerindeki doğalgaz tekelini bir siyasi kaldıraç olarak perde gerisinde başarıyla kullandı ve NATO'nun Ukrayna ile Gürcistan'a üyelik kapısını açmasını engelledi.

Kızılordu değil, doğalgaz
Rusya doğalgazı hem fiyatlandırmada hem de tedarikte bir politik silah olarak kullanıyor. "Eskiden caydırıcılığını borçlu olduğu Kızılordu'nun yerini şimdi doğalgaz aldı" dersek abartmış olmayız. İşte bu Rusya'nın doğalgazına muhtaç olan Fransa, Almanya, İtalya, İspanya ve Benelux ülkeleri, Rus gazabından çekindiler ve bu iki eski Sovyet cumhuriyetine, ABD'nin bu yöndeki bütün gayretlerine rağmen, yeşil ışık yakmadılar. Rus doğalgazının siyasi basıncı NATO'da küçük de olsa bir çatlak meydana getirdi.
Dolayısıyla zirve, şu çarpıcı gerçeği yalın biçimde ortaya koymuştur: Batı, Rusya'nın Avrupa üzerindeki doğalgaz tekeli kırılmadığı sürece, Avrasya jeopolitiğinde arzuladığı hedeflere ulaşmakta zorlanacak, zaman kaybedecek.
Enerji yollarının geçtiği ülkelerin güvence ve istikrar altına alınması, Batı'nın hedefleri arasında yer alıyor. Ukrayna ve Gürcistan'ın NATO'ya üye olması bu yüzden de önemli.

Nabucco mesajı
Bükreş zirvesinden Batı'ya giden en kritik mesaj, Rusya'nın enerji tekelini zaman yitirmeden sona erdirmenin bir mecburiyet olduğudur. Mesaj alınır ve iyi okunursa, buna verilecek ilk reaksiyon, önce Orta Asya, ve belki ileride Ortadoğu doğalgazını Avrupa'ya ulaştırarak Rus tekelini kırması hedeflenen Nabucco doğalgaz boru hattı projesinin bir an önce hızlandırılmasından başka bir şey olamaz.

Bükreş'ten Nabucco mesajı çıktığı içindir ki bu yazının başlığında "NATO zirvesinin gizli galibi Türkiye'dir" yazıyor. Çünkü Nabucco Türkiye'den geçecek. Projenin en değerli arsası Türkiye'dir.
Bükreş zirvesi Türkiye'nin potansiyel önemini çok artırmıştır. Türkiye'yi "zirvenin gizli galibi" yapan da budur.

Arsanın değeri ve sahibi
Herkesin kullanmaya can attığı çok değerli bir arsanız olabilir ama, sizde onun potansiyelini güce ve zenginliğe dönüştürecek vizyon, birikim, beceri ve irade yoksa o arsanın turşusunu kurabilirsiniz. Hatta bu arsa başınıza "tezkere" olayında olduğu gibi dert bile açabilir. 1 Mart 2003'te, AKP'nin tezkereyi reddederek yol açtığı bütün o olumsuz gelişmeler, o zaman "arsa sahibi"nin kalibresinin ne olduğunu gözler önüne sermişti.

Pazarlığı abartmamalı
Bugün ise Nabucco projesine ivme kazandırılacağını tahmin etmek için falcı olmak gerekmiyor. Jeopolitik önemi arttığından Batı'nın bu proje için artık daha fazla siyasi enerji harcaması beklenmelidir.

Türkiye'nin yapacağı en büyük yanlış, herhalde pazarlık gücünün arttığı gerçeğinden hareketle bu projedeki kilit pozisyonunu Avrupa'daki Türkiye karşıtı bazı çevrelere ders vermek için bir silah olarak kullanması olur. İş Batı için bu kadar ciddiyete binmişken onların da Türkiye'ye karşı gerektiğinde kullanabileceği güçlü misilleme imkânlarına sahip olduğu unutulmamalı.
Bükreş zirvesinde Türkiye'nin önünde açılan perspektifler değerlendirilecekse, olumsuz değil, yapıcı bir yaklaşımla değerlendirilmeli, bu yaklaşım Türkiye'nin AB sürecini desteklemeye hizmet etmelidir.

Tabii, iktidar partisinin kendisini 22 Temmuz seçimlerinden sonra içine düşürdüğü durum Türkiye için bir şanssızlıktır. Kapatma davası ile sakatlanmış, bekâ derdine düşmüş bir partinin başında olduğu hükümetin Nabucco fırsatlarını ne kadar göreceği ve bunlarla ne derece ilgileneceği belirsizdir.

Kıbrıs umut olabilir
Bu arada, Kıbrıs konusunda Türkiye'nin AB sürecine yeniden ivme kazandırabilecek bir konjonktürün belirmesi de mümkün. Adada başlayacak görüşmeler bir çözüm perspektifini doğurursa, bu pekâlâ, Kıbrıs yüzünden askıya alınmış sekiz başlıkta müzakereye geçilmesi umudunu doğurabilir. Ama öncelikle Ankara'nın tıpkı 2003-04'te olduğu gibi adadaki müzakere sürecini ilerletecek siyasi desteği sunarak kolaylaştırıcı bir rol oynaması gerekir ki, kapatma davası tarafından rehin alınmış, önünü göremeyen bir hükümetle bunun da ne kadar gerçekleşebileceği kuşkuludur.

Samimiyet sorunu
Zaten asıl mesele, AKP'nin AB'ye hep bir siyasi ve ekonomik getiri vasıtası olarak bakmış olmasıdır. 2004'te böyle yaklaşmışlardı; şimdi, İsveç'te Başbakan Erdoğan'ın konuşmalarından manşetlere çıkan yaklaşım da en başta üslup tutarsızlıkları nedeniyle güven vermekten uzaktır.
Korkarım ki, Türkiye'nin Bükreş zirvesinin galibi olduğu hep gizli kalacak!

Kaynak: Milliyet