Hüznü yaşamak, sanki bir kader gibi... Nereden nasıl geldi, bilemiyorum.
Kim bilir, belki de siyaset yoğun sıkıntıların ucuna takılarak ekrana düştü bu sözcükler...
Siyaset yine yoruyor.
Hem de fazlasıyla.

Son zamanlarda Türkiye'yi dipsiz bir kuyu gibi bozbulanık bir belirsizliğin içine çekmeye başladı siyasi mücadele.
Cepheleştirici bir kavga...
Kutuplaştırıcı bir kavga...
İnsanı tüketen bir yanı var.
Fena yoruyor.

Ama hukuk ve demokrasi diyorsan, çaresiz sonuna kadar gideceksin.
Evet aynen öyle.
Peki ama son nedir?
Ne olabilir?..
Bilemem.

Bu konuyu, geçen gün Hrant Dink ve Malatya davalarının avukatlarını dinlerken bir kez daha düşündüm.

Sevgili Hrant'ı aramızdan alan siyasal cinayet nasıl göz göre göre gelmiş...
Trabzon'un polisi de, jandarması da bu cinayetin işleneceğinden nasıl da haberdarmış...

Ama görevler ihmal edilmiş!
Bu görev ihmalleri, cinayet sonrasında gerçeği yansıtmayan devletin resmi raporlarıyla nasıl örtbas edilmiş, devletin müfettişleri eliyle "soruşturmaya gerek olmadığı"na nasıl hükmedilmiş...

Neden, niçin?..
Derin bir komplo nedeniyle mi?
Yoksa örneğin ırkçılık mı?
Devlete musallat olan derin milliyetçiliğin çirkin gölgesi miydi vuran?..
Bir an düşünün.

İki jandarma astsubayı bu yakınlarda mahkemeye çıkıp özetle dediler ki:
"Evet, biz Hrant Dink cinayetinin işleneceğini önceden alay komutanımıza bildirdik. Ama gereğini yapmadı. Sonra da düzenlediği sahte belgeyle bu bilginin cinayet sonrası alındığını resmi rapora bağladı."
Bir yanda polis...

Bir yanda jandarma...
Her ikisi de Trabzon'da Hrant Dink cinayetinin işleneceğini önceden saptıyorlar, hatta İstanbul polisi de bir yerde haberdar ediliyor ama değişen bir şey olmuyor.

Marquez'in romanındaki gibi...
Türkçeye 'Kırmızı Pazartesi' diye çevrilen ünlü romanın gerçek adı şöyledir:
"Önceden Haber Verilmiş Bir Cinayetin Güncesi."
Dink cinayeti de öyle değil mi?

Avukatları dinleyince, öyle olduğu apaçık ortaya çıkıyor.
Trabzon polisi önceden biliyor, Trabzon jandarması önceden biliyor, ama cinayet işleniyor. Sevgili Hrant, göz göre göre kaderine doğru yürüyor, tıpkı Marquez'in romanındaki gibi...

Dileriz, günün birinde Hrant Dink cinayetinin de romanı yazılır, filmi de çekilir.
İki jandarma astsubayının kalkıp Hrant Dink cinayetini komutanlarına bildirdiklerini mahkemede itiraf etmeleri, Jandarma Alay Komutanı'nın bu istihbaratı saklamış olması, bu istihbaratın cinayet işlendikten sonra geldiğini, yani bir yalanı resmi rapora bağlayabilmesi...
Ve sonra kamuoyundaki sessizlik...
Hatta duyarsızlık...

Hiç isyan duygusu tomurcuklanmıyor mu içinizde?..
Hukuku, insanlığı hiçe sayan böylesine bir skandal, ileri bir demokrasi ülkesini sarsardı. Sonuca bağlanıncaya kadar siyaset kurumunun ilgi alanından çıkmaz, medyanın manşetlerinden inmezdi.
Ama bizde böyle olmadı.

Türkiye'yi sarsan bir cinayetin davasını sil baştan yapacak bir hukuk skandalının üzerinde bile doğru dürüst durmuyoruz.

Ne yazık!
Bu kayıtsızlığımız -ya da bu duyarsızlığımız- hukuk ve demokrasi kültürü dersinden yine sınıfta kaldığımızın apaçık bir işareti değil mi?..
İyi pazarlar!

Kaynak: Milliyet