ThinkProgress’te “Kanuni Esrar Ve Terörizm Konusunda Herkesin Bilmesi Gerekenler” başlıklı son makalesinde Zack Beauchamp, “Kanunsuz uyuşturucudan gelen kâr ve terörizm arasında açık bir delil ve giderek daha sıkı bir ilişki var“ uyarısında bulunuyor.
Beauchamp tezini Hizbullah’ın “Güney Amerika’dan Afrika ve Orta Doğu’ya uyuşturucu sevkiyatıyla milyonları cebe indirdiği” iddiasıyla destekliyor. “Kanun dışı uyuşturucuların yayıldığı yerlerle terörist örgütlerin faaliyet gösterdiği yerlerin -kötü yönetilen, asayişin kötü olduğu küresel karanlık bölgeler- aynı olması sebebiyle uyuşturucu tacirleriyle teröristler arasında, alarm verici sıklıkta karşılıklı faydaya dayalı bir ilişki ortaya çıkıyor.”
Bu analizin, bu hafta ABD hükümetiyle belli Meksika uyuşturucu kartelleri arasında uzun süredir karşılıklı faydaya dayalı ilişki olduğunun doğrulanmasının ışığında biraz farklı anlamları var. Meksika’daki El Universal gazetesinin araştırmasına göre, Amerika Birleşik Devletleri yıllardır rakip örgütlere karşı -diğerleri arasında- ünlü Sinaloa karteliyle iş birliği yapıyor.
Elbette bu tür açıklamaların ABD rejiminin uyuşturucuyla savaş söylemini değiştirme şansı azdır. Amerikan rejimi, ABD şirketlerinin uyuşturucu ticaretini sürdürmelerine ve uyuşturucuya karşı sözde savaştan kâr etmelerine rahatlıkla izin verirken uluslararası düşmanlarını uyuşturucu kaçakçılığı suçlamalarıyla vurur.
Narko-teröristlerin -hem gerçek hem hayali olarak- küresel çapta yayılması, Latin Amerika’nın Amerikan yönetimi eliyle askeri üs haline getirilmesi gibi diğer türdeki emperyal müdahaleleri de haklı çıkarıyor.
Hizbullah’ı narko-terör kategorisine yerleştirmeye çalışanların arasında İran-Kontra skandalının eski kurtlarının bulunması da tipik bir ikiyüzlülük örneğidir. Bu skandalda Amerika Birleşik Devletleri Nikaragua’da sağcı milislerin kokain ticaretiyle zenginleşmesine imkan sağlamıştı.
İran’a ve onunla bağlantılı her şeye suçlu muamelesi yapılması kapsamında, yeni-muhafazakar (neocon)-Siyonist projenin bir alt unsuru olarak Hizbullah karşıtı karalama kampanyası, insanları oyalamak için sahneye konulmuş bir trajedidir.
Mesela İsrailli muhabir Eldad Beck, Ynetnews internet sitesinde “Hizbullah'ın kokain cihadı" başlıklı makalesinde Hizbullah’ın “ABD-Meksika sınırında kaçakçılık tünelleri inşasında uyuşturucu baronlarına yardım ettiğini ve uydu görüntülerinin bu tünellerin Gazze-Mısır sınırı altında faaliyet gösteren tünel labirentiyle neredeyse tıpatıp aynı olduğunu gösterdiğini” keşfeder.
ABD İç Güvenlik Bakanlığı’nın “[ABD ve Meksika arasındaki] mevcut tünellerin çoğunun büyük şehir merkezlerinde toplandığı ve uydu görüntüleriyle tespitinin zor olduğu” konusundaki kendi kabulüne ise aldırmayın.
Bununla yılmayan Beck, Meksika’da “4.000 kadar Müslüman” mevcudiyetinin sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde değil İsrail’de de “endişeye yol açması” gerektiğinde ısrar eder.
Narko-tünel yutturmacası eski ABD Kongre üyesi Sue Myrick gibiler tarafından da benimsendi. O, 2010’da zamanın iç güvenlik bakanı Janet Napolitano’ya yazdığı mektupta paniğe sevk eden daha fazla yönelimler tespit etmişti:
“Southwest’teki eyaletler boyunca, iyi eğitimli yetkililer hapishanelerde çete mensuplarının dövmelerinin Farsça yazıldığını fark etmeye başlıyorlar. Biz normalde dövmelerin Arapça yazıldığını görürdük, Farsça İran etkisine işaret ediyor ki bunun izleri İran’a ve onun vekil ordusu Hizbullah’a kadar gidebilir. Bu Farsça dövmeler hemen hemen daima çete ve uyuşturucu karteli dövmeleriyle birlikte görülüyor."
Bu son Farsça tespiti, 2011’de İç Güvenlik Terörle Mücadele ve İstihbarat Alt Komitesi tarafından yapılan “Latin Amerika’da Hizbullah” oturumunda da yinelendi. Görüşü yineleyen Douglas Farah -şimdi bir milli güvenlik danışmanı- sadece İran’ın tutuklanan çete mensuplarının cildinde iddia edilen etkisi hakkında değil, Hizbullah’ın “Venezuela’nın Batı Afrika’ya coğrafi yakınlığı” gibi uluslararası uyuşturucu ticaretine dahil olmasını kolaylaştıracağını söylediği etkenler hakkında da konuştu.
Sağlam iddialar ortaya atarken bunların uçuk kaçık olmayan bilgilerle desteklenmesi şüphesiz her zaman faydalı olmuştur.
Bu arada, Farah’ın ifadesi uyuşturucu tüneli hikayesinin farklı bir uyarlamasını da içeriyor. Bu kez Gazze-Mısır sınırına işaret edilmekten kaçınılarak:
“Venezuela’nın şimdi ABD-Meksika sınırı boyunca bulunan ve kuvvetle Hizbullah tarafından Lübnan’da kullanılan türe benzeyen, giderek daha gelişmiş narko tüneller için teknoloji sağladığına dair de bazı endişeler var."
Farah ve o türde insanlar, gerçeği olduğu gibi gözlemlemek yerine bir taşla birkaç kuş vurmanın -ya da daha fazla ABD düşmanını tek bir kuşa çevirip daha sonra onu taşla vurmanın- daha iyi olacağı düşüncesine göre hareket ederler. Art niyetli bir sosyalist narko-cihat bağlantısı oluşturulması bu yüzdendir.
ABD’nin düşmanlarının o kadar da hasmane olmadıkları gerçeği ortaya çıkınca olacaklara gelince; hükümetin mesela Sinaloa karteliyle iş birliği yaptığı haberlerinden dolayı, ülkenin iyice yerleştirip desteklediği “kötüye karşı iyi” söyleminin kırılması zordur.
Ama Latin Amerika’da ABD reçeteli uyuşturucu savaşının genellikle siyasi amaçlarla sivil nüfusa gözdağı verilmesi ve onların cezalandırılmasına yol açtığı dikkate alındığında -Meksika’da 2006’dan bu yana sözde uyuşturucu karşıtı operasyonlar sonucunda 60.000’in üzerinde insan öldürüldü- gerçekten narko-terörist rolü için Hizbullah’tan daha nitelikli bir rakip olabilir.
Kaynak: El Ahbar İngilizce
Dünya Bülteni için çeviren: Mehmet Şeyhoğlu