Müslümanların sistemle ilişkileri ve sisteme katılma taleplerinin önümüze çıkardığı en önemli handikaplardan biri, sistemin felsefi ve ahlaki zeminini ve bu zemin üzerinde yükselen iktidar yapısını sorgulamadan, bunun İslami yüksek ideallerle usule uygun bir kritiğini yapmadan sisteme katılma mücadelelerine girişmeleridir. Önce "La (red)", sonra "İllallah (kabul)" gelmektedir. Fıkıhta önemli ilke, "def-i mazarrat celb-i menafiden evladır: Bir zararın giderilmesi bir yararın temininden önemli ve önceliklidir." Bu temel ilkeyi Müslümanların gelişigüzel koymadıklarını göz önüne bulundurmalıyız. Hiç kuşkusuz bunun son derece önemli sebepleri var.
Türkiye'de AK Parti ve Müslüman ülkelerde başka örneklerde müşahede ettiğimiz üzere başlanması gereken yerden başlanılmadığı zaman işler tersine döner, arzu edilen sonuçların hiçbiri istihsal edilmez, tam aksine ilk hareket noktasında her ne murad edilmişse tam zıttına neticelere varılır ve maalesef çoğu zaman böylesine bir trajediyle karşı karşıya kalındığı hakikati de kabul edilmez. Kişiler doğru istikamette yol kat ettiklerini zanneder ve bu zan üzere yaptıkları işlerin doğruluğunu büyük bir hararetle savunmaya başlarlar.
Bunu yapmadıkları zaman sistem diğer muhlaif bütün ideolojilere ve gruplara yaptığı gibi Müslümanları da dönüştürür, kendi kabulleri doğrultusunda değiştirir ve birgün Müslümanlar bakar ki, "inandıkları gibi yaşamadıkları için yaşadıkları gibi inanmaya başlamışlar"dır. Bu son derece önemli bir konudur, bir Müslüman kişi ve cemaatin başına gelebilecek en büyük felakettir; zira kişinin haksızlık, adaletsizlik ve yüksek ahlaki ideallere ve elbette bütün bunların yegane teminatı olan İslami hükümlere karşı kayıtsızlık kazanında bir kurbağa gibi haşlanması, farkında olmaksızın, yani gaflet içinde ateşe sürüklenmesi anlamına gelir. Bu önemli konunun üzerinde uzun uzadıya durmamız gerekir.
Müslümanların meşru hak ve taleplerinin siyaset yoluyla dile getirilmesi ve güç ele geçirildiğinde bunların yerine getirilmesi Batılılar tarafından “Siyasal İslam” olarak tanımlandı. Bu yanlış bir tanımlamaydı; çünkü İslam kendi içinde bölünme kabul etmez. Ancak öyle de olsa, bütün sorunları ve İslam’ın tebliğ dilini siyasete indirgeyen hareketlere verilmiş bu isimlendirme belli bir fenomeni dile getirmektedir ve belki de tam bu çerçevede Batılıların yaptığı tanımlamayı sorgusuz sualsiz kabul eden Müslümanlar, kendilerinin sahiden “Siyasal İslamcılık” yaptıklarını zannetmişlerdir. Zaten dışarıdan yapılan her tanımlamanın amacı bu değil mi?
Bu konu, Müslümanların verili sistem ve cezp edici iktidar yapısını sorgulamadan işe girişmelerinin daha başlangıç aşamasında, yani isimlendirme ve tanımlama noktasında onları büyük bir handikapa düşürdüklerinin acı bir örneğidir. Eğer siz kendinize size yakışan bir isim verme gücünü ve özgürlüğünü gösteremezseniz, başkaları size bir isim koyar, tanımlar ve siz de kendinizi onun tanımsal çerçevesinden algılamaya başlarsınız. Bu ise, ebediyen iktidar yapısını sorgulamanıza mani olan önemli bir faktördür.
Bu çerçevede “Siyasal İslam” tanımlamasının amacı, Müslümanların verili siyaseti sorgulamadan kabul edip kullanmaları; siyaset yoluyla başkalarının elde ettiği haksız avantaj ve ayrıcalıklara kendilerinin de elde etme yarışına girişmeleri ve elbette adil olmayan bir bölüşüm sistemi içinde toplumun asıl büyük bir bölümünün yoksun ve yoksul kalmasına göz yummalarıdır.