Sünni muhalifleri ezip Suriye'de Beşşar Esad rejimine destek verdiği 3 yılın sonunda Irak Başbakanı Nuri el-Maliki'nin tavukları/askerleri tünemek için eve döndü. IŞİD savaşçıları Felluce, Ramadi, Musul ve Tikrit gibi Sünni şehirleri kontrolü altına aldı. Web sitelerindeki açıklamalara inanacak olursak, IŞİD Bağdat'a kadar ilerlemek istiyor. Biraz fazla olabilir bu. Ama Irak'ın sünni nüfuslu bölgelerini kontrol altına aldıkları ortada. IŞİD, yerel nüfusun desteğini kazanabildi. Maliki ise krizin üstesinden gelmek amacıyla olağanüstü hal kanunları çıkarmak üzere meclisi bile toparlayamıyor.

Mart ayı başlarında yazdığım “Irak'tan Mektuplar” başlıklı yazımda el Maliki'nin Anbar'da Sünni rakiplerin peşine düşmek için IŞİD'i bir tehdit olarak bahane kıldığına ve Maliki'ye Amerikan desteğinin mezhepçi politikalarını kışkırtmaktan başka işe yaramayacağına dair uyarıda bulunmuştum. Maliki'nin yanlış yolda ilerleyen politikaları sırf terörle savaş vakası değildir. IŞİD'in Irak şehirlerindeki saldırıları, Suriye'deki isyanın ve Bağdat'a karşı Irak'taki Sünni ayaklanmanın parçasıdır; Suudi Arabistan, Körfez İşbirliği Konseyi ülkelerinin Maliki'ye öfkelerinin de parçasıdır. Maliki'nin yanlış adımlarının uzun erimli sonuçları da olacaktır özellikle de şayet Kürtler savaşa çekilirlerse. Bunun İran ve Suudi Arabistan arasında vekalet savaşına dönme ihtimali de vardır.

IŞİD büyük bir esneklik göstermiştir. Irak'ta birkaç yıl öncesine kadar perişan bir haldeyken Suriye'de hafife alınmaması gereken bir kuvvet olmuş ve Irak'a güçlü bir şekilde geri dönmüştür. Şu anki saldırılarda konuşlandırdıkları birkaç yüz savaşçı yalnız değil ve eğer yalnız olsalardı, üstün durumdaki Irak güvenlik kuvvetlerini yerinden çıkartamazlardı. Sünni aşiret savaşçıları, Saddam'ın eski subayları, mahalli nüfusun ve Maliki'nin silahlı kuvvetlerindeki kişilerin kayıtsızlığı IŞİD'in başarısına katkı sunmuştur. Irak işgalinin ilk yıllarında, Sünni aşiretler “yeni Irak'ta” para, silah ve siyasi haklar karşılığında aşırı gruplara karşı yardım teklif etmişlerdi. Sünni aşiretlerle ilişki kurmakta başlarda böylesi eksiklikler olduysa da General David Petraeus, 2003-2004 arasında Hava İndirme Tümeni komutanı iken Sünni camiaya doğru yol açmış, “kafaları ve gönülleri kazanma” kampanyasıyla eşanlı olarak isyan bastırma taktiklerini uygulamıştı. 2008'de CENTCOM komutanı olduğunda ise terör tehdidini sadece terörle mücadele timleriyle değil siyasi-ekonomik tedbirlerle de göğüslemeyi, yerel nüfusu kazanmayı, aşırılık yanlısı güçlerin barınamayacağı istikrarlı bir temel kurmayı savundu. Amerika'nın Irak'taki misyonunu genel olarak değerlendirmeyi bir kenara bırakırsak, Maliki, Petraeus felsefesinin özünü almış olsaydı muhakkak ki istifade etmiş olurdu. Özellikle de Sünni çoğunluğun yaşadığı bölgeler için geçerli bu.

Musul'daki saldırının ardından ABD Dışişleri Bakanlığı bir sözcüsü aracılığıyla şiddeti kınadı: ABD, IŞİD unsurlarının şehrin büyük bir bölümünü ele geçirdikleri Musul'da son 48 saat içerisinde cereyan eden olaylardan derin bir kaygı duymaktadır. Durum ciddiyetini korumaktadır... ABD, çabaların başarılı olması için Stratejik Çerçeve Anlaşması gereğince Irak hükümetine uygun tüm yardımı yapacaktır.” Amerikan askerlerinin Irak'tan çekilmiş olmasına bakınca, beyan edilen bu hedefe Irak askerleri ve Amerikan insansız hava araçlarıyla ulaşılabilir. Saldırı altındaki bu şehirlerdeki Sünni nüfus, Amerika'nın yeniden müdahil olmasını düşmanca bir eylem olarak algılayacaklardır şüphesiz.

ABD'nin 2011 Aralık ayında çekilirken Irak'ta yedi bin civarında asker bıraktığını hayal edin. IŞİD saldırısı, geriye kalan Amerikan askerlerini olumsuz bu duruma bulaştıracaktı zira oradaki varlıkları, İslamcı gruplar tarafından yeni saldırılara silahlı üye toplamak için kullanılacaktı. Obama yönetiminden birileri – muhtemelen Savunma Bakanlığı'ndan birileri – şöyle söylüyordur: Tanrıya şükür, İkili Güvenlik Anlaşması ya Irak meclisinde onaylansaydı!” İkili Güvenlik Anlaşması, Amerikan askerlerinin Irak şehirlerindeki saldırıları geri püskürtmek için Irak kuvvetlerine yardım etmesini gerektirecekti. Mevcut durumda, Musul'da savunmaya yardım için gidecek küçük bir Amerikan birliğini tahkim etmek de gerekecekti ki Obama'nın bitirmeye çalıştığı bir müdahale cinsidir bu. (Amerikan yönetiminin Afganistan için de akılda tutması gereken bir şeydir bu. İkili Güvenlik Anlaşması bu durumda Amerika'nın 2014 sonrasında 10.000 askeri Afganistan'da bırakmasına imkân tanımaktadır)

Bugünkü şiddetin temelinde, Saddam'ın Baas Partisi'nin tüm izlerini silme çabası da vardır. Amerikan dostu Ahmet Çelebi bu politikayı güçlü bir biçimde savunmuştu. Bush yönetimi, Donald Rumsfeld'in yönettiği Savunma Bakanlığı ne yazık ki bu politikayı benimsedi ve Şii liderliğin Sünni vatandaşlara karşı Irak tarzı McCarticilik uygulamasına izin verdi. Bağdat'ta ABD Savunma Bakanlığından genç neoconlar ile ABD Dışişleri Bakanlığı uzmanının tartışmasını hatırlıyorum. Savunma Bakanlığı'ndaki, diğerini bu politikaları uygulama noktasında direnç göstermekle suçluyordu. Alan uzmanına göre ise Baas'ın tüm izini silmek, tüm Sünnileri gereksiz yere düşmana çevirmekteydi çünkü Saddam dönemindeki görevleri ne kadar alt düzeyde olursa olsun her biri zanlı haline geliyordu. Çelebi ve dostları, öğretmenlerin ve gazetecilerin bile peşine düştü; onları işlerinden etti ve bazen de hapse attı. Bu politika bugüne değin sürdü ve siyasi atmosferi zehirledi, ulusal uzlaşmaya zarar verdi.

Bir şey çok açık: Amerika'nın Irak'taki amaçlarına ulaşılmadı ve askerlerin çekilmesi öncesinde elde edilenler de aydınlığa kavuşmadı. 2003'teki afilli ulus inşası projesinden geriye kalan bir anayasa ve işleyen bir parlamenter sistem yerinde duruyor. Ulusal uzlaşma ise geride kaldı ve şu an çökmek üzere olabilir. Ekonomik toparlanma, merkezi hükümetin petrol ihraç politikaları üzerindeki ihtilafa ve tüm bir bürokrasinin yolsuzluğuna saplanıp kalmış durumda. Güvenlik ise eğitim ve teçhizata yatırılan milyonlarca dolara rağmen yok. Tek istisna Kürt bölgesidir. Merkezi yönetim kuvvetleri yerel güçler lehine buradan uzakta tutuldu. Musul ve civarındaki son saldırı öncesinde, Irak'taki mezhep kökenli huzursuzlukta yaşanan sivil kayıplar 2006-2007'deki iç savaş kayıplarını bile aştı. İktisadi, askeri ve siyasi bakımdan Irak ulusu, bitmemiş yarı mamüldür.

Buradan nereye varacağız? Çeşitli yönlerde tehlikeler beliriyor ve Amerika sıkı adımlar atmalıdır. Birincisi, Musul'daki merkezi hükümet kuvvetleri, yalnızca IŞİD ile değil yerel aşiret kuvvetleriyle de boy ölçüşecektir. Sivin kayıpların yüksek olması muhakkaktır. İkincisi, Kürt askerleri Kerkük gibi sınır bölgelerinde merkezi yönetim kuvvetleriyle karşı karşıya gelmekten sakındı fakat Kürtler mezhep kavgasından da uzak durmak istiyorlar ki bu kavga, Kürt-Arap kavgasına dönerse çok çirkin bir hal alır. ABD, pandoranın kutusunu açıp Kürtleri öne çıkarmadan önce çok dikkatli olmalıdır. Üçüncüsü, Maliki'nin Anbar'daki politikalarının arkasında olan İran, Musul'da yardım etmek için elini çabuk tuttu. Washington, bölgedeki ABD müttefiki Suudi Arabistan ile ezeli rakibi İran arasında çabucak vekalet savaşına dönecek bir mücadelede taraf tutmuş görünmeyi gerçekten ister mi?

ABD'nin Maliki'ye sunacağı en iyi şey, oyunun bu geç sahfasında bile stratejik tavsiyedir: Irak'ın birliği fikrinden büsbütün vazgeçmelerini beklemeden Sünnilerle ve Kürtlerle arasını düzeltmesi. Maliki, Sünnilerin ve Kürtlerin kafalarını ve gönüllerini kazanarak her iki yöne de çarpıcı jestler yapabilir yahut görevden çekilip örneğin İyad Allavi'nin bunu yapmasını sağlayabilir. Mevcut durumda ateşe ateşle yanıt veren Maliki, ülkesini tıpkı Beşşar Esad gibi yıkıcı bir yola sokmaktadır. Maliki'nin istediği bu ise Washington ona bu kez yalnız olduğunu belli etmelidir.

Kaynak: The Cairo Review of Global Affairs
Dünya Bülteni için çeviren: Turgut Fidan