Bütün bir dini ve milli literatürümüz sevginin öneminden söz ettiği halde insanlarımız sevmekte neden bu kadar zorlanıyor? Anneler çocuklarını, çocuklar ana babalarını, kardeşleri, yakınları, komşuları, dostları, dünyayı ve içindekileri, canlı cansız yaratıkları, bütün bunları yaratanı, yaratandan mesaj getireni, o mesajı günümüze taşıyan mübarek insanları sevmek kaynaklarımızda hep tavsiye ediliyor.

Edebiyat geleneğimiz, şiirler, şarkılar, can ile cananı, aşık ile maşuku, Leyla ile Mecnunu, sevgilinin vasıflarını anlatıp duruyor. Sanatçılar en güzel eserlerini sevgiliyi düşünerek yazıyor. Buna aşk deniyor veya ilahi aşk deniyor. Tasavvuf ehlinin iyi bildiği bir beyit vardır;

Muhammedden oldu muhabbet hasıl

Muhammedsiz muhabbetten ne hasıl

Bir başka beyit şöyle diyor;

Aşk imiş her ne var alemde

Gerisi kıyl u kal imiş ancak

Hadisi şeriflerde şöyle buyuruluyor; “Kişi sevdiğiyle beraberdir”, “aranızda muhabbeti artırmak için, selamı yayınız”, “gülümsemek sadakadır”. İnsanın Hak katında derecesi yükseldikçe mahlukata karşı merhameti artarmış. Merhamet sevgiden doğuyor. Peygamber efendimiz torunlarını kucaklar öperken bir sahabinin ona, “ben çocuklarımı hiç kucaklamadım” demesi üzerine şöyle buyurulmuş; “Merhamet etmeyen merhamet göremez”.

Kıssalar, mevlidler, mısralar sevgiyi söyleyerek tarihin derinliklerinden günümüze kadar geliyor. Sezai Karakoç’un “Ey sevgili” şiirinde destanlaşıyor. Romanlar, filmler, diziler şu veya bu şekilde sevgi maceralarından geçilmiyor.

Bütün bunlara rağmen neden sevemiyoruz? İnsanımızın temel özelliği neden birbirine karşı kayıtsız olmaktır? Günümüz dünyasını tek kelime ile ifade etmek gerekseydi herhalde o kelime “sevgisizlik” olurdu. Yolda karşılaştığınız bir insana selam verseniz sizin yabancı olduğunuzu düşünecektir. İnsanlar caddelerde klonlanmış yaratıklar gibi soluk, soğuk bir benizle yürüyorlar. Birbirlerini görmezden geliyorlar.

Arkadaşlar, akrabalar, meslektaşlar, kardeşler hep bir rekabet içinde. Gönüllerini birbirine açamıyorlar. Fedakarlık duyguları yerlerde sürünüyor. Anneler çocuklarına bile gereken özeni ve zamanı ayıramıyor. Kariyer yapacak, daha çok para kazanacak. Daha mutlu, huzurlu olmak için mi? “Yaşam kalitesini” yükseltmek için mi? Yazık ki pek çoğu hüsrana uğruyor. Renksiz, tatsız, huzursuz bir dünyada mutluluk arıyor. İnsanlar birbirinden uzaklaşmak, dışlamak, aşağılamak için sebepler bulmakta zorlanmıyor. Kazanmak ve yükselmek isterken birbirinin hayatını zorlaştırıyor.

Sevgisiz insan, çevresiyle sürekli mücadele halindedir. Sürekli kendini savunur. İçi iyice daralmış, boşalmıştır. Orada bir başkasına yer yoktur. Çevresinde hep hatalar, eksikler, kötülükler vardır. Güvensiz ve tedirgindir. Kolayca tatmin olmaz. Patlamaya hazırdır. Bu, insanın normal hali değildir. Çünkü insan sevmek için yaratılmıştır. Sevgisizlik bir hastalıktır.

Sevgi olunca yaşam kolaylaşır. Paylaşılınca sevgiler çoğalır, üzüntüler azalır. Sevgi, gönle dolan, onu coşturan, yaşama sevinci veren, duyguların üzerindeki pası temizleyerek ruhu aydınlatan, insanın içindeki güzellikleri ortaya çıkaran bir şeydir.

Sevmesini bilen insan ruhen huzur bulur. İnsanlardan beklentisi azalır. Aradığını bulmuş gibi bir hali vardır. Onu kolayca memnun edebilirisiniz. Teşekkürü, minnettarlığı dilinin ucunda beklemektedir. Fedakarlık duyguları en üst düzeydedir. Bir iddia halinde vazgeçen taraf olmaya hazırdır. Ruhu ait olduğu iklimi bulmuştur.

Kişi sevdiğine karşı çıkamaz. Ona bitimsiz bir toleransı vardır. Seven bir insanın gözünde dünyanın diğer konuları önemini kaybeder. İçinde farklı bir değerler sistemi oluşur. Mal, makam gibi şeylerin parlak ışıkları söner. Dünyaya daha olumlu bakar. Yanlışları değil doğruları, çirkinlikleri değil güzellikleri görmeye başlar.

Dünyamızı yaşanabilir kılmanın, herkes için işleri kolaylaştırmanın yolu sevgiden geçiyor.