Türkiye'de Kürt/çü hareketlerin hangi aşamaya geldiğinin en basit göstergesi bir dönemin muktedir komutanlarının itiraf mahiyetindeki sözleridir. Tarzları gereği eleştiriden hoşlanmayan, hele yanılmış olmayı hiç hazzedemeyen tepedeki isimlerin yanılmışız türünden sözleri sarf edebilmeleri için çok büyük kırılmaların yaşanmış olması gerekir. İhtilal yapmış, adeta her kelimesinin kanun sayıldığı, otoriter görüntüsünü tamamlayan üniformasının içinde daha bir ulaşılmaz imajını besleyen bir komutanın "yanılmışız" diyebilmesi hele hele, nutuk çekmekten ya da emretmekten başka bir iletişim biçimi geliştiremediği halkla basın kanalıyla paylaşma ihtiyacı hissetmesi… Resmi Kürt politikaları açısından denizin bittiği yer değil de nedir?
Burada benim asıl altını çizmek istediğim, zaten bitmeye mahkum görünen resmi Türk/çü söylemiyle kamufle edilen Kürt politikası/zlığı değil elbette. Modern ulus devlet projesi uğruna bu coğrafyanın insanına biçilen elbisenin dar geldiği artık gizlenemez hale gelmiştir. Bu politikaları hiç tartışmasız dogmatik bir tarzda kabul ettirmeye çalışan resmi politikalar adeta duvara gelip toslamıştır. Askeri olarak PKK'nın kazanma şansı hiçbir zaman olmadı. Zaten bu örgüt ne bağımsız bir kimlik ne de bağımsız bir oluşumu temsil eder. Bu bakımdan PKK'nın temsil ettiği çizgi Kürtler açısından en az resmi söylem kadar yabancılaştırıcı bir söylem olsa da özellikle bu çizginin Kürtler adına muhatap ve temsilciliğinde ısrar edilmesi gibi garip bir durum da söz konusudur. Kürtleri Türk parantezine almak ne kadar başarısız kalmışsa Kürtleri de PKK çizgisinde bir fraksiyon parantezine almak da geleceği olmayan bir projedir.
Resmi ve Kürt/çü kanatlarda gündeme getirilen Kürt realitesine karşı bu toprakların ortak medeniyet birikimin paylaşan, kardeşlik söylemi ve tarihsel birikime yaslanan kuşatıcı bir dil de yeniden üretilebilmiş değil. Türk veya Kürt olsun halk düzeyinde fiili olarak bu birikimin tezahürleri günlük hayata yansımaya, ilişkileri belirlemeye devam ediyor. Ancak siyasal ve kültürel anlamda bu ortak medeniyet ve tarihsel birikimin yeni bir dile dönüştürülüp bir tarz-ı siyasete kavuşması için de kayda değer bir çaba görünmüyor.
Başta, Türkçü olmasa bile muhafazakar ve hatta İslamcı kesimlerde sıkça dillendirilen "kardeşlik" vurgusu ise naif kalmakta, bunu politik açılımlarını taşıyacak olgunluktan mahrum olduğunu belirtmek gerekir.
Bir zamanlar kardeştik, elbette Müslümanlık nedeniyle yine kardeşiz, söyleminden ileriye geçemeyen bir duygusal yaklaşım en fazla Osmanlı romantizmine kadar ulaşabiliyor. Elbette tarihi birikim toplumların geleceğini belirleyecek, ona şekil verecek simyanın formülünü saklar.
Ancak bu ortak tarihsel deneyim nostaljiden ileriye geçmiyor, tarihi tecrübenin, ortak hafızanın gündelik hayatta nasıl karşılık bulacağına ilişkin bir çözüm/leme, bir politik dil üretmiyorsa hayattan kopmuş demektir. Hayattan kopan, gerçeklik algısını yitiren fikirlerin toplumlara bir sinerji vermekten çok toplumların gerçeklikle yüz yüze gelmesini perdeleyen romantizme dönüşme tehlikesi vardır.
Bunca ortak değer ve medeniyet birikimine sahip çıkılmasına rağmen Türkiye'de yaşanmakta olanlara dair aynı duyarlılıkları paylaşan Kürtler ve Türkler ne üretmektedir? Bunca birikimin üzerine oturmuş insanlar Kürt milliyetçiliğinin ayartıcı söylemine karşı ne geliştirebildiler. Bugün gelinen noktada İslami duyarlılığı olan Kürt entelijansiyası; "Allahın tüm kavimlere verdiği nimeti (ulus-devlet) neden bize çok görüyorsunuz" söylenme dayanmıştır. Buna karşılık her türlü kimlik taleplerini yok sayarak içi boşaltılmış ve neyin etrafında olduğu müphem bir "kardeşlik" söyleminden ileri geçemeyen birlik söylemleri de politik bir dile karşılık gelmekten uzak kalıyor şimdilik.
Kürtçü söylemleri dillendiren partilerin Kürt halkı üzerindeki çözücü, değerlerine yabancılaştırıcı, İslam karşıtı söylemlerine karşı çıkarken, İslam medeniyetinin bin yıllık ortak birikimine dayanarak alternatif bir siyaset dili ve tarzı geliştirmedikçe statükonun payandası durumuna düşmek kaçınılmaz hale geliyor.
Bugün itibariyle Kürtler ve aslında Türklare de yönelik resmi politikaların biçtiği kimliği eleştirmeden alternatif bir perspektif sunmanın imkansızlığı ortada duruyor. Modern ulus devlet paradigmasının bizdeki versiyonu, Cemil Meriç'in müthiş benzetmesiyle "üzerimize deli gömlekleri" giydirdi. Bu gömleği çıkarmadan kendi kimliklerimizi bulmanın imkanı yok.
Tüm bunlara karşı İslami duyarlılığı hatta bilinci öne çıkan okur-yazarlarımız neyle meşgul? Büyük kısmı kısmen resmi söyleme teslim olmak anlamında AKP'ye emanet etmiş görünüyor meseleyi. En muhalif zihinler bile muhalif seslerini, gelecek projelerini AKP'nin politik söylemine (siyasi dilden farklı oluşa dikkat) havale etmenin konformizmini yaşıyor. Sorumlulukları belli olmayan naifleştirilmiş, aslında müthiş bir politik ve sosyal duruş olan, kardeşlik söyleminden ileriye bir şey söyleyebilmiş değiller
Eğer bu halk hâlâ birbiriyle itişip- kakışmıyorsa bu kardeşlik dinamizmini içselleştirmelerindendir. Bunun politik dill oluşturulmadan yapılan kardeşlik çağrıları çok cılız ve statükodan yana olmayı hatırlatmaya yarıyor. İktidar olduklarını sananların, fikri kifayetsizliklerini keşfetmeye başlamaları istismar edilen Kürt ve Türk söylemi için çözümün başlangıcı sayılabilir.
Kaynak: Yeni Şafak