İslami kesimlerin Kürt sorununa ulus-devlet paradigması dışında bakması bir imkan. Çünkü Kürt sorunu, Anadolu'da homojen bir ulus-devlet inşa etme girişiminin 'öteki' yüzü.

Etnik yapısı ve diliyle 'farklı' olan Kürtlerin Türk milliyetçiliğinden ilham alan bu 'ulus-devlet' içine nasıl entegre edileceği sorusu meselenin tarihsel özünü oluşturuyor. Genel tespit: Demokratik, katılımcı, kapsayıcı olmayan 'Türk ulus-devleti' etnik ve dini bütün kimliklerle kavgalı doğdu bu dünyaya. Devletin resmi ideolojisi dışındaki bütün 'toplumsal kimlikler' tehlikeliydi. 'Resmi doğrular'a karşı alternatif hakikatler önerebilirler, resmi ideolojinin 'öncü kadroları'nın iktidar 'hakkı'nı sorgulayabilirlerdi.

'Vatandaşlık' adına tüm farklılıkların yok sayıldığı, olmadı eritildiği bir formül bulundu: Herkes Türk'tür. Devlete vatandaşlıkla 'bağlı' olan herkes Türk'tü. Ama vatandaşlık, anayasal bir hak olmak yerine Kemalist ideolojiye sadakatle devşirilebilen bir 'imkan' ve 'imtiyaz'dı. Bu ulus devletin 'Türkler'e verdiği vatandaşlık da tek tip dil, yaşam biçimi ve hatta din gerektiriyordu; farklılık talebine yer yoktu, Kürt de... Sonra, anayasal vatandaşlık fikri keşfedildi 1990'larda; daha çağdaş bir hukuk ve siyaset anlayışına geçişe imkan vereceği umuldu. Tamam memlekette Kürt olabilirdi, ama 'Kürt vatandaş' olamazdı. Kimliğini 'kamusal alan'a taşımadığı sürece herkes vatandaştı...

AK Parti'nin iktidarına ve bölgedeki popülerliğine bakıp Kürt sorununu din/İslam üzerinden çözebileceğimizi düşünenler var şimdilerde de. Aslında 'ulus'u veri almayan ve ulus-devletin homojenleştirici öncüllerini paylaşmayan İslami bir perspektif yeni açılımlar sunma potansiyeline sahip teorik olarak. Ama İslami kesimlerin 'ulus-devlet paradigması'ndan ne kadar uzak, farklı ve bağımsız olabildikleri ayrı. Türk milliyetçiliği ve ulus devlet modelinin 'İslami kesimlere de çok derin bir şekilde nüfuz ettiği kanısındayım. Bu belki başka bir fasıl. Ama aşağıda ifade edeceğim, Kürt sorununun 'etnik kimlik dışı bir modelde' çözümüne yeşil ışık yakılmasıyla da alakalı olabilir.

Kuşkusuz din ortak bir değerdir paylaştığımız. Birlikte yaşama iradesini yeniden keşfetmekte, yaratmakta ortak değerler tabii ki anlamlıdır, işlevseldir. Ancak bu bir şartın yerine getirilmesiyle mümkündür: Kürt kimliğinin kabulü. Eğer hâlâ 'ben Kürt'üm' diyen insanlara, 'hayır sen Müslüman'sın' diye yaklaşılırsa sonuç değişmez, Türk milliyetçilerinin hüsranına İslami kesimler de uğrar: çünkü, millet veya din adına homojenleştirici tutum alışlar entegrasyona hizmet etmek yerine Kürtleri daha da ayrıştırır.

Farklılıklarımızı kabul etmeden ortak noktalarda buluşmamız, müştereklerimizi keşfetmemiz imkansız.

Devlet, Kürt sorununu İslam üzerinden çözmeye razı gelmiş olabilir; Batı'da İslam 'tehlikeli'yken Doğu'da can simidi olarak görülebilir. Bu çelişkiye aldırmadan 'muhafazakar demokrat' bir AK Parti sorunu çözebilir, ama 'İslam kartı'yla değil, Kürt kimliğini tanıyarak. Bu ülkede bir Kürt varlığının, tarihinin, dilinin olduğunu kabul ederek; Kürt kültürünü araştırma merkezleri kurarak, TRT Kürtçe gibi özel Kürtçe TV yayınlarına izin vererek. 'Kürt kimliğini tanımadan Kürt sorununu nasıl çözebilirsek çözelim' diyenler boşa kürek çekiyorlar.

Homojenleştirici bir 'İslam siyaseti' ile homojenleştirici 'millet siyaseti' arasında bir fark yok. İkisi de 'Kürt kimliği gerçeği'ni veri almıyor. Post-modern kimlik taleplerine modern veya geleneksel paradigmalar içinde kalarak cevap üretmek imkansız.

'Tek İslam milleti', İslam kardeşliği söylemiyle çözemeyiz Kürt sorununu. Etnik farklılıklar ile İslam müştereğini barındıran Afganistan ilginç bir örnektir; Paştunlar, Tacikler, Özbekler, Hazaralar... Çeşitli dönemlerde farklı etnik gruplar ortak bir İslam milleti içinde eritilmeye çalışıldı. Bunun en sert uygulamasını da Taliban yürüttü. Sonuç ise ilkel totaliteryen bir rejim oldu.

 
Kaynak: Zaman