Türkiye siyasi hayatında son günlerin en çarpıcı gelişmesi, kuşku yok ki, 16 Kasım'dan bu yana CHP'de yaşananlar.
O gün Genel Başkan Deniz Baykal, İstanbul'un yeni ilçesi Sultangazi'de kürsüye çıktı, kimsenin "inancından, mezhebinden, etnik kökeninden" dolayı dışlanamayacağını söyledi ve partiye kaydolan çok sayıda türbanlı ve çarşaflı kadının göğüslerine CHP rozeti taktı. Baykal'ın konuşması ve davranışı, başta CHP'liler birçoklarına çok şaşırtıcı geldi. Zira Baykal Türk usulü laikliğin temel uygulamalarından biri olan başörtüsü yasağını hararetle savunuyordu. Eşi başı örtülü olduğu için Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı seçilmesine karşı cansiperane mücadele vermiş, TBMM'yi ve Anayasa Mahkemesi'ni askerî müdahale ile tehdit etmiş, askerin 27 Nisan 2007'deki "e-muhtıra"sına destek çıkmış, üniversite öğrencilerine başörtüsü yasağının kaldırılmasına yönelik anayasa değişikliklerini iptal ettirmişti.
Baykal yeni politikasını eleştirenlere, başörtülü kadınların sıraları doldurduğu TBMM grup toplantısında seslendi: "Hassasiyetimiz değişmedi. Bu katılımlar CHP çizgisinde kırılma anlamına gelmez... O çarşaflılar diğerlerinden farklı. Onlar kızlarını çarşafa sokmak istemiyor. Onlar masumane örtülü..." Baykal bununla da yetinmedi ve şöyle konuştu: "Kıyafet balosu vermiyoruz... Bu tartışmadan baskıcı ve karşısındakini dışlayan, hatta faşizme kayan bir laiklik anlayışı yerine, gerçek laik, demokratik bir anlayışın ortaya çıkmasını umut ediyorum..." Yeni politikanın mimarı olarak gösterilen CHP İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin, daha da ileri gidileceğinin sinyalini verdi: "Pek çok cemaat üyesi kendilerine sığınacak bir liman arıyor. Bu liman CHP neden olmasın?"
Evet, Baykal'ın konuşmaları ve davranışları kimilerine göre çok şaşırtıcıydı. Öyle ki kimi partililer CHP'nin laikliğe sırt çevirdiğini, AKP taklitçiliğine soyunduğunu söylemeye başladılar. Ama başkaları için Baykal'ın yeni girişimi hiç de şaşırtıcı değildi. Bu konuda en veciz hatırlatmayı "CHP'de her seçim öncesi yeni bir paket açılıyor" başlıklı haberi ile Habib Güler yaptı: CHP 1999 genel seçimleri öncesinde SHP'nin 1989 tarihli Kürt raporunu yenilemiş, 2002 genel seçimleri öncesinde CHP'nin solculuğunun Anadolu'nun değerleri çerçevesinde şekilleneceğini açıklamış ("Anadolu Solu"), 2007 genel seçimleri öncesinde başörtüsü dağıtmış, parti afişlerinde başörtülü kadınlara yer vermişti. (Zaman, 25 Kasım)
2004'ten bu yana tek parti dönemi CHP'sinin politikalarını izleme eğilimini gösteren Baykal ve kliğinin tutumunda dürüstlük ve tutarlılık aramanın beyhude olduğu muhakkak. 2004 yerel seçimleri öncesinde Baykal şöyle demişti: "CHP bir piyasa partisi değildir... Biz doğru bildiklerimizi söyleriz. Eğer halkımız bize oy verirse, ne ala; vermezse ona da saygı duyarız." (2 Mart 2004) Baykal'ın bu konuda dahi fikir değiştirdiği, artık kendini seçmene beğendirmeye çalışan bir "piyasa partisi" olmaya soyunduğu anlaşılıyor.
AKP ve MHP'de "Alevi açılımları"nın da işaret ettiği üzere, seçimlere gidilirken siyasi partilerin toplumun taleplerine cevap verebilme yarışına girmeleri, kuşku yok ki, Türkiye'de demokrasinin (az veya çok) işlediğinin bir göstergesi. Demokrasi açısından endişe verici olan ise, temsil ettikleri fikir ve çözümlerde dürüst ve tutarlı olmayan politikacılara güvenin ciddi olarak sarsılmış olması.
Yine de Baykal'ın "çarşaf açılımı"nın başörtüsü sorununun halli yoluna girildiği umudunu uyandırdığına kuşku yok. Bunun içindir ki Başbakan Tayyip Erdoğan bu açılıma tam destek verdi ve karşılaşacağı muhalefete karşı Baykal'a şu tavsiyede bulundu: "Sayın genel başkan dik durmalı, boyun eğmemeli... Bu duruş böyle devam ederse, inanın ülkenin birçok sorunu da çok daha çabuk çözülür..." Ve ekledi: "Siyasetin temeli, tutarlı olmaktır. Bunu çok açık ve net söylemek zorundayım. Dürüst olmaktır, uzun soluklu olarak aynı çizgide yürüyebilmektir."
Sayın Başbakan'ın bu tavsiyeye kendisinin de uymasının beklendiğini eklemeye bilmem gerek var mı?
Kaynak: Zaman