Dün Başbakan Tayyip Erdoğan başkanlığında yapılan kapsamlı terörle mücadele toplantısı, 11 Eylül saldırılarının 7'inci yıl dönümüne denk geldi. Toplantı ardından yapılan kısa açıklama, asıl konulardan birisinin PKK'ya katılımların nasıl engellenebileceği olduğunu gösterdi.
Toplantının başında Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un bir brifing verdiği
anlaşılıyor. Bu durum gelişmelerle uyumlu. Başbuğ, geçtiğimiz hafta kuvvet komutanlarıyla birlikte gittiği Diyarbakır'da temas ve gözlemlerini ilk önce hükümete ileteceğini açıklamıştı.
Orgeneral Başbuğ'un bir süredir; 1- Teröristle mücadele ile terörizmle mücadelenin ayrı şeyler olduğu, 2- Güvenlik güçlerinin teröristle mücadele ettiği oysa terörle mücadelenin ekonomik, sosyal, hukuki ve psikolojik boyutları olduğu, 3- PKK'ya katılımların
engellenmesi için topyekün mücadele gerektiği hususlarını yüksek sesle dile getirdiği biliniyor. Askerin kullanmayı tercih ettiği lisanda 'teröristle mücadele' yerine 'PKK ile mücadele', 'terörle mücadele' yerine de 'Kürt ayrılıkçılığı ile mücadele' deyimlerini
yerleştirirseniz, Türkiye özelinde sorunu daha çıplak gözle görmek mümkün olur.
Türkiye özelinde dememin nedeni, bu sorunun yalnız Türkiye'ye özgü olmaması. Önceki gün ABD Genelkurmay Başkanı Oramiral Michael Mullen, Kongre'de yaptığı açıklamalarda Afganistan ve Pakistan'da izlenen mücadele yönteminin Taliban ve El Kaide'ye katılımları azaltmadığını, tersine artırdığını söylemişti.
PKK ile mücadeledeki sorun ile Taliban veya El Kaide ile (ya da herhangi bir yasadışı kitlesel silahlı hareketteki) sorun aynı çünkü: Örgüte katılımı engelleyemiyorsanız, soruna yaklaşımınızı, bakışınızı ve yönteminizi yenileme zamanı gelmiş demektir. Aynı lisan içinde, terörist eylemler olarak ortaya dökülen sorunun kaynağındaki Kürt ayrılıkçılığı ya da İslamcı köktencilik meselesine yaklaşımın da gözden geçirilme, yenilenme zamanı gelmiş demektir.
Dünkü toplantıdan kapsamlı bir bakış yenilenmesi beklemek gerçekçi olmaz. Anayasa Mahkemesi kararıyla yaralanmış bir AK Parti hükümeti, yaklaşan yerel seçimler ve askerin her ne kadar bakış açısını genişletmeye çalışsa da keskin virajlar almaya müsait olmaması, kapsamlı bir siyaset yenilenmesine izin vermez. Ancak GAP çerçevesinde ve başka yatırım biçimlerinde Mart 2009 yerel seçimleri öncesinde bölgeye akıtılacak paradan, PKK'nın eleman kaynağı olan bölge halkına yaklaşıma dek pek çok konuya
değinildiği anlaşılıyor. Abdullah Öcalan ve PKK yöneticilerine af çağrışımı yapacak herhangi bir adım da şu anda görünmüyor.
Orgeneral Başbuğ'un 'mükemmel' olarak nitelediği Irak'taki PKK varlığına karşı ABD ile işbirliğinin devamı için muhtemelen hükümet bu günlerde Meclis'ten yeni bir izin istemek için tezkere gönderecektir.
Hükümete sınır ötesi operasyonlar için mevcut Meclis izni 17 Ekim 2007 tarihinde bir yıllığına verilmişti.
Hükümetin, bir yandan PKK'ya karşı askeri operasyonlara uluslararası işbirliği ile devam ederken, diğer yandan askerle birlikte Kürt ayrılıkçılığına karşı ekonomik, sosyal, hukuki ve psikolojik mücadele yöntemleri deneyeceği anlaşılıyor. Başbakan Erdoğan açısından (Diyarbakır başta) Doğu ve Gündeydoğu'da (bir yandan Anayasa mahkemesi'ndeki kapatma davasının baskısı altında bulunan) DTP'nin elindeki belediyeleri alma hedefi de bu süreçte önemli rol oynayacak. Ama her durumda hem PKK ile, hem de Kürt ayrılıkçılığı ile mücadelede hayatın gerçeklerinin Ankara'yı yeni bir bakış ve yönteme zorladığı görülüyor.

Başbuğ'un 16 Eylül'deki basın toplantısı
Genelkurmay Başkanı Başbuğ'un 16 Eylül'deki basın toplantısında akreditasyon uygulamasının genişletildiğini duymak memnuniyet vericiydi. Yeni Şafak ve Star gazetelerinin temsilcileri de basın toplantısını izleyebilecek, sorularını sorabilecekler. Ama dışarıda kalan gazeteler de var; Zaman, Birgün, Taraf, Evrensel bunlar arasında.
Yine de kararı Başbuğ'un komutasında Genelkurmay'ın medyaya yeni yaklaşımının ilk adımı olarak saymak gerekiyor. En son deneme, bir gazetecinin Genelkurmay önünde çektirdiği fotoğrafı gazetesine 'Kaleyi düşürdük' imasıyla basmasıyla sonuçsuz kalmıştı.

 

Kaynak: Radikal