Birmanya cuntasının kasırgaya suç teşkil edecek bir ihmalle yanıt vermesi ve dünyanın tepkisi, 'uluslararası toplum'u tartışmaya açtı. Küresel bilinç uykuda değil, fakat insani müdahale etme sorumluluğu azalmış görünüyor

Birmanya yönetiminin geçen ayki kasırgaya suç teşkil edecek kadar muazzam bir ihmalle yanıt vermesi ve dünyanın da bu yanıta tepkisi, günümüzün çirkin gerçekliklerini yansıtıyor: Totaliter yönetimler ayakta ve güçleri gayet yerinde; komşuları onlara değişmeleri için baskı yapmaya isteksiz; milli egemenliğin kutsallığı kavramı gittikçe güçleniyor ve ABD'nin Irak istilasının feci sonuçlarının bu sonuca büyük katkısı oldu.

Bu istiladan önce Haiti ve Balkanlar gibi yerlere yapılmış pek çok gerekli müdahale, bugün imkânsız olurdu. En bariz gerçek, bu küresel iletişim ve demokratik ilerleme çağında totaliter yönetimlerin sağ kalabilmesi.

Birmanya cuntası, muhalefeti ezmek ve vatandaşları gözetlemek için bizzat Stalin benzerlerinin kullandığı araçları kullanıyor. Nergis kasırgası kurbanlarının ihtiyaçları, gözü kendi iktidarını korumaktan başka bir şey görmeyen rejime hiçbir şey ifade etmiyor.

'Milli egemenlik' güç kazandı
İkinci önemli gerçek, Birmanya'nın komşularının güçlerini birlikte değişim amacıyla kullanmaya isteksiz davranması. 10 yıl önce Birmanya Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği'ne davet edildiğinde, bölge liderleri cuntayı ekonomisini açmaya ve demokrasi yönünde ilerlemeye ittirecekleri sözü vermişti. Bazı küçük örnekler dışında hiçbir şey olmadı.
Üçüncü bir gerçekse, milli egemenliğin küresel hukukun ihlal edilemez bir ilkesi olduğu kavramının tekrar güç kazanması. Birçok diplomat ve dış politika uzmanı, Berlin Duvarı'nın yıkılışının entegre bir dünya sisteminin önünü açacağını, sömürge ve Soğuk Savaş emperyallerinin açtığı yaraların nihayet iyileşeceğini sanmışlardı.

Böyle bir dünyada, uluslararası toplumun acil durumlarda egemenliğin önüne geçme
sorumluluğunu tanıması bekleniyordu.

Böylece etnik temizlik veya soykırımlar önlenebilecek, savaş suçluları tutuklanabilecek, demokrasi yeniden oluşturulabilecek veya doğal afetlerde ulusal yönetimlerin eksik
kaldığı veya isteksiz davrandığı durumlarda gereken yardım sağlanabilecekti.
1990'larda bazı emsaller yaşandı. George H. W. Bush yönetimi Somali'de açlığı önlemek için müdahale etti, Kuzey Irak'ta Kürtlere yardım etti; Clinton yönetimi Haiti'de seçilmiş bir lideri iktidara geri getirdi; NATO Bosna'daki savaşı sona erdirdi ve Slobodan Miloşeviç'in Kosova'da yarattığı terörü bitirdi; Britanya Sierra Leone'de bir iç savaşı durdurdu; BM Doğu Timor ve başka yerlerde hayat kurtarıcı misyonlara izin verdi.
Bu eylemler bir 'dünya yönetimi'ne giden adımlar değildi. Bunlar uluslararası sistemin kalkınma, adalet ve insan haklarına saygı gibi bazı temel değerleri öne sürmek için var olduğu görüşünü yansıtmaktaydı.

Buna göre egemenlik hâlâ merkezi öneme sahip bir kavram, ancak hayat kurtarmak için müdahale etme (yaptırımlarla veya bazı uç durumlarda zor kullanarak) sorumluluğunun doğduğu durumlar da ortaya çıkabiliyor.
ABD'nin 11 Eylül sonrası Afganistan'da savaşma kararı bu görüşü zayıflatmadı, zira meşru müdafaa nedeniyle yapıldığı ortadaydı. Abartılı 'önleyici vuruş' söylemiyle Irak'ı istilasıysa, bambaşkaydı.Öylesine olumsuz bir tepkiye yol açtı ki, saygın amaçlarla yapılacak sınır ötesi müdahalelere desteği bile zayıflattı.
Bilhassa kalkınmakta olan ülkelerdeki yönetimler şu anda, ne kadar yüksek bir insan hayatı bedeli ödemeleri gerekirse gereksin, egemenlik ilkelerini korumaya kararlı artık.
Bu şekilde Birmanya'nın liderleri acımasız eylemlerinin geri tepmesinden korunuyor.
Sudan, Darfur'da çokuluslu operasyonların şartlarını dikte edecek gücü bulabiliyor.
Zimbabwe yönetimi bir başkanlık seçimini hasıraltı edebiliyor. Pakistan'daki siyasi
liderler, ülkenin kuzeybatısında Kaide ve Taliban büyüse de, ABD'ye geri çekilmesini söyleyebiliyor. Uluslararası hukuktaki 'koruma sorumluluğu' doktrinini yüceltmeyi amaçlayan son çabalara rağmen, insani müdahale kavramı o eski ivmesini kaybetti artık.

Amaç hükümetleri korumak mı?
Küresel bilinç uykuya yatmış olmasa da, son yılların çalkantılarının ardından karman
çorman olduğu kesin. Kimi yönetimler egemenlik ilkesinin tüm istisnalarına karşı, zira kendi politikalarının eleştirilmesinden korkuyorlar. Kimileriyse bu egemenliğin dokunulmazlığını, istisnaları uygulayacakların muhakemesine güvenemediklerinden savunuyor.

Asıl soru, uluslararası sistemin ne olduğunda yatıyor. Hükümetlerin yine hükümetleri korumak için oradan buradan toplayıp bir araya getirdikleri yasal parçalardan oluşan, derme çatma bir kavram mı? Yoksa dünyayı daha insani bir yer kılmayı amaçlayan
kurallardan oluşan, sağlıklı ve canlı bir çerçeve mi? Birmanya yönetiminin yanıtı
malum, ama bizim kulak vermemiz gereken Birmanya halkının sesi, hatta çığlığı.

 

Kaynak: Radikal