Türkiye de çatışmalar semboller üzerinden yapılır…

Yıllardan beri sembol özelliği kazandığı için başörtüsü sorun olmaktan çıkarılamamaktadır…

Türkiye cumhuriyetinin sembollerinden biride cumhurbaşkanlığıdır. Cumhurbaşkanlığı sadece sembolik bir özellik taşımaz; aynı zamanda kilit bürokratik atamaları da yapar ve başkomutan olma özelliğine sahiptir. Türkiye demokratik açılıma giriştiği 50li yıllardan beri cumhurbaşkanlığı seçimleri kriz nedeni olmuştur. 11. Cumhurbaşkanlığı seçimi de krize neden olduğu için erkene alınmış seçime gidilmiş ve seçimden sonra Ak Parti güçlenerek çıkarak yeniden cumhurbaşkanını seçecek siyasi çoğunluğa sahip olmuştur. Ve Abdullah Gül Türkiye cumhuriyetinin 11. Cumhurbaşkanı olmuştur…

Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olması gerilimi azaltmış mıdır? Şu ana kadar gerilimin sürdüğü meydana gelen olaylardan izlenebilmektedir. Bu yakışık alır mı? Veya soruyu şöyle sormalıyım: bu şık oluyor mu?

Cumhuriyetin sahibi olduğunu savunan kesimlerin cumhuriyet rejimi tehlikede diye korkmalarının temel nedeni İslamcı gelenekten siyasete girmiş siyasilerin bu gün hükümette ve cumhurbaşkanlığı koltuğunda bulunmaları olarak gösterilmektedir. Ancak Menderes dâhil laikliğinde şüphe duyulmayan birçok ismin irtica teraneleri altında reddedildiklerini biliyoruz. Hatta 28 Şubat post modern darbesinin uygulayıcısı işlevi üstlenen 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’inde daha önceki yıllarda gösterdiği siyasi başarısı irtica olarak tanımlanarak sürekli töhmet altında bırakılmaktaydı. Özal ve benzeri birçok siyasetçinin aynı akıbeti paylaştıkları da malumumuzdur!

O zaman bu işin altında sadece rejim korkusu yattığını düşünmek biraz zorlaşmaktadır. Burada temel aktivasyonun iktidara sahip olmayla ilintili olduğunu belirlemekte zorlanmayız. 84 yıllık cumhuriyet tarihi boyunca kurucu unsur olma şerefinden neşet eden iktidar ayrıcalığı ve bu iktidara sahip bulunmaktan kaynaklanan imkânlara alışkanlık kesbetmenin getirdiği doğal süreçtir bu muhalefet biçimi… Devlet eliyle oluşturulan burjuva sınıfı ve yine devlet eliyle oluşturulan devlet erki olarak kabul edilen bürokratik güç, bu alışkanlığı nedeniyle sahip olduğu bu iktidarı bırakmayı bir tarafa bırakın; paylaşmayı bile akıllarının ucundan geçirmezler… Bütün insanları da kendileri gibi bildikleri içindir ki başkalarının buralara uzanmasını ve kendi deyimiyle ele geçirmelerini kabul etmelerini beklemek abesle iştigal olacaktır.

Ancak ellili yıllarda başlayan demokratik açılım bütün müdahalelere rağmen ayak direterek mecrasını geliştirmeye devam etmektedir. 27 Nisan e- bildirisi üzerine oy kullanan her iki kişiden biri oyunu Ak Partiye vererek Ak Partiyi bir kez daha çok güçlü bir şekilde iktidara taşımıştır. Halkın bu tercihi karşısında Ak Parti de cumhurbaşkanlığına adaylığı halkın tercihi yönünde kullanarak Abdullah Gül’ü yeniden aday göstererek 11. Cumhurbaşkanı olmasını sağlamıştır. Demokratik süreç gariptir ki İslamcı geleneğe sahip siyasetten gelenlerce sürdürülmektedir. Belki bugün İslamcılıkları tartışma konusu olsa da İslam dünyasında ve batı da halen İslamcı olarak isimlendirilmektedirler.

Cumhuriyet seçkinlerinin temel korkuları artık bürokratik vesayetin bitişi ve kendilerini atayacak kararnamelerin kalmaması olabilir mi? Türkiye cumhuriyetine vatandaşlık bağı ile bağlı halk tercihlerini demokrasiden yana yaptıkları için her türlü hakaretleri bu vesayetçi seçkinlerden duymaktadırlar; ancak bu halk bu hakaretleri duymakta sağır davranmakta ve kendisine insanca muamele yapacak kadroları desteklemektedir. Artık Türkiye de seçimlerin ağırlığını ideoloji değil; aş, iş, çalışma ve özgürlükler belirlemektedir. Fırsat eşitliğinin sahici olması ilgilendiriyor halkı, sadece erk sahibi kişilerin değil kendilerinin de ekonomide, bürokraside, siyasette önlerinin açık olmasını diliyorlar. Bir aileden değil, bir kamptan değil, bir ideolojik birliktelikten değil bütün vatandaşların önünün açık olmas17ı ve hak ettikleri ekonomik, bürokratik ve siyasi hayatta yer bulmasını istiyorlar. Bu sosyolojiyi es geçen bütün siyasi hareketlerin sonu hüsran olacaktır. Bu sosyolojiye oynayan siyasi hareketlerden Demokrat Parti, Adalet Partisi, Anavatan Partisi ve Ak Partisi verdikleri umut karşılığında başarılı olmuşlardır.

Cumhuriyet seçkinlerinin korkuları gerçek olacaktır. Ancak bu şeriatın gelmesi şeklinde tecelli etmeyecek veya ılımlı İslam projesi olarak gelişmeyecek; belki sahip oldukları bürokratik vesayetin bitimi şeklinde tecelli edecektir… Devlete dayanmış burjuvazinin sonu şeklinde biçimlenecektir. Anadolu burjuvazisinin yükselişi şeklinde öne çıkacaktır. Anadolu çocuklarının bürokratik kadrolara gelmesi şeklinde neticelenecektir. Evet, bu korkuları gerçeğe dönecektir.

Siyasetin kendi mecrasında akmasının gereği olarak bunlar olacak ve esas korkanların da korkmaması gerektiği aşikâr olacak! Çünkü onların hayal edemeyecekleri kadar bu ülke iyi yönetilecek ve verilen sözlerin yerine geldiğini göreceklerdir. Eğer bu sözler yerine gelmezse zaten bunlar gider ve bu sözleri tutacak başka kadrolar gelecektir. Çünkü Türkiye önemli bir nüfusa sahiptir. Bu nüfusun büyük çoğunluğu da genç nüfustur. Ve belki tarihinde olmayacak kadar da eğitimli bir nüfus olduğu biliniyor. Ayrıca bilişim teknolojileri ve iletişim aygıtlarını da iyi kullanan, dünyayı tanıyan ve ilişki kurmaktan korkmayan bir kesim var! Çin gibi en uzak ülkeleri ‘ayakyoluna’ dönüştürerek ticaret yapan insanların olduğu bir ülkeyiz…

Korkunun ecele faydası yoktur!

Millet kendi dinamikleri ile bugüne kadar sorunlarını aşarak gelmişse bugünden sonrada yine kendi dinamikleri ile sorunlarını çözmeye devam edecektir. Bu dinamiklerin dışında sorun oluşturmaya ve sorunların çözümüne yönelmeyi düşünen bütün kesimlerin karşısında milleti bulacağından şüphemiz kalmamıştır. O zaman her kesimin kendi üzerine düşeni aklıselim ile yapmaya çalışması ve bu ülkenin tek sahibi gibi kendisini görmesi döneminin bittiğini bilmesi elzemdir.

Çünkü yaşanan bu tarihi dönemde uluslar arası siyasetin karıldığı bu zamanlarda, Türkiye’nin elinin boşalmaması için gereken temel şart; iç dirliğin ve birliğin tesisidir. Ülke kalkındığı ve gücünü artırdığı sürece bütün millet gibi hepimiz bize düşeni alırız ve bununla da yetinebilmeliyiz. Yoksa kendimizi beyaz ve ötekilerini de siyah olarak değerlendirmeye devam ederek siyahları bulundukları yerden atma çabalarına katkıda bulunursak, bilinmelidir ki, bu ancak uluslar arası siyasette Türkiye’nin elini zayıflatacağı gibi üçüncü sınıf bir devlet ve halk olmaya aday oluruz.

Hiç kimsenin ve hiçbir kesimin buna hakkı yoktur. Cumhuriyet bütün milletin/halkın ortak malıdır. Hiç kimse kendisini cumhuriyetin sahibi diğerlerini de tebaa olarak insanlara kabul ettiremez! Bugüne kadar elde edilenlerle yetinmeli ve bu ülkenin zenginliklerinden ellerini çekmeliler. Birer cumhuriyet vatandaşı olarak diğer vatandaşlarla eşit şartlarda mücadele etmeleri en tabii haklarıdır.

Tarihin akışı durdurulamaz ve tarihin akışı karşısında cephe alanlar anakronik kalmaya mahkûmdurlar. Hayat kendi mecrasında akarken milletin yanında yer alanlar tarihe altın harflerle yazılır, milletin karşısında cephe tutanlar ise tarih sayfalarının tozlu bölümlerinde kendilerine yer ayırmış olurlar. Tarih kimleri öne çıkarıyor, kahraman payesi veriyor ve kimleri yok sayıyor, hainler sınıfına koyuyor, bakıp ibret almak gerekir! Ama hayatı sadece kendi çıkarına münhasır kılanlar başka…

Onlara söyleyecek sözümüz yok!

Tarih önünde hepimiz beyaz sayfalara sahip oluyoruz; ancak kendi beyaz sayfalarımızı kendimiz karalıyoruz. Allah ise bütün yaptıklarımıza bizi şahit kılarak hesaba çekecektir. Hesap şuuru olan kişilerin ise başkalarının haklarını yok saymaları mümkün değildir.

Sorun insanın kendisine karşı dürüst davranabilme erdemine sahip olup olmaması ile ilintili/ilişkilidir…