27 Ağustos günü AA ilginç bir haber geçti. Habere göre adına “Ulusal Sivil Toplum Kuruluşları Birliği (USTKB)” ve “Yurtsever Hareket (YH)” emsilcileri, 10. Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’i ziyaret ederek kendisinden “başımıza geç” talebinde bulunmuşlardır. Bu talep karşısında duygulanan Sezer, mektubu en değerli anılarından birisi olarak saklayacağını ve çocuklarına bırakacağı en önemli miras olduğunu söylemiş. Basına kapalı gerçekleşen ziyaretin ardından USTKB'nin dönem sözcüsü Gökhan Ecevit ile YH sözcüsü Bedri Baykam, gazetecilere açıklamalarda bulunmuş. Sezer'e, 7 yıllık görevinden dolayı teşekkür etmeyi borç bildiklerini belirten Ecevit, "Bugüne kadar sergiledikleri cumhurbaşkanı modelini bundan sonra da beklediğimizi ifade ettik. Atatürk'ün evinden hüzünle ayrıldığımız için üzgünüz." demiş. Baykam da ziyarete üzülerek geldiklerini belirtmiş. Cumhurbaşkanı Sezer'in, Türkiye'nin içinden geçtiği ulusal ve uluslararası olağanüstü derecede çalkantılı, zor bir dönemde görev yaptığını ifade eden Baykam, tüm ulusa güven veren, laik, demokrat, hukukun üstünlüğünden ödün vermeyen örnek tavırlarıyla herkesin gönlünde taht kurduğunu savundu.
Cumhuriyet mitinglerini düzenleyen demokratik kitle örgütleri olarak, o dönemde söyledikleri bütün sözlerin arkasında olduklarını belirten Bedri Baykam, “Atatürkçülüğe, laik demokrasiye, barışa ve Cumhuriyet'i korumaya olan kararlılıkları”nın, her zamankinden daha güçlü olarak devrede olduğunu iddia etmiş.

Sivil Toplum Kuruluşları Birliği adına Sezer'e sunulan mektupta özetle şöyle denildi: "... Size Kurtuluş Savaşı'mızın en büyük atağının Kocatepe'den başladığı tarihî günün yıldönümünde, en arı duygularımızla 10. Cumhurbaşkanımız olarak veda ediyoruz. Engin deneyimlerinizle sade bir yurttaş olarak sizi aramızda bir önder görmek de bize onur ve güç kazandıracaktır. Bir cumhurbaşkanı ve onurlu bir devlet adamı olarak bizlere yol göstermek üzere bugüne kadar olan desteklerinizi esirgemeyeceğinizi umuyor ve bekliyoruz. Ülkemizin geçmekte olduğu bu en karışık dönemde bize yol gösterici, ışık tutucu olacağınıza olan inancımızı belirtmek isterim."

Denilecek ki, “bunda gariplik mi var?” Tabii ki var. Gariplik iki noktada toplanıyor:

Hatırlanacağı üzere, 28 Şubat 2007’de postmodern darbeye gerekçe olarak gösterilen olaylardan biri, dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın bazı kanaat önderlerine, halkın çok sevip saydığı hocalara Başbakanlık konutunda bir iftar yemeği vermesiydi. Davet edilen hocaların bir kısmı sakallı idi. Davete katılanları görüntüleyen medya dünyayı ayağa kaldırdı, “irticaın başbakanlığa çıktığı”nı yazıp bazı çevreleri sivil siyasete müdahale etmeye çağırdı. Oysa, bu insanlar kökü yıkıcı örgütlere mensup illegal insanlar değildi, her Allah’ın günü, her insanın kolayca ulaşabileceği, şurada burada halkın önüne çıkan ve halk tarafından büyük saygı ve itibar gören insanlardı. Herkes gibi vergilerini veriyor, askerliklerini yapıyor, yasalara uyuyorlardı. Kimseye zararları dokunmamıştı, aksine toplumsal hayatımızın barışını, sulh ve sükununu koruyorlardı.

1)Necdet Sezer’e çıkanlar da bu toplumda faaliyet gösteren kimselerdir. Çıkmışlar, arzularını dile getirmişler. Neden bu kesimler Cumhurbaşkanlığına çıkınca kıyamet kopmuyor da, dini hayatlarını önemseyen insanların ki suç oluyor, darbeye gerekçe gösteriliyor? Herkes eşit değil mi? Yoksa, herkes eşit de, bazıları daha mı eşit?

2)Diğer nokta, A. Necdet Sezer’e çıkanlar masum sivil kuruluş temsilcileri değildir, apaçık olarak siyasi faaliyetler içindedir. Elbette siyaset yapma hakları vardır. Ama eğer cumhurbaşkanı herkesin cumhurbaşkanı ise, bu grupları kabul ederek tarafsızlığını bozmamalı, diğer geniş kesimlere karşı bir tutum içinde ihsasında bulunmamalıydı. Anlaşılan şu ki, Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanlığına itiraz edenlerin hedefi, tam tarafsız bir cumhurbaşkanlığı makamı değil, kendi taraftarları birinin o makama oturmasıdır.