Kuzuluk'ta, Anadolu Eğitim ve Davet Gönüllüleri Platformu'nun hazırladığı  bir program kapsamında, berrak görüşlü, açık ufuklu okur-yazar insanlarla iki gün geçirdim geçen hafta. İkiye yakın gün, her anı dolu dolu geçti, aşina simaların, eski dostların arasında. Hiç görmemişsem bile, tanıyor gibiyim Nesrin'i ve o da beni hikayelerimden aktardığı cümlelerle tanımaya çalışıyor. Osmaniyeli Nesrin Karataş, İstanbul'da yayınlanan dergileri ve kitapları nasıl bu denli dikkatle takip edebiliyor… Mürüvvet Pak, Elbistan'da arkadaşlarıyla sürdürdüğü ev sohbetlerini bir dernek çatısı altında sürdürmeye niye ihtiyaç duydu… Şirin Çevik, İran seçimlerinin ardından yaşanan olayları nasıl bu denli turuncu devrim iddialarının ötesine geçecek şekilde  değerlendirmeyi başarıyor… Bu soruların cevabı çok sade: Onlar, kitap okumayı hiç bırakmamış kadınlar.

5 çocuk sahibi Rabia Aldemir kadar zamanı iyi kullanmayı  başaran pek az insan tanıdım. Gazete okumaya fırsatı olmadığı zaman, radyonun düğmesine basıyor. Rabia bir Kayseri kızı ve Gaziantep gelini. Sabah saatlerinde mutfağı toparlarken radyoyu açıyor, basın özetlerini, köşe yazılarını dinliyor. Sonra Bülbülzade Vakfı'na gidiyor. Rabia ile 2006 yılında, Doğu Konferansı'nın Suriye gezisi sırasında Gaziantep'ten geçerken tanışmıştık.

Hayriye Doğan sonra, küçük çocuklarını yanında taşıyarak sürdürüyor koşturmacasını. Zeynep Meryem'in annesi Hayriye, ev sohbetlerini derneğe dönüştürerek AKDAV (Aksa Eğitim ve Danışma Vakfı) çatısı altında sürdüren Gaziantepli hanımların en çalışkanlarından biri.

Adana'dan Fethiye Hanım, İHH'nın yetimleri himaye programı faaliyeti için çalışmalar yapıyor. "Adana'da yetim çoktur; çünkü bu şehre çok göç oluyor", diyor, Elif Ateş.

Bir okuma, dünyayı anlama, anlamlandırma çabası içinde, katılımcı kadınlar. Hemen hepsinin bir dernek, bir vakıf çalışmasıyla ilgisi var.

Üstelik de ortalama çocuk sayısı neredeyse dördü buluyor.

Bunun nasıl mümkün olabildiğini söyleyeyim: Babalar çocuklara uzak durmuyor. Kamp alanında kucağında küçük kızıyla, küçük oğlunun elini tutmuş olarak gezinen, onlarla oynayan babalar hiç eksik olmuyor.

Yine de kadınların çoğu, aynı panelin katılımcıları olarak Yıldız Ramazanoğlu ile bana, eşlerini hanımların faaliyetlerinin değeri konusunda iknaya yardımcı olacak içerikte konuşmalar yapmamızı rica ettiler, en başında. 


Programda yer alan panel ve konferansların, sohbetlerin genel teması, "erdem"di. İbrahim Özmantar'ın "erdem" tarifi şöyle: "Kişide yaradılıştan gelen övgüye değer fazilet hallerinin her zaman ve şartta fedakarlık derecesinde tezahür etmesidir."

İki gün içinde Kuzuluk mekanlarından, panel salonlarından ya da kafeteryadan, oturma odalarında süren konuşmalardan defterime kaydettiklerimin bir kısmı, şunlar:

Cevat Özkaya'nın konuşması yerinde bir başlangıçtı, benim için: Düşünce, inanç ve amel arasındaki bağı modern dünya kopardı. Biz Müslümanlar modern dünyanın iyiliklerinden yararlanırken, aynı zamanda bu dünya karşısında bir eleştiri geliştirmekle yükümlüyüz.

Başörtüsü  elbette önemli, ama başörtüsüne verdiğimiz önemin onda birini çok önemli erdemlere yöneltmiyoruz. Bu bizi bir yere götürmez. Çünkü erdem bir bütündür. İslamcılık yapan namazsız insanlar var.

Model insan, dünyadan çok fazla şey beklemeyen insandır.

Her şeyden önce, nasıl bir insan olmayı istiyoruz, sorusuna cevap aramamız gerekiyor.

"Ahlak ve Sanatta Erdem" başlığıyla gerçekleşen panelin konuşmacılarından olan Metin Önal Mengüşoğlu'nun konuşması, her cümlesiyle kayda değerdi.

İnsanı tabiatın üzerine çıkartan eser üretme yeteneğini irdeledi Mengüşoğlu konuşmasında. Ruh üflenen insan, tabiattan ayrılıyor. İşini, davranışını kendi elleriyle gerçekleştirmesiyle, kopuyor tabiattan.

Mengüşoğlu, çok bilinen kavramları farklı bir açıdan inceleyerek, dinleyicilerinin ve elbet okuyucularının düşünme sınırlarını zorluyor. Mesela "takva", kalabalıkların içinde kaybolmaktan korkmaktır. Takvalı insan ise kalabalıkların içinde en öne çıkma çabası içinde olandır. O ruh üflemesi sonucu insanda var olan kendi tabiatını yaratma kabiliyetidir takva.

Biz, bunun tam tersini öğrenmiştik oysa: Takvalı olmak, kalabalıkların arasında kaybolmakla aynı şeydi sanki. 

Daha sonra Mengüşoğlu'nun eşi Necla Hanım'la ve "Öptüm Kara Gözlerinden"in ilham kaynağı, tahsilini Bosna'da sürdüren kızı Betül'le tanıştık, kısaca da olsa sohbet ettik.

Yıldız Ramazanoğlu ile aynı paneli paylaştık. (Bu paneldeki konuşmamı başka bir yazımda konu etmek istiyorum.) Yıldız'ın, "Erdemli insanların ortak vicdan tecrübesi" gibi bir başlığı açan konuşmalarından aldığım notlardan bazıları şöyle:

Müslümanlar bir vicdan ağı üretemiyor. Sanki bizim böyle bir meselemiz yok. Tuzla tersanesinde yaşananlar, Cumartesi anneleri, bizim meselelerimiz değilse, meselemiz neler olacak…

Kadının yeri evidir, çocuklarının yanıdır, deniliyor. Dört duvar arasında bir kadın çocuğuyla, ailesiyle nasıl bir mutluluk inşa edebilir…

Müslümanların sivil hareketlerde solcularla bir araya gelmesi bağlamında kuşkuları  yansıtan sorulara da cevap verdi Yıldız. Savaşa ve işgale karşı mücadele etme ortak paydasından söz etti. 

Daha sonra bu konu çay bahçesi sohbetinde yeniden açıldı: Rachel Corrie, Süleyman Dağ'ın "Manevi Terbiyede Erdem" başlıklı konuşmasında anlattığı gibi, "cahili erdem"e sahip biri miydi…

Ümit Aktaş, Rachel'in son saatleri konusunda bir bilgiye sahip olmadığımız için, bu konuda en doğru tutumun susmak olacağını söyledi. Karşımızda, insani sorumluluğunu üstlenme cesareti karşısında takdir hisleriyle dolup taşmaktan kendimizi alamayacağımız bir insan var. Rachel İsrail buldozerleri üzerine gelirken kaçmayı yeğleyebilirdi. O askerlerle pazarlık yapmayı da deneyebilirdi. Bocalardı, yenilgisini kabul ederdi, bir uzlaşma yolu arardı. Bunların hiç birini yapmadı. Böyle bir insanın ahiretteki durumu hakkında nasıl yargıda bulunabiliriz… Dua ederken onun akibeti konusunda en iyi temennilerde bulunmamak elimizde olmayacaktır. 

Çay bahçesinde sohbete devam ediyorduk. Tasfiye'den Beytullah Emrah Önce vardı yanımızda. Taşradaki kitapevlerinin kapanmasındaki 28 Şubat etkisinden söz etti Önce. Kapatılan kitapçılar, kendilerini tatil eden kitapevleri… Buluşma yeri olarak kültürel mekanlar, tehlikeli yerler sayılıyordu, 28 Şubat mantığına göre. Bunun bir sonucu kitabın bazen kapağı gizlenerek okunan, bazen de okunması ertelenen sakıncalı bir dosta dönüşmesi oldu.  

Derken konu başörtüsü platformlarına çevrildi. Sakarya'da başörtüsü yasağı 122 haftadır İnanç Özgürlüğü platformu tarafından gündemde tutuluyor. Van'da başörtüsü platformunun faaliyetleri haftalıkken, aylığa dönüştü. Akyazı'da 129 haftadır başörtüsü yasağı gündemde. Kocaeli, Ankara, İzmir… Başörtüsü platformları yasağın garip mantığını duyurmayı çeşitli aralıklarla sürdürüyorlar.

Başörtüsü  yasağı üniversitelerde ağırlıklı olarak sürüyor. Buna karşılık üniversite kapılarından girmeleri yasaklandığı için kendilerine farklı varoluş alanları açan genç kızlar, kitap okumaya ara vermiyorlar. Kitapevleri kapatılıyor, kitap okuma oranı düşüyor bütün ülkede, yayınevleri kitap basma konusunda ağırdan alıyorlar; yayıncılara göre kitap piyasası hiç bu kadar durgun olmamıştı... Fakat başörtülü kadınlar kitap okuyor ve çevrelerindeki insanları da okumaya teşvik ediyorlar. Kuzuluk'ta serbest gündemin başlıca konusuydu yeni çıkan, çıkacağı söylenen, yazılması temenni edilen, aranıp da bulunmayan ve bir zamanlar okunup da unutulmamış kitaplar, makaleler, hikayeler...