Henry Kissinger'ın 1970'lerdeki mekik diplomasisinden sonra hiçbir Amerikan dışişleri bakanı böylesine yoğun bir şekilde Ortadoğu'yu ziyaret etmemişti. Sadece son üç ayda, Condoleezza Rice, Ortadoğu'yu üç kez turladı.Kissinger'ın zamanında, Amerikan yaklaşımı bölgedeki şiddet döngüsünü sona erdirmede istidatsız kısmi bir çözüm üzerine odaklanmıştı. Mısır ve İsrail arasındaki 1979 yılındaki barış anlaşması, Mısır'ın bölgesel bir güçten hasta bir adama dönüşmesine neden oldu. Mısır'ın İsrail ile o anlaşmadan bu yana rolünün gerilemesi tüm Ortadoğu'da hatta komşu Sudan'da bile görülebilir. Zaman, resmi Arap cephesinin ve ortak güvenlik planının zayıflatılmasının, bu rejimlerin meşruiyetlerinin yitmesine ve kitlelerle rejimler arasındaki genişleyen uçuruma neden olduğunu kanıtladı. Sonuç olarak, Siyonist devletle çatışmayı yeniden üstlenen halk hareketleri büyüdü. Çatışmanın kaynağı, Filistinliler pahasına Siyonist projenin uygulanması olduğu için, samimi barış için hayati olan husus, çatışmanın başından beri özü oluşturan soruna ciddi bir biçimde odaklanmaktır. Ancak, Kissinger çatışmanın özünü oluşturan sorunu görmezden geldi ve soruna tarafların etkisi yaklaşımıyla yaklaştı. O dönem dışişlerinde popüler olan bir tutum benimsedi ve Mısır'ın bölgesel güç konumundan uzaklaştırılmasının barışı getireceğini sandı. Irak'ın 2003'teki işgalinden ve ABD'nin "yeni Ortadoğu" propagandasından bu yana dört yıl geçti; gelinen noktada ABD'nin Irak Büyükelçisi Zalmay Halilzad'ın da onayladığı gibi mezhepsel çatışma başladı. Doğal olarak, ABD Irak'taki kötü gidişattaki resmi sorumluluğundan kaçıp kurtulamaz. Cenevre Konvansiyonu'nun kararları, işgal güçlerinin işgal ettikleri yerleri güvenli hale getirmelerini ve yeniden inşasını öngörmektedir. Bu nedenle, ABD mezhep çatışmalarını tahrik etmekten ya da ortaya çıkması için gerekli koşulları yaratmış olsun ya da olmasın, işgalci bir güç olarak her halükarda sorumluluktan muaf değildir. Aşikar olan nokta, işlerin Arap-İsrail çatışmasının temel kaygı olduğu Kissinger döneminkinden daha zor ve karmaşık olduğu. Bununla birlikte, o günden bu yana ABD tarafsız bir gerçekliği benimsemek yerine taraflı bir bakış açısını kabullendi, sorunun kökü olan Filistin meselesine odaklanmak, her iki tarafa da eşit yaklaşmak yerine, her dişçinin bildiği, dişteki sorunu çözmek için çürüğün temizlenmesi gerektiği ilkesinin aksine, Filistin Kurtuluş Örgütü'nü terörist örgüt olarak kabullenmeyi seçti. ABD aynı zamanda, çatışmaların çözümünde uluslararası ilişkilerde belirlenen prensipleri de görmezden geldi. BM'nin Filistin çatışmasına dair kararlarını veto etti, uygulanmasının önüne geçti; bu da Filistinliler ve Araplarda uluslararası hukukun kendilerini koruyacağı inancının yok olmasına zemin hazırladı. ABD'ye olan güvenç de kaybedildi. Bu politikalar ışığında, İsrail binlerce Filistinlinin ve Lübnanlının ölümüne neden olan savaşlar başlatma konusunda kendini özgür hissetti. Amerikan karşıtı hisler bölgede iyice yayıldı. ABD bir yandan Hamas'ın İsrail'i tanımasını istiyor; ancak diğer yandan da Filistinlilerin nasıl bir İsrail'i onaylayacaklarını ihtimaller içine koymuyor. Görünen o ki, Rice da aynı hataları tekrar ediyor, bunu yaparken de sadece farklı yöntemler kullanıyor. (Al-Jazeerah, 28 Mart 2007)