Yavuz Sultan Selim’in 1517’de İstanbul’a getirişinden, 3 Mart 1924 Ankara’da kurulan yeni T.C. Meclisi’nin kaldırma kararına kadar; 407 yıl son hilafet merkezi İstanbul’dur.

 

Bu karar, Alem-i İslam’ı şoka sokup, bunalıma düşürmüştür. Bunun en açık örneği alt kıtadaki (Hindistan) Müslümanlardır. Kırım, Trablusgarp ve son savaşta Osmanlı’ya büyük yardımlar gönderip, İngilizlere karşı ilan edilen umumi cihada destek veren 80 milyon Müslüman, tek bir merkeze bağlıydı; ‘Hilafet Hareketi.’ Ankara Hükümeti’nin hilafeti kaldırdığı haberi ulaştıktan sonra, alt kıtadaki Hilafet Hareketi bölünüp parçalandı.

 

Afgan Cihadı’nın Ruslara karşı yürütüldüğü yıllarda, İstanbul’da bazısı henüz üniversite öğrencisi, bir kısmı da yeni mezun gençler, ‘Girişim’ dergisini çıkarmışlardı. Aralarından birini, Bekir TANK’ı, Afganistan’a göndermişlerdi. ‘Cihadı KuşananTopraklar’ kitabını yazan Bekir’le geçen yıl Viyana’da görüştüğümde, “Host’a gitmiştim, misafir kaldığım yere kapı gibi boylu boslu bir Peştun geldi, ‘Halifemiz Kenan Evren’in sağlığı nasıldır?’, dedi. Şaşırdım. Kenan Evren’in halife olmadığını, onun, Müslüman kızların hicablı okumasını yasakladığını söylediğimde, bana öyle bir bakmaya başladı ki; ‘Misafir olmasaydın seni tek kurşunda öldürürdüm’ diyerek gitti” dedi.

 

1997 yılında Novipazar’da bir kahvede çay içiyordum. Çat pat Türkçesiyle orta yaşlı bir Boşnak; ‘Ne zaman geleceksiniz’ dedi. ‘İşte geldik ya’ cevabıma; ‘Böyle değil, hilafet-i Osmani’nin geldiği gibi’ cümlesine güldüm; “1924’de o iddialardan vazgeçtik. Yine de ufuklara bakıp umut taşımak güzeldir’’ dedim.

 

Kandahar’a bir yardım organizasyonu başında giden Ömer, “Bir ihtiyar yardım aldı. Fakat, gitmiyor. Arkadaşlara ‘Ne istiyor’ dedim. ‘Sana söyleyecekleri varmış’ dediler. İhtiyar yanıma geldi. “İstanbuldaki Halifemize selam söyle, gördüklerini anlat. Bize gereği gibi sahip çıksın’’ diye konuştu. “Hilafet lağvedildi. Artık İstanbul’da Halife yok” dedim. “Lafı boş ver, sen durumu Halifemize bildir’’dedi. Başka çare yoktu; ‘Tamam arzederim’ dedim .

 

Bu kurban bayramında, Balkanları adımlıyor, kurban kesip dağıtıyorduk. 1980’lerden kalma moda ‘Şanlı tarih hastasısınız’ cümlesini bir genç şallak gibi bize vurunca; Ülke TV yöneticisi Hasan ÖZTÜRK bey; “Size, tsunamiden sonra gittiğim Açe’den bir anımı anlatayım, dedi. Bande’de Açeli bir ihtiyar, Türk olduğumu duyunca elimden tuttu; ‘Portakiz işgal gemileri şu burundaydı. Şu taraftan İstanbul’daki sultanın gönderdiği savaş gemileri geldi. Yekten Portekizlilerin üzerine hücum ettiler. Karadan da bizimkiler destek verdi. Bütün düşman gemileri sulara garkoldu. Dedeleriniz, sonra karaya çıktı. Buradan geri dönmediler, mezarlarına götüreyim seni’ dedi. İkinci Selim döneminde giden donanmadan, sanki dün olmuş gibi bahsediyordu Açeli’’ diye konuştu.

 

1908’de, Hollanda sömürgecilerine karşı savaşan Açe Sultanı ile işgalciler arasında barış görüşmeleri yapılmaktadır. Hollanda’nın koyduğu maddelerden biri İstanbul’daki Halifeyle bağların kesilmesidir. Açe sultanı bu maddeyi kabul etmiyor ve barış gerçekleşmiyor.

 

19 Mayıs 1901’de Siyonist Theodor Hertz, Sultan Abdülhamid’in huzurundadır. (Bazı tarihçiler, görüşenin Hertz olmadığını iddia etmekte) Batının ekonomik ablukaya aldığı Osmanlı maliyesinin bütün borçlarını ödeyerek kurtarabileceklerini söyler, karşılık olarak da Filistin’den çok az bir toprak talebi vardır.

 

Abdülhamid, “Ben bir karış dahi toprak satmam. Bu topraklar milletime aittir ve kanlarıyla sulanmıştır. Orayı tekrar kanlarımızla örteriz. Devletimin, Suriye ve Filistinlilerden oluşan alaylarının tamamı Plevne’de şehid oldu. Bir tanesi dahi geri dönmeden savaş alanında kaldı. Musevilerin milyarları kasalarında kalsın; bizim devletimiz parçalanırsa, o zaman cesedimizi bölüşebilirsiniz. Fakat, canlı bedenimiz üzerinde kimse ameliyat yapamaz” cevabını verdi.

 

Çin’de, Nepal’de, Nijer’de hala itibarlı bir hilafet merkezi nezaketi ve saygınlığı mevcut. Bugün Afganistan’da Türk askerine gösterilen ayrıcalığın da niçininde bu örneklerin yatmakta olduğundan kimse kuşku duymamalı.

 

‘Tarihi olmayanın geleceği de olmaz.’ CHP’li sonradan görme cahal hanımlara değil bu yazdıklarım.

 

A’raf suresi 34.ayette, “Her ümmetin de bir süresi vardır. Süreleri geldiğinde, ne bir an geri kalır ne de öne geçerler…” Buyruk böyledir. Bu Osmanlı için de işledi.

 

Üstadın satırlarıyla bitirelim, büyüklere uyarak:

 

Bir idamlık Ali vardı asıldı;

Kaydını  düştüler,mühür basıldı.

Geçti gitti birkaç günlük fasıldı.

Ondan kalan,boynu bükük ve sefil;

Bahçeye diktiği üç beş  karanfil…